|
|
ÂYET-İ KERİME MEÂLİ
Ölüleri diriltecek olan ve onların iyi ve kötü işleriyle arkalarında bıraktıkları eserleri zayi etmeyip kaydeden Biziz. Biz herşeyi Levh-i Mahfuz’da tek tek yazdık.
Yâsin Sûresi: 12
|
21.09.2006
|
|
HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ
Cuma günü Kehf Sûresini okuyan kimse için iki Cuma arası nurlandırılır.
Câmi'ü's-Sağîr, c: 3, 3726
|
21.09.2006
|
|
Tarikat nedir?
Tasavvuf, tarikat, velâyet, seyr ü sülûk namları altında şirin, nurânî, neşeli, ruhanî bir hakikat-i kudsiye vardır ki, o hakikat-i kudsiyeyi ilân eden, ders veren, tavsif eden binler cilt kitap, ehl-i zevk ve keşfin muhakkikleri yazmışlar, o hakikati ümmete ve bize söylemişler. “Allah onları bol hayırlarla mükâfatlandırsın.” Biz, o muhit denizinden birkaç katre hükmünde birkaç reşhalarını şu zamanın bazı ilcaatına binaen göstereceğiz.
Sual: Tarikat nedir?
Elcevap: Tarikatin gaye-i maksadı, marifet ve inkişaf-ı hakaik-i imaniye olarak, Mirac-ı Ahmedînin (a.s.m.) gölgesinde ve sâyesi altında kalp ayağıyla bir seyr ü sülûk-i ruhanî neticesinde, zevkî, hâlî ve bir derece şuhudî hakaik-i imaniye ve Kur’âniyeye mazhariyet; “tarikat,” “tasavvuf” namıyla ulvî bir sırr-ı insanî ve bir kemâl-i beşerîdir.
Evet, şu kâinatta insan bir fihriste-i câmia olduğundan, insanın kalbi binler âlemin harita-i mâneviyesi hükmündedir. Evet, insanın kafasındaki dimağı, hadsiz telsiz telgraf ve telefonların santral denilen merkezi misilli, kâinatın bir nevi merkez-i mânevîsi olduğunu gösteren hadsiz fünun ve ulûm-u beşeriye olduğu gibi, insanın mahiyetindeki kalbi dahi, hadsiz hakaik-i kâinatın mazharı, medarı, çekirdeği olduğunu, had ve hesaba gelmeyen ehl-i velâyetin yazdıkları milyonlarla nuranî kitaplar gösteriyorlar.
İşte, madem kalp ve dimağ-ı insanî bu merkezdedir; çekirdek hâletinde bir şecere-i azîmenin cihazatını tazammun eder ve ebedî, uhrevî, haşmetli bir makinenin âletleri ve çarkları içinde derc edilmiştir. Elbette ve herhâlde, o kalbin Fâtırı, o kalbi işlettirmesini ve bilkuvve tavırdan bilfiil vaziyetine çıkarmasını ve inkişafını ve hareketini irade etmiş ki, öyle yapmış. Madem irade etmiş; elbette o kalp dahi akıl gibi işleyecek. Ve kalbi işlettirmek için en büyük vasıta, velâyet merâtibinde zikr-i İlâhî ile tarikat yolunda hakaik-i imaniyeye teveccüh etmektir.
Mektûbât, 29. Mektub, 9. Kısım, s. 428
—Devam edecek—
Lügatçe:
yet: Velilik.
seyr ü sülûk: Bir terbiye yoluna girip devam etme.
hakikat-i kudsiye: Kudsi hakikat.
ehl-i zevk ve keşf: Bazı sırları, bilinmeyen hakikatları, Cenâb-ı Hakk’ın lütf ve ihsanı ile bilen ve bundan zevk alan veliler.
ilcaat: Zorlamalar, mecbur etmeler.
inkişaf-ı hakaik-i imaniye: İman hakikatlerinin keşfi, açılması.
sâye: Gölge, himaye.
seyr ü sülûk-i ruhanî: Ruhen ve mânen bir terbiye yoluna girip devam etme.
şuhudî: Keşfe ve görmeye dair.
hakaik-i imaniye ve Kur’âniye: Kur’ân ve iman hakikatleri.
kemâl-i beşerî: İnsanlara ait gelişme, olgunluk.
fihriste-i câmia: Geniş fihrist.
şecere-i azîme: Büyük ağaç.
Fâtır: Benzersiz ve harika şeyleri yaratan, her şeyi farklı fıtratlarda yaratan Allah .
bilkuvve: Tasavvurî olarak, düşünce halinde.
bilfiil: Fiilen, pratikte.
merâtib: Mertebeler.
|
Bediüzzaman Said NURSİ
21.09.2006
|
|
Cemaat
Madem, hayat-ı içtimaiyenin bir temel taşı ve fıtrat-ı beşeriyenin bir hacet-i zarûriyesi ve aile hayatından ta kabîle ve millet ve İslâmiyet ve insaniyet hayatına kadar en lüzûmlu ve kuvvetli rabıta ve her insanın kâinatta gördüğü ve tek başına mukabele edemediği medar-ı zarar ve hayret ve insanî ve İslâmî vazifelerin îfasına mani maddî ve manevî esbabın tehacümatına karşı bir nokta-i istinad ve medar-ı tesellî olan dostluk ve kardeşane cemaat ve toplanmak ve samîmane uhrevî cemiyet ve uhuvvet, siyasî cephesi olmadığı halde ve bilhassa hem dünya, hem din, hem ahiret saadetlerine katî vesîle olarak îman ve Kur’ân dersinde halis bir dostluk ve hakîkat yolunda bir arkadaşlık ve vatanına ve milletine zararlı şeylere karşı bir tesanüd taşıyan Risâle-i Nur şakirtlerinin pekçok takdir ve tahsine şayan ders-i îmanda toplanmalarına, “cemiyet-i siyasiye” namını verenler, elbette ve herhalde ya gayet fena bir sûrette aldanmış veya gayet gaddar bir anarşisttir ki, hem insaniyete vahşiyane düşmanlık eder, hem İslâmiyete Nemrudane adavet eder, hem hayat-ı içtimaiyeye anarşîliğin en bozuk ve mütereddî tavrıyla husûmet eder ve bu vatana ve millete ve hakimiyet-i İslâmiyeye ve dînî mukaddesâta karşı mürtedane, mütemerridane, anûdane mücadele eder veya ecnebî hesabına bu milletin can damarını kesmeye ve bozmaya çalışan el-hannas bir zındıktır ki, hükûmeti iğfal ve adliyeyi şaşırtır; ta o şeytanlara, Firavunlara, anarşistlere karşı şimdiye kadar istimal ettiğimiz manevî silahlarımızı, kardeşlerimize ve vatanımıza çevirsin veya kırdırsın.
Mevkuf Said Nursî
Tarihçe-i Hayat, s. 483
***
Evet, biz bir cemaatiz. Hedefimiz ve programımız evvelâ kendimizi, sonra milletimizi îdâm-ı ebedîden ve dâimî berzahî haps-i münferidden kurtarmak ve vatandaşlarımızı anarşîlikten ve serserilikten muhafaza etmek ve iki hayatımızı imhâya vesîle olan zındıkaya karşı Risâle-i Nur’un çelik gibi hakîkatleriyle kendimizi muhafazadır.
Tarihçe-i Hayat, s. 483
|
21.09.2006
|
|
Murağğıb
Allah (c.c.), Murağğıb’tır. Yani kullarını iyiliğe, hayra ve hasenâta teşvik eder. Kullarının salih amel işlemelerini ister ve onları hayra yönlendirir. İyiyi kötüyü açıklar, hidâyet verir. Peygamberleri aracılığı ile kullarını hayra çağırır, Cennete rağbet ettirir. Cemâliyle müjdeler.
Murağğıb ism-i şerifi Hazret-i Ali’nin (r.a.) Peygamber Efendimizden (a.s.m.) rivâyet ettiği Cevşenü’l-Kebîrde zikri geçen isimlerdendir.
Cenâb-ı Hakkın, peygamberlerin hem mânevî tebliğlerine, hem ellerindeki san’ata insanları yönlendirdiğini beyan eden Bedîüzzaman, Hazret-i Âdem’e (a.s.) isimlerin öğretildiğini haber veren Kur’ân’ın insanları ilme ve san’ata teşvik ettiğini kaydeder. Bedîüzzaman’a göre, “ve Âdem’e bütün isimleri öğretti” (Bakara Sûresi: 31) âyeti insanoğlunun maddî-mânevî kemâlâta istidâdı ve kabiliyeti bulunduğunu îlân etmektedir. Bu kabiliyetiyle insanoğlu bütün ilimleri kavramaya hâzır bir ruh ve dimağ yapısına sahiptir. Kur’ân, Peygamberlerden de numûneler sunmak sûretiyle insanlığı bütün ilimleri öğrenmeye terğib ve teşvik etmektedir.
Saîd Nursî’ye göre, Kur’ân terğib ve terhibe, yani sevdirmeye ve korkutmaya dayalı bir üslûp içinde gelmiştir. Kur’ân’ın beyanatı teşvik ve uyarı açısından en yüksek mertebededir. Her bir âlemde sevgiye ve korkuya zemin teşkil edecek tecellîler söz konusudur.
Dünyadan binler derece yüksek olan Cennetin güzelliklerinin, lezzetlerinin ve kemâlâtının tamamı tek bir cemâl ve kemâl cilvesi olan Cenâb-ı Hakkın zâtını görmeyi, elbette güzelliğe hayran ve âşık her kalp büyük bir istekle arzu etmektedir.
(Risâle-i Nur’da Esma-i Hüsnâ)
|
21.09.2006
|
|
Delâili'n-Nur
HAC:
1. Ey İbrahim’e Beytullahın yerini hazırlayan ve kendisine, “Bana hiçbir şeyi ortak koşma; tavaf edenler, ayakta ibâdet edenler, rüku’ ve secdeye varanlar için evimi temiz tut” diye emreden! (26)
2. Ey İbrahim’e, “İnsanları Hacca çağır, yürüyerek veya binekler üzerinde, uzak yerlerden sana gelsinler” diye buyuran! (27)
3. Ey gökten indirdiği su ile yeryüzünü yem yeşil kılan! Ey çok lütuf sahibi ve herşeyden haberdar olan Allah! (63)
4. Ey en iyi sahip ve en iyi yardımcı! (78)
|
21.09.2006
|
|
Devirden devire intikal edecek
Ey Üstâdımız Efendimiz,
Umum kadirşinas insanlar Risâle-i Nur’u ve sizi ebediyen tebcîl ve tekrîm edeceklerdir. Tahkikî imân dersleriyle imânımızı kurtaran cihanbahâ ve cihandeğer bir kıymette olan Risâle-i Nur’u bütün ruh u cânımızla, bütün mevcudiyetimizle seviyor ve tekrîm ediyoruz. Bu aşk ve bu muhabbet, bu tâzim ve bu hürmet, nesilden nesile, asırdan asıra, devirden devire intikal edecektir.
|
21.09.2006
|
|
‘Esselâmü aleyke yâ Resûlallah’
Üçüncü Misal: Hazret-i Ali ve Hazret-i Câbir ve Hazret-i Aişe-i Sıddıkadan nakl-i sahihle sabittir ki:
Dağ, taş, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma “Esselâmu aleyke ya Resûlallah” diyorlardı.
Hazret-i Ali’nin tarikinde diyor ki: Bidâyet-i nübüvvette, nevâhî-i Mekke’de Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ile beraber gezdiğimizde, ağaç ve taşa rast geldiğimiz vakit “Esselâmu aleyke ya Resûlallah” diyorlardı.
Hazret-i Câbir, tarikinde der ki: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, taş ve ağaca rast geldiği vakit, ona secde ediyordular. Yani, inkıyad edip “Esselâmu aleyke ya Resûlallah” diyordular.
Câbir’in bir rivayetinde, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etmiş:
“Bana selâm veren bir taş biliyorum.” Bazılar demişler ki, “O Hacerü’l-Esved’e işarettir.”
Hazret-i Aişe’nin tarikinde demiş: Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etmiş:
“Cebrâil bana vahiy getirmeye başladıktan sonra hangi taşın ve hangi ağacın yanından geçsem, bana mutlaka ‘Esselâmü aleyke yâ Resûlallah’ derlerdi.”
|
21.09.2006
|
|
|
|