Bir dantela gibi incelikle dokunan kâinat kitabı Âlemlerin Rabbi’nin yarattıkları ile iletişiminde kullandığı zarif ve lâtif bir dilin de yansıması. Bu dilin kullanıldığı bir kâinat kitabına muhatap olan ruhlar zaman içerisinde asıllarından uzaklaşmanın getirdiği kabalık ve hoyratlığı yaşamaya başladılar. Dilde ve tavırlardaki kabalık ruhların inceliğini de ortadan kaldırıyor ve hayatın inceliklerini ön plana çıkaran sanatta dahi etkilerini hissettiriyor. Sevginin bile çok tırmalayıcı ve kaba saba ifadelerle ortaya konduğu hayatın her alanında inceliklerin ortadan kalktığı bir tablo ile yüz yüzeyiz. Bu hal trafikteki davranışlardan iş ve ticaret ortamlarına kadar her alanı etkiliyor.
Son zamanlarda herkes hayatta bir şeylerin eksildiğinin farkında ve bunu farklı şekillerde dile getiriyor. Özellikle incelik, nezaket, letafet gibi kavramlar ve tavırlar hayatımızı terk etti gibi. Sadece ortamın gereği olan kurallara uymak şekindeki yapmacık tavırlar ruhlara incelik şeklinde yansımıyor ve ruhları inceltmiyor. İnsanın dünya hayatındaki temel problemi bütün yönleri ile tanımlanmış, başlangıcı ve sonu ile, sonsuz uzay boşluğu içindeki bütün irtibat alanları ile varlığı ve hayatı anlamlandırabilmek olmalıdır. Bu günlük yaşantının her işleyişi ve karşılaşılan her problem için geçerli bir yaklaşım şeklinde ifade edilebilmelidir. Oysa, genellikle varlık ve olaylarla ilgili açıklamalar ya da algılar, sadece olayın cereyan ettiği dar alana yakın çevredeki bağlantılara sınırlı bir şekilde ele alınmaktadır.
Muhteşem bir senfoni şeklinde asırlardır yeryüzünü ve uzay boşluğunu çınlatan avazı ile kâinat aslında incelik ve san’at dolu bir beste gibi. Yaprakların şekillerinden kar tanelerinin kristal yapılarına kadar her şeyde akıl almaz bir estetik ve tarifi mümkün olmayan sonsuz bir inceliğin işaretleri var. Varlığın bütününü ve kâinatı böyle bir beste şeklinde algılayan insanın yeryüzü ile ilişkisi ondaki nimetlerden faydalanması da ayrı bir incelik ve nezaket çerçevesinde gerçekleşiyor. Bu arada varlığın genel işleyiş ritmi ile ferdin varlığa muhatap oluşu arasında bir akord ve sistemle uyum gerektiren bir hayat bestesinin ritimlerini bulma süreci hep devam ediyor.
Yaşantısını mülk âleminin kuralları ile şekillendirmek durumunda olan insanın uygulamaları hayata bilim ve teknoloji şeklinde yansıyan fıtrî şeriata yani eşyanın işleyişi ile bizlere gösterdiği “Neden? Niçin? Nasıl?” sorularının cevaplarına uygun olmak durumundadır. Bu belki de Hazret-i Adem’e öğretilen eşyanın ve talimin bir parçası idi ve asırlardır gelişerek, her geçen gün farklı işleyişlerin ve kuralların keşfi ve hayata aktarılması ile zenginleşerek sürüp gidiyor. Eşyanın işleyiş kurallarına ve bunları sistematik bir şekilde size ulaştırmanın şekli ya da dili olan bilimlere aykırı hareket ettiğinizde tokadı hemen geliyor. Başarısızlık, yıkım ve mağlûbiyet gibi haller bu kurallara uymak şeklinde ortaya koyacağınız fiili duâyı hakkı ile yapmamaktan kaynaklanıyor. Bunun adını teslimiyet olarak koyabilmek mümkün değil. Çünki, gerçek iman sahibinin inancına göre mülk âlemindeki kuralları koyan ve bilimlerin diliyle ifade edilen varlık kanunlarını ikame eden Allah’dır. O’nun koyduğu kurallara uymamak bir teslimiyet değil, bilâkis irade ve kasıt ile olmayan ancak tembellik, umursamazlık gibi sebeplerle ortaya çıkan bir isyan halidir. O’na teslim olan O’nun koyduğu kanunlara daha çok uyar ve bunu bir duâ mahiyetinde, hayatında her işleyişi, her kuralı O’ndan medet uman bir talep ruhu ile yerine getirir.
Varlık âleminin sırlarını daha iyi çözebilmemiz için, hayatı daha anlamlı hale getirebilmek için ve yaşadığımız olayların hiçbir zaman sadece maddî boyutun katı kurallarına bağlı cereyan etmediğini görebilmek için zaman zaman işleyişin dışına çıkarak bakmamız gerekiyor. Dar alanlarda anlayabilmemiz mümkün olmayan sırları çözebilmek için ruhen dünyanın hatta kâinatın dışına çıkarak bakıp o noktadan olayların nasıl gözüktüğünü tasavvur etmemiz gerekiyor. Yoksa olayları yalnızca mülke, hatta mülk âleminin yalnızca olayla ilgili olduğunu düşündüğümüz yakın çevresine sınırlı algılamanın sığlığında yaşamaktan kurtulamayız. Varlığın ve her işleyişin, iyi ve kötü her olayın gerisinde gizlenmiş hikmetleri görme imkânı bulamayız. En kötüsü de yaratılışımızın asıl gayesi olan Esma-i İlâhiyye’yi gerçek anlamıyla anlayıp anlamlandıramayız ve hayatımızın bütün anlamı kaybolur.
Evet, belki de kaybettiğimiz en önemli şeylerden biri ince, lâtif ve duygu dolu ruh oluşturacak müzik eserleri ve bunları arayan ruhlar.. Harfî bir bakışın nağmeleri ve harfi olarak algılanan nağmeler, hayata estetik boyut ve incelikler katacak güzellikler ve varlığı daha incelikli ve duygu yüklü algılamamıza vesile olacak değerler olmalı.
Varlık âleminin genelini kuşatan çok lâtif bir ruh var. Adeta oluş halindeki her şey kuşatıcı bir sevginin ve sonsuz sevginin varlıklar şeklinde ifadeye dönüştürülmesinin tezahürü. Birinci basamakta varlığı kuşatan bir ruhun farkında olabilmek, ikinci basamakta o ruhun kaynağı olan sonsuz muhabbete ulaşabilmek eşya ile doğru ve lâtif bir ilişkinin kaynağı ve zemini olmalı. Bu kaynak fark edilebildiğinde ve o letafet zemininde varlığı kuşatan ince ruhtan ferdin ruhuna yansımalar başladığında hayat muhteşem bir besteye dönüşecek ve ruhlarda tarifi imkânsız güzellikte inceliklerin yaşanmasına vesile olacaktır.
Varlık çok lâtif bir esir maddesi zemininde yaratılıyor. Dolayısı ile her tarafımızı kuşatan bir incelik ve letafet var. Rabbimiz incitmeden terbiye ediyor ve rızıklandırıyor. O’nun bu tarzının cisimleşmiş en güzel örneği Hazret-i Muhammed (a.s.m.) Bu durumun farkında olan iman ehlinin ve hizmet erbabının tavırlarındaki kaba sabalık ve yıkıp dökmeler kâinatın genel ritmine uyumsuz bir tablo sergiliyor ve çoğu zaman da cezası peşinen yaşanıyor. Dar dairede ve İslâm âleminde tarzlar ve tavırların bu bakış açısı ile tekrar gözden geçirilmesini gerektirecek bir tablo ile yüz yüze olduğumuzu düşünüyorum. Kâinat Sultanının üzerine titrediği ve incitmeden şekillendirdiği kırık gönülleri tamir ve muhabbetin tekrar tesisi için ciddî bir seferberlik gerekiyor.
|