Ne dersiniz, “tarihi tarihçilere bırakalım” lafını sevmesine sevdik ama “tarihçiler” de işi bayağı yavaştan alarak bu sevgimizi biraz istismar etmiyorlar mı? Baksanıza, vazgeçtik 1915’den, “dün” diyebileceğimiz 1960’da neler olup bittiğinden bile gazetecilerin himmetiyle ancak haberdar olabiliyoruz... Zaman gazetesinden Erdal Şen’in gazetesinde bir dizi olarak yayımladığı “Yassıada Belgeleri” de işte yine böyle yepyeni bilgilerle dolu bir yakın dönem tarihçiliği örneği.
Zaman’ın İstanbul ve Ankara’da olup biteni “taşra”dan izlemeyi seçmiş yazarı A. Turan Alkan, Erdal Şen’in yazı dizisinden adı geçen bir “üstat”tan hareketle çok önemli bir yazı yayımladı. “Üstat” dediğime göre, kimden söz edildiğini hemen anlamışsınızdır muhakkak. “Yassıada Belgeleri”nde dönemin Başbakanı Adnan Menderes’e gönderdiği mektuplarla yer alan Necip Fazıl Kısakürek’ten söz ediyoruz tabii ki...
(...)
Aslına bakacak olursanız “Yassıada Belgeleri” içinde yer alan bu bilgiler çok da bilinmedik şeyler değildi. Yazı-çizi işiyle ilgilenen hemen herkes, Necip Fazıl’ın “örtülü ödenek”ten desteklendiğini bir söylenti olarak da olsa biliyordu. “Yassıada Belgeleri”nin bu yoldaki önemli katkısı, “ödenekler” konusunun “üstat”ı nasıl yakından meşgul ettiğinin bizzat kendisi tarafından kaleme alınan mektuplarla ortaya dökmesindedir.
Doğum ve ölüm yıldönümlerinde hâlâ büyük bir “mürşit” olarak hatırlanan, “Platonik ve totaliter” (Taha Akyol) bir ruhla kaleme aldığı “İdeolocya Örgüsü” adlı kitabı Başbakan tarafından “kendisine bugünkü ufukları açan” bir kitap olarak takdim edilen Necip Fazıl’ın Adnan Menderes’e “ Bugüne kadar bana, alet ve madde bakımından haysiyetli bir imkanın binde biri dahi gösterilmedi. Hep hazırdan hareket edip maya tutturmaya çalıştığım teşebbüsler en büyük manevi kıymetleri devşirdiği halde hiçbir maddi desteğe kavuşturulmadı” diye sitem edip “Seçimlere gidilirse bu azim hamlede benim rolüm düşünülmeyecek midir? Neşriyat ve fiili konuşma yolu ile bütün Anadolu’yu fethetmek benim için iş midir? Bugün sizi ciddiyetle ve samimiyetle seven Türk milletinin bu duygusunda acaba benim tesir ve telkin hissem ne kadardır” diyerek harbiden “Maraş listesinden müstakil mebus” çıkmayı isteyen Necip Fazıl ile aynı kişi olduğunu –bu sefer belgelerle!- öğrenmek hiç değilse hoş bir şey olmasa gerek... İnsan üzülmüyor da değil doğrusu... İşini bilen Necip Fazıl’ı düşünerek değil tabii ki; insan üzülüyor, çünkü kim bilir kaç bin samimi insan işini bilen “üstat”ı nasıl bambaşka biçimde anlamış ve bambaşka bir yere yerleştirmiş...
Evet, sonuç olarak iktidara sunduğunu düşündüğü “servis” karşılığında ödüllendirilmeyi bekleyen bir sağ entelektüel ile karşı karşıyayız. A.Turan Alkan’ın yazısında dile getirdiği şu soru da önemli: “Entellektüellerle politikacılar arasındaki ilişkinin omurgası, Necip Fazıl ve DP arasındaki münasebetten bu yana ne kadar ve hangi istikamette değişti?”
Yeni Şafak, 11.9.2006
|