30 Ağustos görev değişiklikleri, askeri ağızlardan gelen siyasi vurgulu konuşmaların etkisi hala devam ederken pek az sorulan şu soruyu sormakta yarar var:
Neden NATO üyesi Batı ülkelerinde Genelkurmay Başkanlığı deniz, hava ve kara kuvvetleri arasında koordinatör rol oynarken, bizde “emir-komuta mekanizması” etrafında tüm orduların komutanıdır?
Örneğin Fransa’da Kara Kuvvetleri, Hava Kuvvetleri ve Deniz Kuvvetleri kendi ordu yapılarına ilişki tüm yetkiyi taşırlar ve bu yetkiden dolayı Savunma Bakanlığı’na ayrı kanallardan sorumludurlar. Genelkurmay Başkanı kuvvetler arasındaki kopukluğu engellemek üzere bunlar arasında koordinatörlük yapar, emir-komutayı sadece yurt dışında yapılan, birden çok kuvvetin devreye girdiği operasyonlarda alır.
Benzer şekilde ABD’de de Genelkurmay Başkanı’na Silahlı Kuvvetler açısından verilen görev emir-komuta değil, askeri birimler arasında koordinatörlüktür. Askeri güç Atlantik Donanması, Pasifik Donaması gibi değişik birimler arasında dağıtılmış, her biri ayrı ayrı kanallardan sivil otoriteye bağlanmış, sivil otorite ise yetkileri tek elde toplamıştır.
Batı demokrasilerinde ordu teşkilatlarının “dağıtılmış yetki ve koordinatör genelkurmay” mantığı üzerine kurulmasının temel bir nedeni vardır.
Bu neden savaş sonrası ortaya çıkan yeni savunma anlayışının, sadece askeri değil aynı zamanda sivil kaynakları, sadece savaş sırasında değil barış zamanında da sürekli seferber etmek mantığı üzerine kurulmasıdır.
Böyle olduğu oranda silahlı kuvvetler, siyasi karar yapıları ve organları teması artmıştır. Ayrıca sivil ve askeri birimler arası koordinasyon önem kazanmıştır. Özellikle II. Dünya Savaşı sonrası tüm NATO ülkelerinde MGK’ya benzer yapılar oluşturulması bu nedenledir.
Ancak bu gelişmenin bir ağır riski ve karşı ağırlığı olmuştur.
Topyekûn savunma stratejisi adı verilen bu yeni anlayışın varlığı, askeri yetkinin tek askeri elde toplanması halinde siyaset ve ekonominin de asker kontrolüne geçmesi ve askeri mantığa tabi olması tehlikesini beraberinde getirmiştir. Askeri otoriteyle özelleştirmeden enerji sektörüne, her şeyde ve her yerde karşılaşma riski yükselmiştir.
Batı örnekleri, silahlı kuvvetleri sivil kaynak takip ve seferber etme alanına sokan bu stratejiyle birlikte, “askeri kurumların elinde yetki toplanmasını ve sistemlerin askerileşmesini engellemek” için çeşitli “önlemler” almışlardır.
Bu önlemlerin en önde gideni yazının girişinde sorduğumuz sorudaki Genelkurmay Başkanlıklarına ilişkin düzenlemelerdir. Yani bizden farklı ordu teşkilatlanma yapılarıdır.
Önlem çerçevesinde özellikle silahlı kuvvetlerin idari açıdan, hatta komuta açısından “merkezi yapıları esnetilmiş”, genelkurmay başkanları sadece koordinasyonla görevlendirilmiş, ordu birimleri ayrı ayrı “savunma bakanlıkları”na ya da ABD’de olduğu gibi, başkana bağlanmıştır.
Bir tek Fransa 1971 yılında bizdeki modele yaklaşmış, genelkurmay başkanını savunmadan yargıya, silah sanayiinden lojistik hizmetlere, tüm ordu birimlerinin ya da bağlılarının emir-komuta mercii kılmış; sivil kaynakların ve sektörlerin yönlendirilmesi açısından alınan tehlikeli sonuçlar üzerine, 1973 yılında tekrar eski modele dönmüştür.
Türk Silahlı Kuvvetleri ise, NATO içinde topyekûn savunma stratejisini bu denli aşırı merkezileşmiş bir ordu geleneği ve yapısıyla uygulayan tek ülkedir. Buna ek olarak Türkiye’deki milli güvenlik kavramı sadece ekonomik değil, siyasi ve toplumsal kaynaklara uzanan bir dizayna sahip olunca, ortaya çıkan manzara açıktır:
Askeri mantıkla işleyen bir rejim, askeri vesayet altında çalışan sivil kurumlar...
TSK devlet yapısı içinde bu denli geniş bir özerkliğe sahipse, bunun temel nedenlerinden birisi aşırı merkezi bir yapıya sahip olmasıdır…
Yeni Şafak, 2 Eylül 2006
|