İyi ama bu tartışma olmayan tartışma on beş yıl kadar önce yapılmış ve de ilkokul düzeyinde denebilecek bazı bilgiler de Türk basınının büyük imzalarına hatırlatılmıştı yahu...
Demek ki iman ve nikâh tazeler gibi dönem dönem tanım tazelemek de gerekiyor.
Sayın Deniz Baykal şöyle demiş: ‘Türkiye’de marjinal bir çevre, cumhuriyeti etkisizleştirerek tasfiye edecek, demokratikleştirecek, solculaştıracak, Avrupalılaştıracak diye düşünüyor. Türkiye çağdaş değerlere cumhuriyetle yürür, cumhuriyeti kaldırdığınız zaman Ortadoğu’ya döner. CHP bu bilinçtedir.’
Uyyy, ne mutlu CHP’ye bu yaman bilinç ile...
Bundan on beş yıl kadar önce, Türk basınının büyük kahramanlarından biri, ‘cumhuriyet demokrasi demektir’ gibi bir laf etmişti.
Kendisine, en ileri demokratik düzenlerin geçerli olduğu İngiltere ve İspanya gibi ülkelerin cumhuriyet değil krallık oldukları, diğer bazı krallıkların, örneğin İsveç, Norveç, Danimarka ve Hollanda’nın da onlardan pek aşağı kalmadıkları, buna karşılık o zamanlar Saddam diktası altında inleyen Irak’ın da, şeriat düzeninin yürürlükte olduğu İran’ın da birer cumhuriyet oldukları hatırlatılmıştı.
Kaldı ki, Nazi Almanyası’nın da, Sovyetler Birliği’nin de birer cumhuriyet olduklarını hatırlatmak, o büyüğümüze basın kartı verenlere hakaret olacaktı...
Kendisini daha fazla üzmemek için, Osmanlı İmparatorluğu’nun son günlerinde Osmanlı Sosyalist Fırkası, Halk İştirakiyyun Fırkası, hatta Türkiye Komünist Fırkası’nın ‘legal’ ve faaliyette oldukları, buna karşılık 1925-1945 yılları arasında bunların hepsinin yasaklı oldukları söylenmemiş, olduğu varsayılan ‘ferasetine’ bırakılmıştı...
Cumhuriyet, devlet başkanının ya doğrudan halk tarafından, ya da onun yetki verdiği temsilcileri tarafından seçildiği, yani başında bir ‘monark’ olmayan devlet şekli demekti ve bunun demokrasiyle ya da diktayla uzaktan yakından ilgisi yoktu. Cumhuriyetin elbette kendine özgü bazı kurumları da vardı. (Olduğu varsayılır.)
Bu kurumların aslında devletin şekliyle ilgileri yoktur, o iki düzende birbirlerini dışlamazlar, ‘mutually exclusive’ sayılamazlar, birinden ötekinde de bulunabilir ya da bulunmayabilir. Örneğin senato Osmanlı’nın son on yılında vardı ama bugün bizde yok. Cumhuriyetimizin 1961-1980 döneminde vardı ama artık yok. Demek ki ‘cumhuriyete özgü’ (intrinsic) bir kurum değil. Tıpkı bunun gibi, Danıştay da, Sayıştay da, Yargıtay da Tanzimat döneminin kurumlarıdır ve cumhuriyete özgü değillerdir (Şura-yı Devlet, Divan-ı Muhasebat, falan filan.)
Fakat meşruti saltanat dönemimizde siyasi partiler de vardı, yüksek yargı organları da vardı, parlamento da vardı, genelkurmay da vardı da bir YÖK yoktu örneğin!... Milli Güvenlik Kurulu da yoktu... Ama bunlar Atatürk devrinde de yoklar, İnönü devrinde de!
Öyleyse nelerdir şu ‘olmazsa olmaz’ demokratik cumhuriyet kurumları, bilen varsa bana da anlatsın.
Bütün bu bilgiler ‘ortamektep yurttaşlık bilgisi dersi’ düzeyindelerdi ve bunları bilmeyen liseye gidemezdi. Ama Türk basınında köşe yazarlığı yapabilirdi.
Demek ki Türk siyasetinde ana muhalefet liderliği de yapabilirmiş...
Gençler bilmezler, Sayın Baykal politikaya atılmadan önce üniversitede hocaydı da, hani o bakımdan ilgimizi çekti yani...
Sayın Baykal, bildiğimiz kadarıyla dinciler arasında hiç ‘padişahçı’ yok. Birkaç ‘egzantrik’ vardı ama onların sesi artık pek çıkmıyor. Kimse ne Ertuğrul Osmanoğlu’nu tahta çıkarmayı düşünüyor, ne de Birinci Recep ile yeni bir hanedan başlatmayı...
Gene de, sizi de mutlu etmek için, geliniz çocuklara öğretilen bir cumhuriyet tanımında uzlaşalım. O da şu: Cuumhuuriyeeeet haayaaat demeeek, yüükselmeyeee kaanaaat demeeeek... Vallahi öyle.
Akşam, 26 Ağustos 2006
|