|
|
|
Mi'rac öncesi namaz seferberliği |
Toplumda namaz bilinci ve duyarlılığı meydana getirmek için bir araya gelen Namaz Gönüllüleri Plâtformu, ilk kez basın önüne çıktı. Şehzade Mehmed Restaurant’ta gerçekleştirilen ve sunuculuğunu Senai Demirci’nin yaptığı toplantı Kur’ân-ı Kerim tilavetiyle başladı. Programda platform üyeleri adına konuşan yazar Abdullah Yıldız, “Beş vakit namazın bize hediye edildiği Mir'ac gecesinin arefesinde, sizleri, dünya ve ahiretinizi kurtaracak bir seferberliğe çağırıyoruz: ‘Namazla Diriliş’ seferberliğine!.. Sizleri namaz kılmaya, şayet kılıyorsanız ona dört elle sarılmaya, hiç kazaya bırakmıyorsanız bile huşûyu keşfetmeye ve namaz için çalışmaya dâvet ediyoruz” dedi.
Namaz için yazanlar ve namaz dâvâsına gönül verenler olarak bir araya geldiklerini ve namazı milletin gündemine getirmeye karar verdiklerini, bu kapsamda birçok toplantı, konferans, panel, program yaptıklarını belirten Yıldız, önümüzdeki dönem için namazı anlatan kasetler, CD’ler, VCD’ler, filmler, radyo-TV programları, sempozyumlar, kongreler ve benzeri faaliyetler plânladıklarını söyledi. Yıldız, Platform olarak hazırladıkları Namazla Diriliş kitapçığının basımı ve dağıtımının yanısıra namazla ilgili toplantılar için de herkesten destek beklediklerini ifade etti.
İyi niyetli bir çalışma
Yeni Asya Gazetesi yazarlarından Süleyman Kösmene de bu platforma kısa bir süre önce katıldığını ve iyi niyetli bir çalışma olarak gördüğünü ifade etti. “Hizipleşmeden, gruplaşmadan, namaz kılanlar-kılmayanlar gibi bir ayırıma gitmeden temel kilit meseleler üzerinde durarak, namazın Allah’ın emri olduğu yönünde topluma anlatılması ve kucaklayacı bir şekilde işlenmesinde fayda var. Herkese açık olması gerekiyor” diyen Kösmene, yaşadığı şehir ve bölgede namazla ilgili toplantılara katılarak Platforma destek vereceğini ifade etti. “Mü’minin Miracı Namaz” başlıklı kitabında da namaz konusunda yaşanan ve pratik hayattan gelen sorunlara, sorulara cevap verdiğini söyleyen Kösmene, toplumun beş vakit namazın pratik olarak sevdirilmesi, bütün şartlarda namazı kılabilecek şekilde zorlukları aşması için yol göstermek gerektiğini vurguladı.
Namazımızı ihya etmeliyiz
Namazın ehemmiyetini çok geç farkettiğini belirten sanatçı Engin Noyan ise, “Bugün çok büyük sıkıntılar geliyorsa başımıza, hiç kuşku yok ki, bunun en önemli sebeplerinden birisi namaz konusundaki aşırı ihmalkârlığımızdır. Birşeylerin değişmesini istiyorsak, değişime kendimizden başlamalıyız. Kendi namazlarımızı ihya etme çabası sarfetmemiz gerekiyor” şeklinde konuştu.
Camiler cazibe merkezi olsun
Eğitimci-Yazar Vehbi Vakkasoğlu da namazı gündeme taşıdığımız kadar, camileri de cazibe merkezi yapmamız gerektiğini ifade etti. Namaz kılmakla birlikte ahlâklı olmanın da çok önemli olduğunu vurgulayan Vakkasoğlu, “Namaz kılanların namazın emrettiği ahlâkı yaşamamaları namazdan kaçırıyor” dedi.
“Gündem yapılmaya çalışılan konulara baktığımızda bunlar esfel-i safilin değilse, nedir diye sordurtan konular olduğunu görüyoruz” diyen Yıldız Ramazanoğlu, böyle bir dönemde namaz seferberliğinin başlatılmasının çok anlamlı olduğunu söyledi.
|
Naciye KAYNAK
/ İSTANBUL
20.08.2006
|
|
|
Kur’ân mucizedir |
İlâhiyatçı Profesör Thomas Naumann'ın, Siegen Üniversitesindeki bir toplantıda yaptığı konuşmadan bölümler: * Kur’ân’ı ve Müslümanları tanımayanlar, İslâmın insanları zulme, baskıya ve toleranssızlığa teşvik ettiğini düşünüyorlar. Oysa Kur’ân bunun tam aksini söyler: Müslümanlık bir sulh dinidir ve zorbalığı kat’iyen men eder. * Müslümanlar Bizans’ı fethettiklerinde, bu, zorbalığa uğramış dinî azınlıklar için hürriyete yelken açmak gibiydi. * Avrupa İslâm âlemine çok şey borçludur. Sıfır rakamı ve logaritma gibi matematik kurallarını, astronomi ve tıbbı İslâm dünyasından öğrendi. Sanat ve mimarlık gibi daha birçok alanda da Avrupa Müslümanlardan çok şey aldı. * Kur’ân, cezaleti, belâgati ve fesahati ile en büyük kelâmcıları dahi susturmuş İlâhî bir kelâmdır. Bu kelâmın benzeri olamaz. Katıksızdır, eşsizdir ve mucizedir. * Muhammed (a.s.m.) insanlığa insanlığı öğretti, medeniyeti getirdi. Onun insanlığa sunduğu medeniyetin bir benzerini dünya tarihinde hiç kimse getirememiştir. İşte onun karşısında, huzurunuzda saygı ile eğiliyorum.
Bugün Almanya’da dinî azınlıklar içinde İslâm 3,2 milyon gibi büyük bir nüfus ile ilk sırayı teşkil ediyor. Müslüman halkın Almanya’daki entegrasyonu sadece bu büyük rakamdan dolayı zor değil, Müslümanlar hakkında menfî propaganda yapan medyanın bu entegrasyon yolunda büyük bir mani olması da önemli bir rol oynuyor.
Avrupa (Hıristiyan ve Batı âlemi) İslâmdan korkuyor ve aşırı önyargı ile yaklaşıyor. Avrupa için İslâm, bilâkis 11 Eylül olayından sonra Batı değerlerine münâfî bir din olarak algılanıyor; Avrupa’nın bu menfî tutumu ise yeni değil, tarihe bakarsanız bunun Ortaçağa kadar uzandığını görürsünüz.
Neden Avrupa İslâmdan korkuyor ve İslâm dini hakkında menfi bir tablo çiziyor? İşte bunların historik ve teolojik sebeplerini sizlere izah edeceğim:
‘Arte’ adındaki bir Alman kanalında 1997 yılında yapılan bir araştırma sonucunda, Alman halkının % 47’sinin İslâmdan korktuğu ifade ediliyor. Bugün bu rakam 11 Eylül olayı sayesinde muhakkak artmıştır.
Evet şimdi gelelim ana sorumuza: ‘Avrupa İslâmdan neden bu kadar korkuyor? Bunun asıl sebebi ne?’ Bilindiği gibi bugün İslâm, büyük bir suistimale uğruyor, İslâm birtakım fanatikler için din olmaktan çıkıp, bir nevî ideoloji haline getiriliyor. Gerçek İslâmın bu suistimale uğramış İslâm ile hiçbir alâkasının olmadığını Avrupa aslında çok iyi biliyor; onların asıl korkusu İslâm dininin dünyaya hâkim hâle gelmesi ile beraber, inananlar üzerinde bıraktığı olağanüstü etki.
Yoksa ki Avrupa’nın ta kendisi fanatizme, radikalizme, savaş ve zulme uzun zaman beşiklik etmiştir. İşte buyrun örneklerden bir tanesi: 1. Dünya harbinde Almanlar ile Fransızların birbirleriyle savaşmış olmaları ve bunu yaparken de her iki tarafın bunu Hıristiyanlık adına yapmış olmasıdır.
Bugün böylesi bir hareketi, Hıristiyanlığın siyasî bir takım amaçlar için sûistimal edildiği yönünde yorumluyor ve bu hareketin Hıristiyanlıkta ‘nachstenliebe’ diye adlandırılan kardeşlik sevgisi hususundaki bu mesaja tezat teşkil ettiğini görüyoruz.
İslâm mevzuunda cihad, fanatizm ve radikalizm, farklı inanç mensuplarına karşı toleranssızlık, kadın haklarının rencide edilmesi gibi bir takım yanlış önyargılara kapılıyoruz ve bu İslâm-Hıristiyan diyaloğunu felce uğratıyor. Samimane ifade etmeliyim ki, Kur’ân’ı ve Müslümanları tanımayan ve bilmeyenler İslâmın insanları zulme, baskıya ve toleranssızlığa teşvik ettiğini düşünüyor, oysa ki Kur’ân bunun aksini iddia eder; Müslümanlık bir sulh dinidir, tüzüğü barıştır ve zorbalığı katiyyen men eder.
1988 Rus İmparatorluğunun yıkılışı gerçekleştiğinde, o zamanın NATO baş âmiri John Galvin, Brüksel’de yaptığı veda konuşmasında dünya tarihinin gelecek savaşını ima edercesine şöyle konuştu: ‘Soğuk savaştan galip çıktık. 70 senelik yanıltıdan sonra 1300 senedir asıl sorun teşkil eden hususa gelelim: Bu İslâm ile olan mücadelemizdir.’
‘Profil’ namında Avusturya’daki bir gazete 1993’te komünist manifestosuna dayanan bir konuyu içeren makaleye şu ünvanı verdi: “Karanlık gökyüzündeki ayça. İslâm Avrupa’da hortladı. ‘Kırmızı’ tehlikeden sonra şimdi de ‘yeşil’ tehlike mi bizleri yoksa tehdit edecek?”
Bugün farklı başlıklarda buna benzer birçok manşetlere rastlayabilirsiniz.
Samuel Huntington, 500 sayfa içeren ‘Cash Of Civilization’ adındaki kitabında İslâm ve Batı âleminin çarpışmasını, 21. yüzyılın dünya siyasetinin çatışma ekseni olarak görüyor ve bunu bugün çoğu analizler tasdik ediyor. Ne Hinduizmden, ne Avrupa’daki çekici Budizmden, ne de Şintoizm veya başka bir dünya dininden, Avrupa, İslâmdan korktuğu kadar korkmuyor.
Farz edinki, bugün üniversitemizdeki Müslüman bir öğrenciye deniliyor: ‘Senin dinin bir yalancının uydurmuş olduğu hurafelerden ibaret, özü zulme dayalı, terörizmin rehberliğini yapan, kadını tabiî haklarından mahrum bırakan bir din ve gerilemeye vesile olan bir faktör olmaktan başka bir şey değildir.’
Bu nasıl bir zihniyet? Bu nasıl bir tutum? Bana Muhammed gibi dünyada gelmiş geçmiş bir insan gösterebilir misiniz? Muhammed’in getirdiği sisteme benzer bir beşer sistemi kurulmuş mudur? Onun insanlığa sunmuş olduğu medeniyetin benzerini dünya tarihinde hiç kimse getirememiştir.
Evet her iki tarafın da arzuladığı Hıristiyan-Müslüman diyaloğu bu şartlar altında gerçekleşmesi neredeyse imkânsız gözüküyor. Yani Hıristiyan âlemi, İslâm âlemine bu şekilde yaklaştığı sürece bir diyalogdan bahsetmek mümkün değil; Almanya’daki Müslüman azınlığın entegrasyonunu kolaylaştırmak ve bir Hırıstiyan-Müslüman diyaloğunu gerçekleştirmek için iki tarafın ortak yönlerine ağırlık vererek, köklere odaklanarak paralel bir çizgide buluşulması gerek.
Almanya’nın Siegen şehrinde yaşayıp, Protestan dindarların tutumuna az veya çok âşina olanlar veyahut da buranın günlük, yerel gazetesini okuyanlar, İslâma karşı beslenen ön yargıların ne kadar kalıplaşmış hale geldiğini kolaylıkla fark edebilir.
Asırlar boyunca Hıristiyan Avrupa’nın İslâma olan taarruzu başka hiçbir dine karşı bu boyutta sergilenmemiştir. Muhammed’i (asm) yalancılıkla itham edip, misyonunu insanlar arasında kılıç ve ateş sayesinde yaydığını iddia edenler, Allah’ı acımasız, despotça ve gaddar bir ilah olarak tarif ederek insanların zihinlerini bulandırmaya çalışırlar. Bunlar hiçbir şekilde hakikate dayanmayan, şuursuz ve bilinçsiz yapılan birtakım söylentiler olmakla beraber şunu ifade etmeliyim ki bu seviyesiz ve bilinçsiz tutumun kaynağı farklı sebeplere dayanır. Hıristiyan Avrupa’nın İslâmdan korkmasının sebebi, “İslâmın Almanya’yı fethetmesi” ve “Almanya toprağında gerçekleştirilen cihad”.
İslâmın ilerlemesinden korkanların buna yönelik gayretleri de var. Amaca araçlık edercesine birtakım Kur’ân âyetleri bilinçli bir şekilde farklı yorumlanarak ve ifadeler özünden uzaklaştırılarak, yanlış yorumlarla İslâmın imajı zedelenmek isteniyor. Oysa Kur’ân cezaleti, belâgati ve fesahati ile en büyük kelâmcıları dahi susturmuş İlâhî bir kelâmdır. Bu kelâmın benzeri olamaz, doğrudan doğruya Allah’ın (c.c) kelâmıdır. Katıksızdır, eşsizdir ve akıl almaz bir mucizedir.
Hıristiyan Avrupa’nın İslâma karşı olan önyargısı birtakım tarihî sebeplere de dayanıyor. Fakat bunun yanı sıra bilinmesi gereken birşey var ki, o da bu önyargılar İslâmı dinî bir sistem olarak hedef alıyor ve bu hâl, Ortaçağın başına, yani 8. yüzyıla kadar uzanıyor. Arap-Müslüman âleminin hırs, kin ve nefreti ise tarihî açıdan pek o kadar da eskilere dayanmıyor; İslâm âlemi ile Batının birbirine olan kininin sebebi çok farklı. Dün ve bugün Avrupa direkt İslâmı bir din olarak hedef alırken ve dünyaya hâkim olmasından korkarken; İslâm âlemi bugün Hıristiyan Avrupa’dan ziyade, yani bir dünya dini olan Hıristiyanlıktan ziyade, Batıyı ve bununla birlikte tahakküm politikasını ve bilâkis sekülerizasyonu (dünyevîleşmeyi) hedef alıyor. Yani İslâm âlemi dünyevîleşmeye karşı tepkisini gösterirken; Batı âlemi, İslâmın zirveye ulaşmasından korktuğundan onunla mücadele ediyor. Batı bir benlik derdine düştü; askerî cephede savaşırken İlâ-i Kelimetullah gibi bir amacı yok. Onun derdi birincilik, benlik, ene...
TARİHî GENEL BAKIŞ
7. Yüzyılda beklenmedik bir
şekilde başlayan İslâmî gelişme
4. yüzyılın başında 300 yıldan beri yaygınlaşan Hıristiyanlık, Roma İmparatorluğunda bir devlet olarak kabul edildi. Ve birden 7. yüzyılın başında bir ışık parladı Hira’dan. Gittikçe aşikârlaşan bu ışık kısa zaman içinde bütün dünyayı aydınlattı. Bizans hükümdarlarının orduları, İranlılarla yaptıkları savaşlardan yorgun düşerken, defalarca Müslümanlara karşı mağlûp düştüler.
Kudüs’ün ve Şam’ın fethinden sonra Müslümanlar, Mısır’a, Afrika’ya, kuzeye, yani Konstantinopol’e doğru ilerlediler. Mekke’de Müslüman camianın oluşmasından takriben 100 sene sonra Emeviler dünya tarihinde eşi görülmemiş bir dünya hâkimiyeti sağladılar. 711’de doğunun sonu olan İndus nehrine ulaşıldı ve 719’da dünyanın öte başında 800 yıllık İspanya tarihine giriş yapılmaktaydı.
Böylece üç asır boyunca Hıristiyanlığın elde ettiği topraklar, kısa zaman içinde elden çıkıyordu... Suriye, Filistin, Kuzey Afrika...
Eskilerin çöl insanları, bedevîleri diye adlandırılan bu bir avuç topluluk, kısa zaman içinde öyle ilerlemişti ki, Bizanzs ve Roma İmparatorlukları artık hâkimiyet sağlamakta zayıflamış ve endişelenmeye başlamıştı.
Evet gerçek o ki İslâmın bu hızlı ilerleyişi o zaman olduğu gibi bugün de Hıristiyan âlemini endişelendiriyor. Dolayısıyla 7. yüzyıldaki İslâmın ilerleyişi hakkında Avrupa tarihçileri yeterli ve doğru bilgiye sahip olmadıkları gibi, İslâm hakkında vermek istedikleri o “kötü imajı” 20. yüzyıla kadar taşıdılar ve insanlara bunu aşılamaya çalıştılar. (Meselâ Cihad konusu bugün kasıtlı bir şekilde sûistimale uğruyor).
1700’lü yıllara bakılacak olursa, bu menfî propaganda açık bir şekilde ortaya çıkacaktır. İngiliz tarihçi Edward Gibbon, Oxford’da yazdığı eserinde birtakım Latince kaynaklar öne sürerek, şu ifadeyi kullanır: ‘Muhammed bir elinde kılınç, bir elinde Kur’ân, Hıristiyanlığı ve Roma İmparatorluğunu târümâr etti.’
Tarihî açıdan Gibbon’un bu ifadesi tamamen yanlıştı. Zira İslâm Gibbon’un tarif ettiği gibi kılınç ve zorbalık sayesinde ilerlememiştir, İslâm zorbalığı ve zulmü kesinlikle meneder. Gibbon’un İslam hakkında çizdiği bu tablo, İslâm karşıtları tarafından defalarca malzeme olarak kullanılabilmiştir ve 20. yüzyılın 80’li yıllarına kadar bu şekilde yaygınlaşmıştır.
Tarihçiler İslâmı kasıtlı olarak bu şekilde yorumlarken; kendi özgeçmişlerini yani Hıristiyan Avrupa’nın zorbaca zulümkâr yıllarını unutmuş olmaları gerek. Altını çizerek ifade etmek isterim ki, zulüm, İslâm tarihinde değil, Hıristiyanlık tarihinde ‘engizisyon mahkemeleri’ adı altında gerçekleşmiştir. Nice dehanın askıya asıldığı bu karanlık zaman dilimini kimse hatırlamak istemiyor gibi... Kendi öz tarihinin kara lekelerini başkalarına mal etmeye çalışanlar bugün kendi özgeçmişlerinden utansınlar.
17. yüzyılda Hıristiyanlar tarafından tekrar fethedilen İspanya ve Latin Amerika buna bariz birer örnektir; dinî azınlıklara Hıristiyan olmaktan veya ölümden başka bir çözüm bırakılmamıştır.
Bütün bunlara karşılık, 7. yüzyılda İslâm, bugün çoğunun düşündüğü gibi değil, çok farklı bir tarzda yayılmıştır. Bizanslılar birtakım oriyentalist kiliselere baskı uygularken, Yahudileri Hıristiyanlığa geçmeleri için zorluyorlardı. Müslümanlar, Bizans’ı fethettiklerinde, bu, zorbalığa uğramış dinî azınlıklar için hürriyete yelken açmak gibiydi. Zira Müslümanların, Hıristiyan ve diğer farklı dinlerin mensuplarına karşı uyguladığı metod çok farklı idi; öncelikle Kur’ân’a göre Hıristiyan ve Yahudiler, inançsız insanlar ile bir kefeye koyulmadığından, farklı bir muameleye tabi tutuluyorlardı. Yahudi ve Hıristiyanların bu statüsü birtakım koruma haklarını beraberinde getiriyordu. Müslüman hâkimiyeti altında yaşayan Yahudi ve Hıristiyanlar ödemeleri gereken belli bir miktar vergiye mukabil dinlerini özgürce yaşayabilme gibi bir çok haklardan yararlanabiliyorlardı. Evet, açıkça görüyorsunuz ki, bugün tarihi nefsine göre yorumlamak isteyenler, her şeyi çarptırarak anlatıyorlar. Bunların iyi bilinmesi gerekir.
Oryantalist Albrecht Noth’un görüşlerine göre, İslâmın 7. yüzyıldan itibaren süratle ilerlemesinin sebebi, Müslüman Arapların hâkimiyeti altına aldıkları bölge halkına mülâyim ve yumuşak davranmaları. Onlarla yaptıkları anlaşmalarda vergiden ziyade halkı ön plana koyduklarından Müslüman hâkimiyeti altında yaşayan dinî azınlıklar herhangi bir sorun teşkil etmemekle beraber bu şekilde İslâm aralarında büyük rağbet gördü.
Evet, Avrupa İslâm âlemine çok şey borçludur; 8. yüzyıldan itibaren dünyaya hâkim olmaya başlayan İslâm âlemi aynı zamanda ekonomi, san’at, ticaret gibi alanlarda dünyaya önderlik yaparken, birçok keşifler ile insanlık adına büyük adımlar atıyordu. Birçok Müslüman halifesinin sayesinde, Emevî ve Abbasi devleti gibi tarihte görülmemiş bir dünya hâkimiyeti sağlanmış ve topraklar 500 seneyi aşkın idare edilmişti. Müslüman Araplar sayesinde Yunan felsefeci, matematikçi ve doktorların yazıları öğrenildi. Meselâ matematikteki sıfır rakamı veya logaritizm gibi matematiksel kuralları, Avrupa, İslâm dünyasından öğrendi, tıpkı astronomiyi ve tıbbı onlardan öğrendikleri gibi. San’at ve mimarlık gibi daha birçok alanda Avrupa, Müslümanlardan birçok şey aldı.
Avrupa, Müslüman âlemi ile Haçlı seferleri sayesinde karşı karşıya geldi. Burada şunu da ifade etmeliyim ki, yeni çağın Avrupa anlayışına göre, Haçlı seferleri İslâm ve Hıristiyanlık arasında gerçekleşen bir dünya çatışması, iki komşu dünya kültürünün ölüm kalım savaşı olarak ifade ediliyor. Bu perspektif de yine 18. yüzyılın İngiliz tarihçilerinden olan Edward Gibbon’a dayanıyor. Fakat ısrarla ifade etmeliyim ki, bu tamamen yeni çağ Avrupa’sının bir uydurmasıdır, yani zamanın kaynakları bizlere bambaşka bir tablo çiziyor. Haçlı seferleri Avrupa-Hıristiyan perspektifinden İslâm âlemine ve dinine karşı gerçekleştirilmiş bir “cihad” niteliği taşımaktadır; aksine bunlar kin ve hınç ile dolu kalplerin, silâh ile donanmış bir ordunun Filistin’e yürüyüşü, İslâm hakimiyeti altında bulunan yerleri tekrar Hıristiyan hâkimiyeti altına alma çabasının adıdır. Oysa Arap Müslümanlar, Haçlı seferlerinin düzenlenmesindeki bu niyetin farkında değillerdi, onlar her zamanki gibi eski düşmanları olan Bizans’a karşı savaşıyorlardı.
1098-1291 arasında gerçekleşen Haçlı seferlerinde bu iki farklı kültürün, dinin çatışmasında Avrupa, İslâm âleminden birçok şey öğreniyor, Müslüman Arap âlemindeki gelişmeyi hayranlıkla seyrediyordu. Evet şunu ifade etmeliyim ki; Avrupa, İslam dünyasıyla karşılaşmasa idi, ne 12. yüzyılda gerçekleşen Avrupaî düşüncenin rönesansı, ne de 15. ve 16. yüzyılda İtalya’daki sanatların rönesansı anlaşılabilirdi.
Tarihi iyi bilmek gerekir, tarih gerçektir ve tarih arzulandığı gibi yorumlanamaz. İslâm, dünyaya çok şey öğretti. Son olarak, Felsefeci Friedrich Wilhelm Hegel’in ifadesi ile, İslâm, çölü temizledi (reinigende revolution des orients). Hz. Muhammed insanlığa insanlığı öğretti, medeniyeti getirdi. İşte o Muhammed’in karşısında huzurunuzda saygı ile eğiliyorum.
|
Tercüme: Tuğba AKTAŞ
20.08.2006
|
|
|
İran uçağını Türkiye engelledi |
ABD’nin en çok satan gazetesi USA Today, geçen ay İran’dan havalanan ve Hizbullah’a silah götürmekte olduğu düşünülen bir kargo uçağının Suriye’ye ulaşmasının, ABD’nin girişimiyle ve Türk ve Irak hükümetlerinin işbirliğiyle engellendiğini yazdı.
|
20.08.2006
|
|
|
Gül İsrail yolcusu |
Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül, Lübnan'a gerçekleştirdiği ziyaretin ardından bu kez de İsrail ve Ramallah’ı ziyaret edecek.
Gül, bugün öğleden sonra özel uçakla geleceği İsrail’de doğrudan Kudüs’e geçerek, ilk buluşmasını King David otelinde İsrail Savunma Bakanı Amir Peretz ile yapacak. Gül, Peretz’den sonra İsrail Dışişleri Bakanı Tzipi Livni ile bir araya gelecek.İsrail Başbakanı Ehud Olmert tarafından da kabul edilecek olan Gül’ün, İsrail temasları sırasında, İsrail ile Lübnan arasındaki çatışmaların sona erdirilmesini ve ateşkesi sağlayan 1701 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararına Türkiye’nin verdiği desteği dile getirmesi bekleniyor. Görüşmelerde ayrıca, güney Lübnan’a, Lübnan ordusunun yanı sıra konuşlandırılması beklenen uluslararası gücün oluşturulması konusunun da ele alınacağı tahmin ediliyor.
Abdullah Gül, İsrail’deki temaslarını tamamlar tamamlamaz, akşam saatlerinde doğrudan Batı Şeria’ya geçerek, Ramallah’taki Mukata Karargahında Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas ile görüşecek. Gül’ün Abbas ile görüşmesinde de Filistin’deki son gelişmelerin ele alınacağı belirtiliyor. Gül, Abbas ile görüşmesinden sonra Türkiye’ye dönecek.
Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül, bölgeye gelmeden önce de geçen Çarşamba günü Lübnan’a günübirlik bir ziyarette bulunmuştu.
|
/ KUDÜS
20.08.2006
|
|
|
Erdoğan Bush’la 2 Ekim’de görüşecek |
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 2 Ekim Pazartesi günü ABD Başkanı George W. Bush ile görüşecek. Alınan bilgiye göre, Başbakan Erdoğan’ın ABD’ye yapacağı ziyaretin tarihi önceki gün kesinleşti.
Taraflar, Erdoğan ile Bush’un görüşme takvimini 2 Ekim Pazartesi olarak belirledi. Erdoğan’ın ABD’ye yapacağı ziyaretin detayları üzerinde çalışmalar sürüyor. Bu arada, Almanya Başbakanı Angela Merkel’in 5-6 Ekim 2006 tarihlerinde Türkiye’ye yapacağı resmi ziyarette herhangi bir değişiklik olmayacağı bildirildi.
|
/ ANKARA
20.08.2006
|
|
|
ÖSYM 4.5 günde, bir sınav yaptı |
Türkiye’de ÖSYM ve Milli Eğitim Bakanlığı dahil, özel dershaneler, kurumlar ve kuruluşlar neredeyse sınavlara kilitlenmiş durumda.
Yaz ayları da dahil, insanlar hemen her hafta sonu, sınav yerlerine giderek ümitlerini tazeliyor. Kimi iş için, kimi ilköğretimden ortaöğretime geçmek, kimi de üniversite bitirebilmek için sınava giriyor. Anne babalar ise, ümitle sınav merkezlerinin önünde çocuklarını bekliyor. Her ailede 1 veya 2 kişi ayda bir, iş, okul ve benzeri faaliyetler için sınavda ter döküyor.
Türk Eğitim Derneği’nin bu yıl yapılan araştırmasına göre, 22 yaşındaki bir genç, 16 yıllık ilkokul (ortalama 8 ders, her ders için 1 yılda 6 sınav), ortaokul (ortalama 13 ders, her ders için 3 sınav), lise (ortalama 16 ders, her ders için 1 yılda 6 sınav) ve üniversitede (ortalama 16 ders, 1 yılda 6 sınav) olmak üzere 16 yılda bin 138 sınava giriyor. Bu rakama kurtarma yazılılar, ara testler ve sözlüler dahil değil. Bu sınavların ortalama 40 dakika olarak düşünülmesi durumunda 16 yıllık dönemde bir genç 45 bin 520 dakika ve 758.5 saatini, yani yaklaşık 32 gününü sınavda geçiriyor. Uzun yıllar iş bulamayan gençler ise neredeyse ömürlerinin önemli bir bölümünü sınavda ya da sınav hazırlıkları için harcıyor. Bu yüzden, özellikle son yıllarda dershanelerde, strese giren öğrencilere yardımcı olmak amacıyla psikolog bile bulundurulmaya başlandı.
Bağımsız Eğitimciler Sendikası’nın son yaptığı araştırmaya göre, sınavlar da dahil veliler 40 farklı isim ve gerekçeyle eğitime para ödüyor. Bunların başında ise sınavlar geliyor. Bunlar şöyle:
“İsteğe bağlı zorunlu bağış, eğitime katkı payı aidatı, vakıf parası, okul aile birliği aidatı, hafta sonu yetiştirme kurs parası, Kızılay’a yardım parası, diploma parası, muhtelif günlere özgü hediye parası, dergi parası, yardımcı kitap parası, elektrik parası, su parası, telefon parası, kapı, musluk vb. tamir parası, hizmetli katkı parası, spor kolu parası, okul forması, eşofman parası, tiyatro ve temsil parası, gezi parası, bayram törenleri için kutlama ve kıyafet parası, bilgisayar, tepegöz vb. alım parası, fotoğraf parası, sınıf köşelerini düzenleme parası, bayramlar için süs ve süsleme parası, perde parası, teşekkür, takdir belgesi parası, tebeşir, tahta kalemi parası, masa örtüsü parası, kalorifer ve kaloriferci parası, boya, dekorasyon ve tamirat parası, okul bekçi, güvenlikçi parası, okul arması parası, fotokopi ve sınav parası, servis ücreti, pul parası, sınıf temizletme parası, temizlik malzeme parası, okul etkinlikleri bilet parası, yakıt parası, paso parası”.
|
/ ANKARA
20.08.2006
|
|
|
İlhan Selçuk'a tepki yağıyor |
Hacı Bektaş-ı Veli törenlerinde yaptığı konuşmada, “Başörtüsü, insan hakkı değildir” diyen Cumhuriyet Gazetesi Başyazarı İlhan Selçuk’a tepki yağıyor.
Sağlık-İş Sendikası Genel Başkanı Mustafa Başoğlu, Selçuk’un, Kur’ân-ı Kerim’den kaynaklanan bir dinî vecibeyi reddettiğini belirterek, “İlhan Selçuk gibi bazı kişiler başörtüsüne takarak ve başörtülüleri adeta aşağılayarak onların bir insan hakkını kullanmalarına engel olmaya çalışmaktadırlar. Esas insan haklarına karşı olan bu tavırdır” dedi.
Ne Selçuk ne de başkaları, başörtüsüne karşı çıkarak böyle bir dinî vecibenin ortadan kaldırılmasını başaramayacaklarını kaydeden Başoğlu, “Yapılan tüm kamuoyu yoklamaları, vatandaşların yüzde 70’inin başörtüsüne karşı olmadığını göstermektedir. Kur’ân-ı Kerim’e ve millete rağmen kural konulamaz, konulsa bile yaşatılmaz. Selçuk, eğer İslâm’a inanıyorsa tövbe edip, iman tazelemelidir” diye konuştu.
CHP DE TEPKİ GÖSTERDİ
CHP’li Mehmet Yıldırım da, “Kadınlarımızın yüzde 80’inin başı örtülü. Bunların hiçbiri cumhuriyete karşı değil” derken, İnsan Hakları Komisyonu Üyesi CHP’li Ahmet Ersin ise “Kanunlar çerçevesinde herkes istediğini giyebilir. Bu doğal haktır” değerlendirmesinde bulundu.
Komisyonun AKP’li üyesi Zafer Hıdıroğlu, bu yaklaşımın ‘çağdaş yobazlık’ olduğunu savunurken Manisa Milletvekili Hakan Taşçı, başörtülülere müdahale etmenin insan haklarına aykırı olduğunu kaydetti.
|
Fatih KARAGÖZ
/ ANKARA
20.08.2006
|
|
|
PKK ve DHKP/C terör örgütleri listesinde |
Eski SAS komandosu ve terör uzmanı Barry Davies’in ‘’Terörizm’’ adlı kitabındaki 55 terör örgütünün yer aldığı listede PKK ve DHKP/C de bulunuyor.
Davies, kitabında 18 yıl boyunca SAS’ta dünyanın en sorunlu bölgelerinde görev yaptığını, 1977’de Mogadişu’da Lufthansa Havayolları uçağının kaçırılmasına yönelik harekattaki başarılarından dolayı Britanya İmparatorluğu Madalyası ile ödüllendirildiğini belirtiyor. ‘’Hayatımın çoğunu terörizmle savaşarak geçirdim, fakat daima onu tanımlamakta, tanımlamayı bırakın anlamakta zorlandım. Çoğumuz gibi ben de birtakım basit gerçekleri gözden kaçırarak bazı yorum ve yargılarda bulundum’’ yorumunda bulunan Davies, eserinde terörist örgütlerin tarihçesine değiniyor.
İngilizler’in elit anti-terör birimlerinde yıllarca teröre karşı mücadele veren Barry Davies’in 55 örgüte yer verdiği listede, Ermenistan’ın Kurtuluşu İçin Gizli Ermeni Ordusu (ASALA), Kürdistan İşçi Partisi (PKK) ve Devrimci Halk Özgürlük Partisi/Cephesi (DHKP-C) de bulunuyor.
|
/ ANKARA
20.08.2006
|
|
|
Korgeneralin sözleri Rumları kızdırdı |
Güney Kıbrıs Rum Kesimi basını, Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri (KTBK) yeni Komutanı Korgeneral Hayri Kıvrıkoğlu'nun görev teslimi sırasındaki "Tarihte Türk ordusu Kıbrıs'a iki kez ayakbastı ve barış getirdi; barış ise savaşa hazır olmakla korunur" sözlerinin "tahrikkâr bir iddia" olduğunu ileri sürdü.
Rum tarafının yüksek trajlı gazetesi Fileleftheros haberi, "Yeni Komutan… Attila 'Barış Getirici'…" başlığıyla yansıttı. Korgeneral Hayri Kıvrıkoğlu'nun, "Türk ordusunun barış getirdiği ve barışın savaşa hazır olmakla sağlandığı" yönündeki açıklamasına yer verdi. Gazete, KTBK eski Komutanı Hasan Memişoğlu'nun, Barış Kuvvetleri'nin KKTC'nin toprak bütünlüğünün ve Kıbrıs Türklerinin güvenliğinin sağlanması hedefleri gerçekleştirilinceye kadar adadaki görevini sürdüreceği ve Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat'ın Kıbrıs Türklerinin izolasyonunun kaldırılması için verilen mücadelenin yasal ve haklı olduğu yönündeki açıklamalarına da yer verdi.
Mahi gazetesi de haberi "İşgal Ordusu İçin Yeni Komutan…" başlığıyla yansıttı, Kıvrıkoğlu, Memişoğlu ve Talat'ın konuşmalarına kısaca atıfta bulundu.
|
/ LEFKOŞA
20.08.2006
|
|
|
Sağlık Bakanlığı'ndan kuş gribi uyarısı |
Sağlık Bakanlığının, kuş gribi virüsü H5N1’in yeni bir insan virüsünün oluşumuna sebep olabileceğini dikkate alarak 15 Haziran tarihli ‘’Pandemik İnfluenza Ulusal Faaliyet Planı’’ genelgesi ile valilikler ve il sağlık müdürlüklerinden ‘’Ulusal Kriz Yönetimi Sistemi’’ kapsamında 18 Ağustos tarihine kadar ‘’İl Planı’’ hazırlamasını istediği öğrenildi.
Genelgede, kanatlı hayvanlarda hastalığa sebep olan ‘’İnfluenza’’ virüsünün, genetik alışverişte bulunarak, insandan insana geçme özelliğine kavuşan, yeni bir virüsün ve salgın (pandemik) ‘’influenza’’ türünün ortaya çıkmasının mümkün olduğuna ve tedbirler alınarak hazırlık yapılması gerektiğine dikkati çekildi. Genelkurmay Başkanlığından, bakanlıklara kadar çok sayıda kuruma gönderilen genelgede, muhtemel bir salgına karşı hazırlıklı olunması istenirken valilikler ve il sağlık müdürlükleri tarafından hazırlanacak ‘’İl Planları’’nın ise 18 Ağustosa kadar bakanlığa gönderilmesi istendi.
Adana İl Sağlık Müdürü Dr. Çağlar Çatak, şu anda herhangi bir salgın ve vak'a bulunmadığını belirtirken, genelgenin muhtemel bir salgına karşı yayınlandığını ve bir panik havasının oluşmaması gerektiğini söyledi.
‘Bakana ambulans’ haberine yalanlama
Bu arada Sağlık Bakanlığı, ''Elazığ Baskil ilçesinin ambulanssız bırakıldığı ve boğulma vak'asına ambulans ekiplerince müdahale edilmediği'' yönündeki basında yeralan haberlerinin gerçeği yansıtmadığını bildirdi. Bakanlıktan yapılan açıklamada, boğulma vakasıyla ilgili 112 Acil Komuta Kontrol Merkezine yapılan ihbarın ardından 12 dakika sonra Elazığ'a yaklaşık 25 kilometre mesafede hastanın alındığı ve yol boyunca hastaya kurtarıcı ilk müdahale yapıldığı bildirildi. Hastanın 112 ekiplerince Fırat Tıp Merkezi Acil Servisine nakledildiği belirtilen açıklamada, hastanın 17 Ağustos itibariyle yoğun bakımdan çıkarıldığı ve hayatî tehlikesinin bulunmadığı kaydedildi.
|
/ ADANA
20.08.2006
|
|
|
Koruyucu aile kavramı ilgi görmüyor |
Devlet Bakanı Nimet Çubukçu, ‘’Ülkemizde koruyucu aile kavramı ilgi görmüyor. Sorunun bizden kaynaklandığını düşünerek, yönetmelikte değişiklik yapmak üzere çalışma başlattık’’ dedi.
Bakan Çubukçu, Sivas gezisinin ardından geldiği Yozgat’ta, Vali Gökhan Sözer ile Belediye Başkanı Yusuf Başer’i makamlarında ziyaret etti. Daha sonra AKP İl Teşkilatına geçen Çubukçu, buralarda yaptığı açıklamada, aile odaklı korumaya önem verdiklerini belirterek, ‘’Çocuk ailesinin yayına gitmek isterse, ailesine gereken yardım ve desteği veriyoruz’’ diye konuştu.
Aileye Dönüş Projesi kapsamında geçen yıl 1800 çocuğun, bu yılın ilk 6 aylık döneminde ise 500 çocuğun ailelerinin yanına yerleştirildiğini ifade eden Çubukçu, şöyle devam etti:
‘’Vermiş olduğum bu rakamlar az gibi görünebilir ama bu rakam 20 kuruluş demektir, personel demektir. Ayrıca kurum ve kuruluşlarımızda çocuklarımıza istenildiği düzeyde anne, aile sevgisini de veremiyoruz. Çocuğun ailesinin yanında daha iyi koşullarda yetişebilmesi için kurum olarak gerekli desteği veriyoruz.’’
Avrupa ülkelerinde oldukça yaygın olan koruyucu aile uygulamasının Türkiye’de karşılığını bulmadığına dikkati çeken Çubukçu, şöyle konuştu:
‘’Çağrılarımıza, kampanyalarımıza rağmen koruyucu aile kavramı ilgi görmemiştir. Bunun bizden kaynaklandığını düşünerek, koruyucu aileyle ilgili yönetmeliğimizde değişiklik yapmak üzere çalışma başlattık. Koruyucu ailelerle ilgili aksayan yönler giderilecek, verilen destek de artırılacaktır.’’
|
/ YOZGAT
20.08.2006
|
|
|
Hayvanlara da pasaport geliyor |
Hükümet, özellikle hayvan kaçakçılığının önlenmesi için ‘hayvanlara’ da pasaport öngören yasa tasarısını TBMM’ye gönderdi.
‘Hayvan Sağlığı ve Zabıtası Kanunu’nun 3. maddesinde değişiklik öngören yasa tasarısına göre, hayvanlara ulusal hayvan kayıt sistemine pasaport çıkartılacak. Yine aynı tasarıya göre, hasta olan veya hasta olduklarından şüphelenen hayvanlar belirli bir süre belirli yerlerde karantina altında tutulacak. Hayvan hastalıklarının ihbarı konusunda veteriner sağlık teknikerleri de sorumlu olacak. Hayvan ve hayvansal ürünlerin naklinde, nakliye tezkeresi veya menşe şahadetnamesinin veteriner sağlık raporuna çevrilmesi ve bu raporların ve tanımlamaya tabi hayvanlarla ilgili pasaportların nakliyat sırasında bulundurulması mecburi hale getiriliyor. Yine tasarıyla ticarî amaçlı kasaplık hayvan kesimleri, bakanlıktan gerekli izinleri alınmış mezbaha veya et kombinasında yapılacak. Bu yerlere gelecek hayvanların menşe şahadetnamesi veya veteriner sağlık raporunun bulunması şarttı getiriliyor.
|
/ ANKARA
20.08.2006
|
|
|
DYP’den sünnet şöleni |
Doğru Yol Partisi Muğla İl Başkanlığı ve İl Kadın Kolları Başkanlığı’nın ortaklaşa düzenlediği sünnet şöleninde 100 çocuk sünnet ettirildi.
Muğla Öğretmenevi’nde düzenlenen şölende çocuklara konvoy halinde şehir turu attırılırken, ailelerine de yemek ikramında bulunuldu. DYP Muğla İl Başkanı Latif Sakıcı, “Bu yıl ilk defa sünnet şöleni düzenledik. Bu sünnet şöleninin gerçekleşmesi Kadın Kollarımızın fikridir. Bu mübarek bir iştir.Çocuklarımız bizim geleceğimizdir. Sünnet şölenini önümüzdeki yıllarda da sürdürmeyi planlıyoruz.” dedi.
İl Kadın Kolları Başkanı Seher Eşme de, “Muğla ve köylerinde bulunan toplam 100 çocuk aileleri ile birlikte eğlendi. Bu faaliyetlerimiz devam edecek. Sünnet için burada bulunan tüm ailelere teşekkür ediyorum” diye konuştu.
|
Ömer Faruk GÜLTEKİN
/ MUĞLA
20.08.2006
|
|
|
RTÜK'ten ATV'ye rekor ceza |
RTÜK, Mehmet Ali Erbil’in sunduğu programında bir vatandaşın pantolonunu indirmesi sebebiyle, ATV’ye 12 kez program durdurma cezası verdi.
RTÜK geçtiğimiz aylarda, Mehmet Ali Erbil’in sunduğu “Ya Şundadır Ya Bunda” programında bir vatandaşın pantolonunun indirilerek mahrem yerlerinin görünmesine sebep olduğu gerekçesiyle ATV’den savunma istemişti. Edinilen bilgiye göre ATV, savunmasında Mehmet Ali Erbil’i suçlayarak Erbil’e dâvâ açacağını belirtti. Olayın ardından ise, kanal programı yayından kaldırdı. 1 ila 12 kez arasında program durdurma cezası verme yetkisi olan Üst Kurul ise, konuyu görüşerek ATV’ye 12 kez program durdurma cezası verdi. RTÜK böylece bir rekora da imza attı.
|
/ ANKARA
20.08.2006
|
|
|
Özgür-Der yöneticilerinden hâlâ haber yok |
İnsan Hakları Derneği (İHD) Diyarbakır Şubesi, Özgür-Der yöneticisi Metin Demir, Mustafa Eğilli ve Mehmet Hasip Yokuş'un Irak'ın kuzeyinde 2 ay önce gözaltına alındığını ve halen kendilerinden haber alınamadığını bildirdi.
İHD Diyarbakır Şubesi'nden yapılan yazılı açıklamada, hayat ve güvenlik hakkının her yerde ve şartta güvence altında olması gerektiği belirtildi. Açıklamada, şöyle denildi:
''Özgür-Der Diyarbakır Şubesi yöneticisi Metin Demir 1 Haziran 2006 tarihinde, Özgür-Der Genel Merkez yöneticisi Mustafa Eğilli ve Diyarbakır Şubesi üyesi Mehmet Hasip Yokuş da 19 Haziran 2006 tarihinde Irak'ın Kuzeyi'nde, o bölgenin güvenlik güçleri tarafından gözaltına alınmıştır. Dernek yöneticilerinden bugüne kadar haber alamayan aileleri, İHD'ye başvuruda bulunmuştur. Bizler, insan hakları kurumları olarak, yöneticilerimizden oluşan bir heyetle Irak'ın kuzeyine giderek konuyu araştırıp, yetkililerle görüşeceğiz.''
|
/ DİYARBAKIR
20.08.2006
|
|
|
Meclis kararı şart |
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Kofi Annan ve Fransa Cumhurbaşkanı Jaques Chirac ile birer telefon görüşmesi yaptı.
Alınan bilgiye göre, Erdoğan, kendisini önceki akşam telefonla arayan Annan ve dün sabah arayan Chirac ile İsrail ve Lübnan arasında yaşanan gelişmeleri değerlendirdi. Kofi Annan, görüşmede, İsrail ile Lübnan arasında barışın kalıcı hâle getirilmesinin bölgede önemli olduğunu, konuşlandırılacak Barış Gücünün de bunun sağlanması için önemli bir adım olacağını vurguladı. Erdoğan ve Annan, konuşlandırılacak Barış Gücünün yapısıyla ilgili görüş alışverişinde de bulundular. Annan, Türkiye’nin barış gücüne katkı yapmasını beklediklerini vurgularken, Başbakan Erdoğan da sürece olumlu baktığını belirterek, Türkiye’nin bölgede barış ve istikrarın korunmasını istediğini aktardı. Konuşlandırılacak gücün barışı korumakla görevli olacağını hatırlatan Erdoğan, Türkiye’nin de iç değerlendirmelerini tamamladıktan sonra kendilerine cevap vereceğini söyledi. Başbakan Erdoğan, konuyla ilgili kararın TBMM’den geçmesi gerektiğine de işaret etti.
Barış için Türkiye'nin çabaları sürecek
Başbakan Erdoğan, dün sabah kendisini telefonla arayan Fransa Cumhurbaşkanı Jaques Chirac ile de bir görüşme yaptı. Görüşmede Chirac, bölgede barışın kalıcı hâle getirilmesinin önemine değindi. Bu çerçevede BM Barış Gücünün hızla konuşlandırılması gerektiğini ifade eden Chirac, Fransa’nın yapacağı katkı hakkında Erdoğan’a bilgi verdi. Chirac, Türkiye’nin bu güç içinde yer almasını önemli bulduğunu da vurguladı. Başbakan Erdoğan da bölgede barış ve istikrarın korunması için Türkiye’nin çabalarının süreceğini söyledi. Sürece olumlu baktığını aktaran Erdoğan,konuşlandırılacak gücün, barışı korumakla görevlendirilmesinin bu bakımdan önemli olduğunu vurguladı. Erdoğan, Türkiye’nin bu konuda henüz kararını vermediğini, iç değerlendirmelerin sürdüğünü aktardı. Başbakan Erdoğan, Chirac’a, konuyu önceki akşam BM Genel Sekreteri Annan ile de görüştüğünü söyleyerek, ‘’Değerlendirmelerimizi yaptıktan sonra cevabımızı bildireceğiz’’ dedi.
Prodi de aradı
Başbakan Erdoğan, İtalya Başbakanı Romano Prodi ile de görüştü. Alınan bilgiye göre, İtalya Başbakanı Prodi, Başbakan Erdoğan’ı arayarak Lübnan’a uluslararası barış gücünün konuşlanmasıyla ilgili görüşmek istediğini iletti. Avrupalı liderlerle yaptığı temaslar hakkında da Başbakan Erdoğan’a bilgi veren Prodi, hem kendi ülkesinin, hem de görüştüğü liderlerin Türkiye’nin barış gücüne katkı yapmasını arzu ettiğini kaydetti. Erdoğan da Prodi’ye, barış ve istikrarın korunmasının Türkiye için önemine işaret ederek, hükümet olarak sürece olumlu baktıklarını söyledi.
|
/ ANKARA
20.08.2006
|
|
|
AİHM, hükümete Hasankeyf’i sordu |
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), iki hafta önce temeli atılan ve dünya kültür mirası açısından büyük değer taşıyan Hasankeyf’i sular altında bırakacak Ilısu Barajı’nın yapımı aleyhine açılan davayı kabul edilebilir bularak, Türk hükümetinden, Hasankeyf’in korunması için alınan önlemlerle ilgili ‘’acil’’ bilgilendirme istedi.
Alınan bilgiye göre, AİHM, Hasankeyf’in korunması amacıyla 22 Şubat 2006 tarihinde İstanbul Teknik Üniversitesi Restorasyon Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Zeynep Ahunbay, emekli öğretim üyesi Prof. Dr. Metin Ahunbay, Ankara Üniversitesi Sanat Tarihi Kürsüsü Başkanı Prof. Dr. Oluş Arık, Atlas Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Özcan Yüksek ve avukat Murat Cano tarafından yapılan başvuruyu ele aldı. Mahkeme, başvuruya ilişkin ilk kararında, davayı kabul edilebilir bulurken, geçici tedbir ve davanın öncelikli dava sayılması taleplerini ise reddetti. AİHM, yapılan başvuru sonrası aldığı kararda ayrıca Türkiye tarafından ‘’Ilısu Barajı’nın yapım projesinde halen ne aşamada bulunulduğunun ve Hasankeyf’in kültürel mirasının korunması yolunda alınan veya alınması planlanan önlemlerin neler olduğunun acil olarak bildirilmesine’’ hükmetti.
Öte yandan, temeli atılan Ilısu Barajı’nın finansmanını sağlayacak olan ulusal kuruluşlar için henüz onay vermeyen Avusturya, Almanya ve İsviçre hükümetlerinin, gelecek hafta Hasankeyf’e gelerek inceleme yapacağı öğrenildi. Ilısu Barajı’nın yurtdışı finansmanı için gerekli olan onayın verilip verilmeyeceği kararının bu gezi sırasında belirlenmesi bekleniyor.
|
/ İZMİR
20.08.2006
|
|
|
MÜSİAD'dan Filistin ve Lübnan'a yardım |
Dünyada meydana gelen felaketlerin ardından sosyal sorumluluklarını yerine getirmede adeta birbirleriyle yarışan Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği (MÜSİAD) üyesi işadamları, Filistin ve Lübnan’ın yardımına da koştu. MÜSİAD üyesi işadamları, dünyada meydana gelen doğal felâketlerin ardından sosyal sorumluluklarını yerine getirmede adeta birbiriyle yarışıyor.
Endonezya’daki tsunami, İran ve Pakistan’daki deprem felaketleri sonrasında mağdurların yaralarını saran MÜSİAD üyeleri, Filistin ve Lübnanlı mazlum ve muhtaçların da yardımına koştu.
İsrail’in Filistin ve Lübnan’a yönelik “insanlıkdışı” saldırılarıyla başlayan yürek parçalayıcı sefaletin ardından MÜSİAD üyelerinin göndermiş olduğu acil insani yardım malzemeleri ve parasal yardım MÜSİAD Genel Merkezi Yönetim Kurulu’nca oluşturulan heyetler aracılığıyla bölgeye ulaştı. Filistin ve Lübnan`a yardım seferberliğine MÜSİAD şubeleri de duyarsız kalmadı. Kayseri şubesi tarafından 4 TIR, Denizli ve Gaziantep şubeleri tarafından da ikişer TIR dolusu gıda, iç giyim, ilaç ve temizlik ürünü gibi acil ihtiyaç maddesi bölgeye ulaştırıldı.
MÜSİAD üyelerinin yardımları sadece savaş ve doğal felaket acılarının dindirilmesiyle sınırlı kalmıyor. Üyeler yoksulluğun kasıp kavurduğu Nijer’de de yaraların sarılmasında öncü rol üstlendi.
|
/ İSTANBUL
20.08.2006
|
|
|
“10 Eylül’de akaryakıt alma!” kampanyası |
Tüketicileri Koruma Derneği (TÜKDER) Başkan Yardımcısı Sıtkı Yılmaz, Tüketici Dernekleri Federasyonu’nun (TÜDEF) aldığı karar doğrultusunda “Zamlara seyirci kalma, 10 Eylül’de akaryakıt alma” sloganıyla başlatılan kampanya kapsamında, araç sahiplerini 10 Eylül’de akaryakıt almamaya davet etti.
Yılmaz, akaryakıt zammı sadece tüketiciyi değil üreticileri de, akaryakıt istasyon sahiplerini de, çiftçiyi de zor durumda bıraktığını belirterek, "Çünkü tüketici satın aldığı 3 YTL’lik benzinin 2 YTL’sini vergi olarak ödemektedir. Akaryakıt zammında dünya lideriyiz” diye konuştu.
|
/ BURSA
20.08.2006
|
|
|
Umut yolcuları yolda kaldı |
Aydın ve Şırnak’ta yasa dışı yollardan yurda giriş yapan 77 kişi yakalandı.
Edinilen bilgiye göre, bir ihbarı değerlendiren jandarma ekipleri, Aydın’ın Didim ilçesi Taşlıburun, Tekboğaz ve Panayıradası’nda yurda yasadışı yollardan girerek Yunanistan’a gitmeye çalışan 15 Moritanya, 15 Irak ve 23 Afganistan uyruklu 53 kişiyi yakaladı. Bu arada, Afganistan uyruklu 3 kişi, Didim Polis Akademisi Moral Eğitim Merkezi açıklarında denize atladı. Denize atlayan 3 kaçaktan 2’si boğuldu, 1’i kayboldu. Boğulan kaçakların cesetleri, Didim Devlet Hastanesi morguna kaldırıldı.Yakalanan 50 kaçağın, sorgulamalarının ardından sınır dışı edileceği kaydedildi.
Şırnak’ın Silopi ilçesin ise Habur Çayı’ndan yasa dışı yollarla yurda giriş yapan Irak uyruklu 24 kişi, İlçe Emniyet Müdürlüğü ekiplerince yakalandı. Silopi Devlet Hastanesinde sağlık muayeneleri yapılan 24 Iraklı, ifadeleri alındıktan sonra Habur Sınır Kapısı’ndan sınır dışı edildi.
|
/ AYDIN
20.08.2006
|
|
|
Organ bağışı yapmıyoruz |
Türkiye’de 2006 yılının ilk 6 ayında 2 bin 974 kişi organ bağışında bulunurken, 755 kişi ile İzmir ilk sırada yer aldı. İzmir’i 324 kişiyle Bursa, 248 kişiyle Antalya izledi. 2006 yılında 26 ilde tek bir organ bağışı bile yapılmadı.
Sağlık Bakanlığı, Türkiye genelinde organ bağışında bulunan kişilerin sayıları ve illere göre dağılımının tespiti amacıyla yapılan “Organ Bağışı Araştırması” sonuçlarını açıkladı. 2006 yılının ilk 6 ayını kapsayan araştırma sonuçlarına göre, Türkiye genelinde 2 bin 974 kişi organ bağışında bulunurken, 755 kişiyle İzmir ilk sırada yer aldı. İzmir’i 324 kişiyle Bursa, 248 kişiyle Antalya izledi. 26 ilde ise organ bağışı yapılmadı. Türkiye genelinde 2002-2006 yılları arasında toplam 16 bin 317 kişi organ bağışında bulundu.
Türkiye’de yeterli Organ Nakli Merkezi ve deneyimli bilim adamı olmasına rağmen, nakil sayılarının henüz istenilen düzeye ulaşamadığı kaydeden Sağlık Bakanlığı yetkilileri, vatandaşların organ bağışına gerekli ilgiyi göstermediklerini kaydetti.
|
/ ANKARA
20.08.2006
|
|
|
|