İran’ın nükleer silahlanmasına yönelik baskı Hizbullah direnişi nedeniyle bir süre ertelendi. Ama BM Güvenlik Konseyi’nin Tahran’a verdiği süre Ağustos ayı sonunda doluyor. Lübnan için alınan ateşkes kararı, Hizbullah’ın savunma kabiliyetini teslim etti, Lübnan halkının kitlesel ölümlerini şimdilik durdurdu. Ama bir çarpıklık var ortada. Bölgeye konuşlanacak uluslar arası güç, İsrail için güvence oluşturabilecek mi?
Daha doğrusu ateşkes ne kadar uygulanabilecek? ABD ve İsrail bu ateşkesi neden kabul etti? Bu soruların cevabı olumsuz. Dolayısıyla nasıl bir sürprizle karşılaşacağımızı düşünmeliyiz! Lübnan’daki ateşkesi İran’ı merkeze almak için mi kabul ettiler? Çünkü dünya İran’a yoğunlaşmışken Hizbullah-İsrail savaşı çıktı. Ateşkesten sonra dünya yeniden İran’a yoğunlaşacak. O zaman da Irak’taki Şiiler mi harekete geçecek?
Lübnan saldırılarının Suriye/İran yolunu açma girişimi olduğu biliniyor. İki ülke bir şekilde savaşın içine çekilecekti. Olmadı. Hem Hizbullah direnişi kırılamadı hem de İran ve Suriye dikkatli hareket etti. Şimdi yeni bir aşamaya geçildi. Hizbullah’ın savunduğu ve İsrail için en büyük tehlike olan G. Lübnan artık uluslararası gücün kontrolüne veriliyor. İsrail ve ABD bölge ile uğraşmak zorunda kalmayacak. Doğrudan Suriye ve İran programını uygulayabilecek. Binlerce askerden oluşacak uluslararası güç ise, her ne kadar Hizbullah’ı silahsızlandıramasa da, örgütü hareket edemez hale getirecek. İsrail’in eli rahatlatılacak.
ABD ve İsrail’in; 34 gün süren ağır saldırılar sonrası, askeri ve siyasi açıdan hiçbir başarıya ulaşamadan Lübnan’da ateşkes ilan etmesini ya da ettirmesini bu açılardan sorgulamak gerekiyor. Ayaklarına dolanan G. Lübnan’ı “uluslararası taşeronlar”a havale eden ABD-İngiliz-İsrail cephesinin çok daha büyük bir hedefe kilitlendikleri ortada. Bu sefer Yeni Ortadoğu Dizaynı’nın bölgesel savaş karakteri gerçekten öne çıkacak. Hem de nükleer içerikli bir savaş ihtimali güç kazanıyor. ABD’nin Irak’ta yaptığı hazırlıklar, İsrail’e üç yıldır yapılan yığınak, diplomatik alanda yürütülen süreç, bölge ülkeleri arasında oluşturulmaya çalışılan kamplaşma gibi bir çok faktör, bu tehlikeli sürece işaret ediyor.
Irak işgalinden hemen sonra yazdığım; “Amerika’nın Irak’ın güneyine nükleer silahlar stokladığına, bunların B61 taktik nükleer silahlardan olduğuna, Güney Irak’taki ABD F16’larının bu silahları kullanacak şekilde yenilendiği”ne dair bilgilerin gerçek anlamı şimdi ortaya çıkıyor.
Bir kısmı İncirlik’te bulunan bu silahların akıbeti hakkındaki tartışmaların neden sonuçsuz kaldığı sorulmalı. Bugünlerde İncirlik’ten Mersin’e taşınan oradan da bir ABD gemisine yüklenen konteynırların içinde “patlayıcı” değil nükleer silahlar olabilir mi? Türkiye’de bulunan 90 adet B61 nükleer bomba, bölgesel savaşta İncirlik bombalanır diye başka bir yere mi sevkediliyor? İran için burada tutulan bombalar İsrail’e ya da Irak’a naklediliyor olabilir mi?
İsrail’in ABD’den 5 bin adet 500 BLU 109 bunker-buster bombası almasını, bunlarla yeraltındaki İran nükleer tesislerini vurmaya hazırlanmasını, saldırıların ABD’nin AWACS uçaklarının desteğiyle yapılacak olmasını da ekleyelim. Üç yıl önce yine bu köşede bir çok kez İsrail denizaltılarının nükleer füzelerle donatıldığını yazdım. Almanya’dan İsrail’e verilen Dolphin (Yunus) denizaltıları nükleer başlık takılan Harpoon füzeleriyle donatılmıştı. Şimdi o denizaltılar Basra Körfezi’ne gönderildi. Alman mühendislerin de görev yaptığı denizaltılar neden Basra Körfezi’nde, neden nükleer füze yüklü? Bernard Lewis, The Wall Street Journal’da yayınlanan ve “22 Ağustos’ta Ortadoğu’yu büyük bir kaos bekliyor” çerçevesinde tam bir dehşet senaryosu çizdi.
İsrail’in İran nükleer tesislerine saldırısı, ABD’nin Basra Körfezi ve Irak’tan vereceği desteği, İran’ın misillemesini, bu kaos durumunda korkulan silahların kullanılmasını ve Türkiye’nin savaşın içine çekilmesini içeren senaryoyu hatırlayalım.
Hiroşima’ya atılan atom bombasından sonra ABD, nükleer silahlanma için 5 trilyon dolar harcadı. Ama 60 yıl boyunca nükleer silahlar kullanılabilir olamadı. ABD, askeri açıdan ihtiyacı olduğu için değil, bu silahların kullanılabilir olmasını istediği için nükleer soykırıma kadar varabilecek çılgınlıkları düşünebiliyor.
Ben ateşkese inanmıyorum. Kalıcı olacağına, uluslararası gücün bu imkanı sağlayabileceğine, krizin G. Lübnan’la sınırlı kalacağına inanmıyorum. Bana göre ateşkes; bölgesel savaş tezinin yeni bir aşaması. Lübnan’a asker göndermenin aslında Büyük Ortadoğu Savaşı’nın bir parçası olarak şekillendirildiği şimdiden belli değil mi?
Yeni Şafak, 16.8.2006
|