|
|
|
Barış gücüne asker felâket olur |
Amerika, var olan askerî gücünü kullanarak geleceğin dünyasını kuruyor ve bu işi Ortadoğu’da yapıyor. 19. yüzyılda emperyalizm çağında sömürgeler hammadde deposu ve mamul madde pazarı idi. Bugünün küreselleşme çağında, entegre olmuş dünya ekonomisi, merkezi New York ve Londra olan bir finans-kapital ağı ile işliyor. Rekabet eden güçlerin yerini tek süper gücün hegemonyası aldı. İslâm dünyasının petrol zengini bölümleri bu neo-liberal düzen ile bütünleşmiş, ayrı ve bağımsız bir irade gösteremeyecek durumdalar.
Bir bütün olarak İslâm dünyası tarihinin en parçalanmış, en kaotik dönemini yaşıyor. Hegemonya gücünü iktisatlı kullanmak için, İslâm dünyasındaki zaafları ve kaosu derinleştirmeye çalışıyor. Amerika’nın Şii dünyası ile Sünni dünya arasına koyduğu mesafeyi aşacak bir irade görünmüyor. Bir fikir ve ideal birliğine, ortak bir düşünce iklimine de rastlanmıyor.
Türkiye yol ayrımına ve kader anına yaklaşıyor. Amerikan hegemonyası, Türkiye’ye “mayın merkebi” muamelesi yapıyor. Bir asır bile geçmeden, terk ettiğimiz topraklara İsrail’in güvenliğini tesis eden BM barış gücü olarak gitmenin başka ne anlamı olabilir? ABD’nin İsrail ile elbirliği ederek itibarını beş paralık ettiği BM’nin bayrağını taşımak, kime güç kazandırır? Bölge halkı ile, Hizbullah ile kutuplaşmak Türkiye’yi nereye taşır? BM barış gücünde yer alan bir Türk askerinin maazallah cenazesinin Türkiye’ye gelmesinin siyasî yükünü kim kaldırabilir? Türkiye’nin parçalanmış İslâm dünyasının atomlarından biri haline gelmesi, bölge güvenliğine ve kendi güvenliğimize ne kazandırır? Lübnan’a gönderilecek BM barış gücü içinde yer alma meselesi, geleceğimizi toptan ipotek altına alacak bir karar anını ifade ediyor. İsrail’in Lübnan’a saldırısı nasıl Ortadoğu savaşı ise; Türkiye’nin Güney Lübnan’da koruyacağı çıkarlar da, İslâm dünyasının bir daha toparlanamayacak şekilde bileşenlerine ayrılması demek. Bu karar anı, bütün ümitlerin tükenmesi anlamına gelebilir.
19. yüzyılın direnişçileri, sivil halkı hedef almayı akıllarından bile geçirmemişti. General Gordon’un ordusunu esir alan Sudanlı Mehdi, askerlere bile ölçülü davranmıştı. Bugün terör İsrail’in Filistin ve Lübnan’da gösterdiği gibi, Irak’ta ABD gücü ile sistemli hale getirildiği gibi öfkeyi ve düşmanlığı derinleştiriyor. Hegemonyanın İslâm dünyası ile aynileşmiş bir terör imajına ihtiyacı var. Bush’un “İslâmî faşistler” gafının içinin doldurulması gerekiyor. Geleceğin devleri Çin, Hindistan; bugünün etkili aktörleri Rusya ve Avrupa, hegemonya tarafından içlerindeki Müslüman azınlıklar ile korkutuluyor. Hegemonya geleceğin dünyasını kuruyor; kurarken İslâm coğrafyasını üs, İslâmiyet’i de tehdit olarak kullanıyor.
Gücü abartmamak, zayıf durumda olanı da hafife almamak gerekir. 19. yüzyılın güçler dengesi içinde güç oyunu akıl dolu bir oyun olarak sürmüştü. Hegemonya rakibi olmadığı için, aklını test edemiyor. Amerika bugünün gücü, yarının değil. Bugünkü gücü ile yarınını kurtarma telaşında. Ve bu güç, komplo teorileri ile her taşın altında Amerika’yı arayanların zannettiği gibi zaaftan ari değil. Yüzyıl başında, ABD’nin Milletler Cemiyeti’ni sürdürememesinden başlayarak giriştiği işlerin büyük kısmı fiyasko ile sonuçlandı. II. Dünya Savaşı’nda Almanya ile Japonya’nın sonuna kadar ezilmesi hata idi. Vietnam Savaşı, Domuzlar Körfezi Çıkarması hata idi. Soğuk Savaş döneminde Arap ülkelerinin Sovyetler’in kucağına itilmesi, Irak-İran Savaşı’nda Irak’ın desteklenmesi hep hata idi. ABD’nin ezmeye çalıştığı bugünün İran yönetimi de, Şah zamanında yapılan ABD patentli hatalarla ortaya çıktı. Bu kadar çok hata yapan güç, yeni hatalara da gebedir. ABD hegemonyası ekonomik üstünlüğe dayanıyor; ekonomik üstünlük ise küresel ölçekte güçlü olan şirketlere. Bu şirketlerin Amerikan halkının ve devletinin âlî çıkarları ile kendi kârları arasında tercih yapmak zorunda kaldıkları zaman, hegemonyanın projelerinin sekteye uğrayacağını öngörmemiz gerekir.
Gücün zaafı gücüdür. Hegemonya, kendi gücü ile zaafa uğrayacak. İslâm dünyasının zaafı, halkına uzak ve yabancı yönetimler. Onun çaresi ise, İslâm halklarının kendi kaderlerine el koyması. Yaşanmış olan tarih, yeteneklerinizin asgari sınırını gösterir. Her toplumun kendinden önce gelenleri aşması, devraldığı mirasa yenilerini eklemesi mümkündür. Herkesin bir hesabı var. İnce hesaplar, kılı kırk yaran hesaplar, hassas dengelere dayanan hesaplar. Bir de Cenab-ı Hakk’ın hesabı var. Bugüne kadar yaşadığımız tarih kimin hesabının tuttuğunu bize gösteriyor. Doğru hesabın tutması için bizim de doğru hesap yapmamız, hiç olmazsa hesap yapmaya başlamamız gerekiyor.
Zaman, 15.8.2006
|
Mümtaz’er TÜRKÖNE
16.08.2006
|
|
|
İsrail yenilgisi ve Türkiye |
ABD’den sonra dünyanın en gelişmiş silah gücüne sahip İsrail bir avuç Hizbullah militanı karşısında tarihinin en büyük yenilgisini tattı. Kurulduğu 1948 yılından bu yana tüm savaşlarda Arap ülkelerini yenen İsrail ilk kez bu denli hezimete uğradı. İsrailliler ilk kez ölümün ve korkunun ne olduğunu anladı ve yaşadı.
İki askerini kurtarmak bahanesiyle Lübnan’a saldıran İsrail, bu savaşta 109 askerini ve 60 kadar sivilini kaybetti.
33 gün süreyle Lübnan’ın her yerini bombalayan İsrail, Türkiye ve başka ülkelere satmaya çalıştığı Markava tanklarının, Arrow füzelerinin ve Erdoğan helikopterlerinin de işe yaramaz olduğunu gördü. Çünkü Hizbullah militanları bu alanda da İsrail’e büyük kayıplar verdi.
İsrail askeri olarak yenilmesyedi asla ateşkesi kabul etmezdi ve İsrail’in önceden onaylamadığı bir kararı ABD ve müttefikleri BM Güvenlik Konseyi’ne getiremezlerdi.
Yoksa bu ülkler neden bir ay beklemişti!
Hizbullah karşısında yenilmiş bir İsrail’e artık dış Yahudiler de göç etmez. Çoğu Yahudi olan yabancı turistler ise kaçmıştı.
Kendi halkını Hizbullah füzleri karşısında koruyamayan İsrail’den yakında ters göçler de başlayacaktır.
İsrail’in ‘Siyonist Devlet’ ideolojisi ciddi olarak çıkmazda!
‘Üstünlük Kompleksi’ ile kurulan ve şimdiye kadar dünyaya kafa tutan İsrail bu yenilgisinin psikolojik ezikliği ile yaşayamaz.
İsrail bu eziklikten kurtulmak için gereken her türlü çılgınlığa kalkışabilir, kalkışacaktır.
Üstelik İsrail’in tüm yıkımına karşın Lübnanlıların morali çok daha yüksek ve İsrail ile ABD’nin çıkması için uğraştığı iç savaş olmadı.
Bundan dolayı da çılgına dönen İsrail önce dostu ülkelerin destek ve yardımını bekleyecek.
İsrail, Lübnan’a gönderilecek BM gücünün Hizbullah’ı yok etmesini bekleyecek, bu olmazsa kendi yöntemlerine başvuracak.
İşte burada Türkiye’nin olası Lübnan politikası gündeme geliyor.
AK Parti hükümeti gerekirse BM gücüne asker vereceğini söylüyor. Bu konu dünkü Erdoğan- Özkök görüşmesinde ele alındı.
Oysa Türkiye, Lübnan’a askerini göndermeden önce bile oradaki olaylara taraf olmuş durumda.
Dünkü Alşark - Alawsat gazetesi Hizbullah lideri Nasrallah’ın Beyrut’taki İran Büyükelçiliği’nde saklandığı bilgisinin Türk istihbaratı tarafından İsrail’e bildirildiğini yazdı.
Suudi Arabistan’ın parası ile Londra’da yayınlanan ve tüm Arap ülkelerinde okunan gazetenin haberi doğru ise ortada gerçekten ciddi bir sorun var.
Üstelik günlerdir Tük gazeteleri İncirlik’ten İsrail’e savaş malzemesi taşındığını yazıyor.
Günümüz dünyasında hiçbir şey saklı kalmıyor ve kalmaz.
Son dört yıllık politikalarıyla AK Parti hükümeti bölgede ciddi bir prestij ve saygınlık kazanmıştı. Bu politikanın özünde bölgenin iç çekişmelerinde taraf olmamak ve ABD ile İsrail adına hiçbir şey yapmamak ve hatta yapar gibi gözükmemek.
Oysa bu görüntü giderek bozuluyor ya da birileri tarafından bozduruluyor.
(...)
AK Parti hükümetine (şimdilik ) söyleyeceğim şey: ‘ Aman dikkatli olun , yoksa her an eksi noktasına dönebilirsiniz. Kaybeden yalnız siz değil aynı zamanda Türkiye ve tüm coğrafyamız olacaktır’!
Akşam, 15.8.2006
|
Hüsnü MAHALLİ
16.08.2006
|
|
|
Yok mu arttıran? |
Kimilerine göre 2 bin, kimilerine göre 5 bin. Gazete manşetlerine bakarsanız, ‘Lübnan’a gittik, barışı tesis ettik, dünyadan alkışı hak ettik...’
Birleşmiş Milletler (BM) kararına göre Lübnan Barış Gücü, 15 bine kadar artırılabilecek. Ankara’da dün yapılan hükümet - asker zirvesinden çok şükür ‘soğukkanlı’ bir karar çıktı: ‘BM Kararına daha net açıklık getirilmesinin beklenmesi...’
Senaryoyu görmemek için ‘akıl, iz’an ve idrak tutulması’ yaşıyor olmak gerek. Medyamızın büyük bölümü ‘Bana ne, bana ne, Lübnan’a gidelim’ havasında. Hükümet medyanın, ABD’nin, İsrail’in gazına gelirse, bataklığa saplanır kalırız.
* * *
En başta söyleyeyim; Yüzlerce yıl Osmanlı egemenliğinde kalan Lübnan ve başkenti Beyrut, Birinci Cihan Harbi sonrası Fransız’lara geçip, 1948’de ‘bağımsız’ devlet olana kadar geçen 40 yılda Fransızlaştı. Türklerin yüzlerce yılda yapmadığını, Fransızlar 40 yılda gerçekleştirdi. Lübnan okullarında Fransızca ikinci ana dil. Sokakta tek kelime Türkçe anlaşamazsınız. Fransızca şakır şakır.
Beyrut’ta, Türk - Osmanlı adı verilen cadde, meydan göremezsiniz. Ama Paris’in tüm esintilerini, ünlü bulvarlarının ‘tıpkı yapım’ mimari benzerlerini (34 günlük İsrail saldırısıyla harap olmadan önce tabii) bulursunuz. Fransız devlet adamı ve düşünür adlarını caddelerde görürsünüz. Osmanlı Lübnan’ı sadece yönetti, hür bıraktı. Fransa 40 yılda sömürge yaptı. Bakmayın siz üflenenlere Lübnan’lılara ‘Türkiye mi, Fransa mı?’ diye sorun, yanıt ezici çoğunlukla Fransa’dır. Onun için, BM Barış Gücü’nde açık arttırma gibi ‘Lübnan’a 2 bin, 5 bin, 15 bin Mehmetçik uğurlayalım, koruyup - kollayalım’ havası, ‘yandı gülüm keten helva’ havasıdır.
* * *
İsrail, BM gücü ve Türk askerini (ABD’yle çok önceden kotarılmış, Türkiye’nin Ortadoğu bataklığına çekilmesi planı çerçevesinde) isterken niye heveskár? Güney Lübnan’da üslenmiş Şii Hizbullah’ın silahsızlandırılması için BM şemsiyesi altındaki Sünni Türk Askeri kimliği İsrail ve ABD’nin ‘savaşı genişletme, içine Türkiye’yi de çekme’ kurnazlığına biçilmiş kaftandır.
Lübnan Başbakanı Refik Hariri’yi öldürüp, hedefe Suriye’yi koyup Golan Tepelerini ve Lübnan’dan Suriye askerini boşaltan, sonra da ‘askerim kaçırıldı’ diye Lübnan’ı bombaya tutanlar aynı planın ‘müellifi’ olmasın? Ne malûm Mehmetçik oraya gittiğinde de 5 Türk askerin kaçırılıp, şehit edilip ‘Hizbullah yaptı’ denilip savaşa çekilmeyeceğimiz, Lübnan halkı ve Hizbullah’la karşı karşıya getirilmeyeceğimiz?
Lübnan Başbakanı Sinyora, ‘Lübnan ordusunun güçsüzlüğünü’ anlatıp, ‘Hizbullah gururumuz, ülkemizi savunuyor’ derken, halkın Hizbullah sempatisini ve varlığından duyulan memnuniyeti anlatıyor. Seçime giren, parlamentoya milletvekili sokan Hizbullah (İnsanları domuz topu yapıp mezar evlere gömen bizdeki Hizbullah ile karıştırmayın, alakası yok!), İsrail ve ABD’ye göre terör örgütü. Filistinlilerin kaçırdığı 1 ve Hizbullah’ın kaçırdığı öne sürülen 2 İsrail askeri nerde? Kaçırılıp, kaçırılmadıkları meçhul üç asker için, Filistin ve Lübnan yerle bir edildi. Egemen bir ülkenin toprağına girildi, işgal edildi. 3 asker bu olanların bahanesi miydi? İngiliz ve ABD basını bile İsrail saldırı planlarının bir yıl öncesinden ABD ile ortaklaşa yapıldığını yazıyor.
(...)
Bataklığı yaratanlar güçleri yetiyorsa, kendileri kurutsun. Türk askeri ile Hizbullah’ı, Suriye’yi, İran’ı, Hamas’ı, Filistinlileri çatıştırmak isteyenler bu hayali unutsun!
Aklımızı başımıza alalım, önce savaşı çıkartıp, sonra ‘barış için barış gücü’ oyununu tezgahlayanlara kanmayalım. Barış diye yola çıkıp, kendimizi savaşın içinde bulmayalım.
Star, 15.8.2006
|
Zülfikar DOĞAN
16.08.2006
|
|
|
Ateşkes değil, tuzak! |
ABD ve İsrail’in Lübnan’ı harabeye çeviren ve korkunç insan kıyımına yol açan saldırılarına bugüne kadar ses çıkaramayan, ABD’nin telkinlerinin ötesine geçemeyen Birleşmiş Milletler’in ateşkes kararı dün sabah yürürlüğe girdi.
Dört haftadır İsrail’in önünü açmak, ona zaman kazandırmak için bekleyen BM, neden şimdi ateşkes kararı aldı? Neden bu zamana kadar sustu ya da susturuldu? Onca kıyım yaşanırken, şehirler harabeye dönüştürülürken, siviller katledilirken, öldürülen sivillerin çok önemli bir bölümünü çocuklar oluştururken, Rusya’daki G-8 Zirvesi’nde, Roma Toplantısı’nda, BM Güvenlik Konseyi’ndeki oturumlarda, İsrail saldırılarını güvence altına almak, Güney Lübnan’daki hedeflerine ulaşmasını beklemek için her türlü senaryoyu uygulayan bu güçler, ne oldu da bir anda ateşkes istediler?
Peki ateşkes, Lübnan’a saldırıları durduracak mı? Baktılar İsrail amaçlarına ulaşamıyor, planlanan zamanda ulaşamadı ve ulaşamayacağı da kesinleşti, ateşkes kararı aldılar. Lübnan halkını düşündükleri için değil, öldürülen çocukları düşündükleri için değil, yıkılan kentleri düşündükleri için değil, evlerini terk eden bir milyon kişiyi düşündükleri için değil. İsrail rezil olduğu için. Başaramadığı için. Yenilgisi katlanacağı için.
Ateşkes kararı uygulanamayacak. Birkaç gün içinde ateşkesin de aslında savaşın bir parçası olduğunu herkes görecek. İsterdik ki, dünya, bu insanlık trajedisini durdurmak için harekete geçmiş olsun ama öyle değil. İsrail’e biraz daha zaman kazandırmak için bu kararı aldılar. Savaşın yeni bir aşamasına geçileceğini göreceğiz. Daha kanlı, daha büyük yıkıma yol açacak bir aşama olacak bu! Ateşkes kararı Lübnan’a bir nefes alma fırsatı sunuyor gibi. Ama aslında İsrail’e nefes aldırmak için hazırlandı. Kararın bütün aşamaları İsrail’le istişare içinde belinlendi. “İsrail’i G. Lübnan’ı terk etmeye zorlamayacak. Uluslararası güç” gelene kadar 30 bin İsrail askeri orada kalacak. İsrail’in askeri operasyon hakkı devam edecek.” Bu da savaşın devam edeceği anlamına geliyor.
(...)
Refik Hariri suikastiyle başlatılan istila süreci ikinci kez yenilgiye uğruyor. Bu yenilgi ile Büyük Ortadoğu Projesi yerle bir oldu. Haritaların ABD ve İsrail’e göre değil, bölgenin direnç haritasına göre şekilleneceğine ilişkin kanaat daha da pekişti. İsrail, sadece askeri olarak değil, siyaseten de kaybetti. Savaşın başlangıcında hedeflediği hiçbir siyasi amaca erişemedi. Sadece sivilleri katleden, apartmanları, yolları, köprüleri, fabrikaları, hastaneleri bombalayan bir İsrail. Bölgede istediği gibi at oynatamayacağını anlayan bir İsrail. Lübnan’da bir kukla yönetim kurulması amacına ulaşamayan, Suriye ve İran’ın bölgedeki varlığına hiçbir şey yapamayan bir İsrail.
Bütün dünya yanındaydı. Korkunç ateş gücüne rağmen, bu desteklere rağmen kazanamadı. Tek başarısı sivil katliamlar oldu. İnsanlık suçları, Kana katliamı oldu. Bundan başka başarı olarak gösterilebilecek ne var?
İsrail bu yenilgiyi hazmedebilecek mi? Elbette hayır! Bunun için çok daha tehlikeli bir süreç bizi bekliyor. Ateşkes bu haliyle tuzaktan başka bir şey değil!
Yeni Şafak, 15.8.2006
|
İbrahim KARAGÜL
16.08.2006
|
|
|
|