Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 16 Ağustos 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Görüş

Millî Eğitim’in, işsiz gençlere iş projesi

İşsiz gençler için geçen hafta verilen sevindirici bir haber, ya basının gözünden kaçtı ya da yapılan küçük bir duyuru ile kamuoyuna iyi anlatılamadı. Millî Eğitim Bakanlığı şimdi, Ankara Sanayi Odası (ASO) ile iş birliği yaparak, işsiz gençler için ortak bir proje geliştiriyor.

Projeye göre, en az ilköğretim okulunu bitirmiş ya da orta öğretimi terk etmiş olan işsiz ve niteliksiz gençler, edindirilecek bilgi ve becerilerle artık iş sahibi olabilecekler. Öğrenim süresi henüz açıklanmamış olan projeye göre bu gençler, lise 1, yani 9. sınıftan itibaren haftanın 2 gününü okullarında, 3 gününü ise, uygulama yapacakları işletmelerde geçirecekler. Belirlenen bir program çerçevesinde bu gençlere okullarında uzman öğretmenler tarafından teorik bilgiler verilecek, işletmelerde ise bu bilgiler usta öğreticilerin gözetiminde pratiğe dönüştürülecek.

Şimdilik, pilot okul olarak seçilen Ankara/Sincan Endüstri Meslek Lisesinde öğretim yapılacak. Ve ilk belirlemelere göre, sanayiinin öncelikle ihtiyaç duyduğu “elektroteknik, metal tekniği ve otomotiv tekniği” dallarında öğrenci yetiştirilecek. Bu projenin halen Almanya’da uygulandığı ve büyük başarı sağladığı anlaşıldığından, uygulamada “Türk Alman Meslekî Eğitim Merkezi”nin katkılarından yararlanılacağı ve bu merkezle ayrıca bir protokol imzalandığı belirtiliyor.

İŞ BULAMAYAN GENÇLER

İÇİN BÜYÜK BİR FIRSAT

Pek beğendiğim bu proje, oldukça ilgimi çekti. Ürettiği pek faydalı projeler hukukî noksanlarından ötürü, zaman zaman Yargı’nın engeline takılsa da, Milli Eğitim Bakanı Çelik’in, bu projeyi çok iyi takip edeceğini hem ümit, hem de temenni ediyorum.

Ülkemizde milyonlarla ifade edilen işsizlerin çok büyük bir bölümü, niteliksiz kimselerden oluşuyor. Bugün “düz lise” ya da “klasik lise” olarak tanımladığımız okullar, ne yazık ki niteliksiz insan yetiştiren eğitim kurumlarının başında geliyor. Uygulamadan oldukça uzak ve teorik ağırlıklı olan meslek liselerimizde de, nitelikli eleman yetiştirildiğini hiç kimse iddia edemez. O sebeple, bu okulları bitiren gençlerin çoğu—bulabilirlerse—öğrenim dallarıyla ilgili olmayan işlerde çalışıyorlar.

Düz lise mezunu ya da liseyi terk etmiş veya ilköğretim okulundan sonra liseye devam edememiş niteliksiz gençler ise, çay paraları varsa kahvehanelerde bekleşirken, parası olmayanlar tamamen sokaklara terk edilmiş durumdalar.

İşte bu proje, tam bu gençler için. Çünkü, bütün iş yerleri, artık vasıflı eleman arıyor. Bir sanayi bölgesi olan ve bulunduğum ilçeye çok yakın olan Tekirdağ’ın Çerkezköy İlçesindeki bütün fabrikalar—söz birliği yapmış gibi—artık vasıfsız hiç kimseyi almıyor. Tanıdığım bir çok işyerine, kimi işsizler için yaptığım başvuruda, iş arayanın öğrenim durumundan önce, edindiği belirgin bir becerisinin olup olmadığı soruluyor. İşte bu proje, bu soruları cevaplayan en iyi bir proje olacak.

PROJE, ANKARA İLE SINIRLI KALMAMALI

Millî Eğitim Bakanlığı’nın Ankara Sanayi Odası ile yaptığı işbirliği sonucu, şimdilik Ankara’da uygulamaya koyacağı bu projenin yurt çapında yaygınlaştırılması, Bakanlığın çok önemli ve çok faydalı bir hizmeti olacak. Özellikle sanayi bölgelerinin yaygın olduğu yörelerimizde, projeye öncelik tanınması gerekiyor.

Ankara Sanayi Odası Başkanı’nın projeye büyük katkısının olduğu ve başarılı olması için çaba sarf ettiği anlaşılıyor. Ve anlaşılan o ki, Ankara 1. Organize Sanayi Bölgesini proje kapsamına alan Başkan, büyük bir gayretin içinde. Diğer Sanayi Odalarının da, yaklaşımlarının olumlu olacağından hiç kuşku duyulmamalı.

Tekrarla diyorum ki, bu proje, yurt çapında ve kısa zamanda uygulamaya konmalıdır.

MESLEK LİSELERİNİN PROGRAMLARI

GÖZDEN GEÇİRİLMELİ

Uzun yıllar içinde bulunduğum Meslekî Teknik Öğretim’in, nitelikli insan yetiştiremediğini hep üzülerek gördüm. Meselâ, Motor Meslek Lisesi’nde motorun arızasını bulamayan ve tamir edemeyen Meslek Dersleri öğretmeninin, tamirhanelerden usta çağırdığını, Matbaa makinesini monte edemeyen Matbaa Meslek Lisesi öğretmeninin, Matbaalardan usta çağırdığını ve diğer branşlarda önüne çıkan engeli aşamayan öğretmenlerin, dışarıdan usta getirdiklerini hep duymuştum.

Teorik bilgilerini hayata geçiremeyen meslektaşlarımızın, sanayiinin beklediği elemanları yetiştirmeleri bu sebeple hiç mümkün olamadı. Meslek liselerimizin cazibesini kaybetmesinin esas sebebi de, işte budur. O sebeple iş yerleri eleman seçerken, diplomadan çok, o kişinin kazandığı becerileri hep esas aldılar. Mezun olduğu okuldan bu beceriyi alamayan öğrenciler, yüksek öğrenimlerine de engel konunca, zorunlu olarak başka alanlara yöneldiler. Yani, işverenin, “Ne iş yaparsınız?” sorusuna, “Her işi yaparım” dedikleri için, tabiî ki hiçbir iş yapamadıkları anlaşıldı ve işsiz kaldılar.

İşte, bu proje ile bütün bu sakıncaları artık ortadan kaldırmak mümkün olabilecek.

Projeye ait teorik bilgiler meslek okullarında verileceğine göre, bu proje kapsamında Meslekî Teknik Öğretim programları yeniden gözden geçirilmelidir. Yani, ülkemiz için yeni bir “Meslekî Teknik Öğretim” dizayn edilmelidir. Bir başka deyişle bu okullarda, öncelikle pratikte uygulama imkânı olan bilgiler gençlere yüklenmeli, yüklenen bilgiler de mutlaka uygulamaya konabilmelidir.

34 yıllık meslek hayatımda tam 22 Millî Eğitim Bakanı gördüm. Hepsi de, Meslekî Teknik Öğretimin önemini dile getirip, bu alana önem vereceklerini söylediler, ama hiçbir şey yapamadılar. 40 sene önce, genel öğretimin içinde % 30 kadar olan meslekî teknik öğretim, bugün yine öyle. “Bu oranı tersine çevireceğiz” diyenler, sadece kendilerini kandırdılar. Bir de “İşsiz kalmayacaksınız” diyerek, bu okulları bitirenleri.

Şimdi, Mill^öi Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in, hiç kimseyi kandırmak gibi bir niyetinin olmadığını görmek ve bilmek istiyoruz.

NOT: Yıllardan beri “sözleşmeli öğretmenler”in daha başarılı oldukları ispatlandı. Sözleşmeli öğretmen alımını hızlandıran Sayın Bakanı kutluyorum.

Naci AKAY / (E.) İstanbul Millî Eğitim Müd

16.08.2006


Hayatımızı sorgulamak

“Sorgulanmamış bir hayat, yaşanmaya değmez.” (Sokrat)

Gerçekleştirilen maddî ve teknolojik gelişme ve bütün ilerlemelere rağmen çağımız insanının pek de mutlu olduğu söylenemez ve insanlık, tarihin en büyük bunalımını yaşamaktadır. Acıları, hüzünleri, elemleri, ıztırapları, stresi unutmak için insanlar farklı metodlara başvuruyorlar. Ayrıca, dünyanın bir çok yerinde devam eden soykırımlar, katliâmlar, savaşlar ve açlık felâketleri yeni bir yüzyıla umut ve gülümsemeyle girmeyi engellemekte maalesef…

O kadar teknolojik gelişmelere ve büyümelere rağmen çağdaş dünyada bu sorunlara bir çare bulunamaması ise ayrı bir trajedik durum… Özellikle çağdaş Batı dünyasında tezahür eden ahlâkî çöküntünün yanı sıra aile kurumunun dejenere olması, uyuşturucu kullanımındaki artış ve intiharlar arasında yakın bir bağ bulunmaktadır. Bu da inandığı ve güvendiği bütün bilimsel ve teknolojik değerlerin bir işe yaramadığını gören insanoğlunun çözümü başka mecralarda, kendi dışında olan bir şeylerde aramaya itmektedir. Bütün bunlar, “Sorgulanmamış bir hayat, yaşanmaya değmez” diyen Sokrat’ın haklılığını ortaya koymaktadır.

“Neden ve niçin yaşıyoruz? Hayatın bir anlam ve amacı var mıdır, varsa nedir?” gibi sorular günümüz insanının cevap beklediği sorulardır.

Dünyanın büyük bir bölümünde insanlar açlık ve sefalet içerisinde hayatlarını idame ettirmek ve yaşama çabası içerisinde iken, öte yandan maddî konfor, lüks ve servete rağmen bazı insanlar, huzursuzluğundan dolayı intiharı bir çıkış yolu olarak görüyorsa ortada büyük sorunlar var demektir.

Bu sorun “hayatın gayesi ve temeli maddî ihtiyaçların giderilmesi” tezini savunanların tezlerinin iflâs ettiği anlamına gelmektedir. Çünkü, hayatın gayesi, insanın mahiyeti, anlam ve önemi idrak edilmediği takdirde sahip olunan bütün maddî imkânların da insan için bir anlamının olmadığı görülmektedir. Hayatın gayesinin, anlamının ve insanın yaratılışının, bu dünyadaki gerçek konumunun farkına varmak her şeyin önüne geçmektedir. Bu da ancak kendi hayatımızı sorgulamak ve yaratılışın gerçek gayesini anlamakla mümkündür.

Hepimiz az çok masalları biliriz. Masalın sonunda bir kahraman çıkar ve işi sonuca bağlar. Altın kalpli prens, başta prenses olmak üzere herkesi kurtarır. O zaman şu soruyu kendimize sormamız lâzım, “Asrın bu çıkmazından ve bunalımından bizi kim kurtaracak?” İnsanı kendi dışında bu çıkmazdan kurtaracak bir şey yok ne yazık ki… Bu çıkmazdan kurtulabilmek için yeni yöntemler icat etmeye de gerek yok. Sokrat’ın dediği gibi önce kendimizden başlamalıyız, yani kendimizi, hayatı “sorgulamayı” başarmamız gerekir.

“Ben kimim? Bu dünyaya nereden ve niçin geldim? Hayatın bir amacı ve anlamı var mı, varsa nedir?” gibi sorulara cevap aramamız gerekiyor.

Hayatımızı anlamlandırmak, kendimiz olmak, farklı olmak, özgün olmak istiyorsak böyle bir sorgulamadan daha fazla kaçamayız. Derslerde öğretmenimizin gözüne girmek, karnenin yanında takdir veya teşekkür almak, iyi bir üniversite mezunu olmak ve bu uğurda gece gündüz çalışmak... okul bitirmek de sorunları çözmüyor artık. Kendimiz olmak, kendimizi keşfetmek ve kendimizi gerçekleştirerek, Allah’ın bize bahşettiği nimetlerden kabiliyet, meleke ve imkânlarımızı keşfederek özgür ve özgün bir insan olmak...

Evet, her şey Sokrat’ın dediği gibi “kendimizi ve hayatımızı sorgulamak”tan ve tekrar gözden geçirmekten başlıyor. Bu günden itibaren geçmiş hayatımızı unutarak, yeni bir hayata başlamak umuduyla…

Rukiye ÖZTÜRK

16.08.2006


Başet'in zirvesinrde

Başı yüce ve serindir Başet’in. Zirve başında, zirve insanlara mekân oldu.

Asrın Bediîsine de ev sahipliği yaptı.

Nezir Dönmez’i dinledim Başet’in eteklerinde:

“Ben o yıllarda daha çok gençtim. Verdiği parasına mukabil Seyda’ya köylerden katık alırdım” diyordu.

Ve ekliyordu:

“Çok hoş biriydi Seyda. Güzel bir insandı. Öylesine şecaatli biriydi ki, ben bazen ondan çekinirdim”

Şefkat kahramanı Üstad’ı, yüz on sekiz yaşındaki Nezir Dönmez anlatırken gözleri buğulanıyordu.

Biz de hasret duyardık...

Van’da kaldığı yıllarda yaz aylarını Başet’in zirvesinde geçiren Seyda, oralarda Kur’ân nuruyla o zamanlar da meşguldü.

Aslında o, Başet’in zirvesinde cismen duruyordu. Ruhen mânâ âlemlerinin zirvesindeydi. Ötelerdeydi ruhuyla.

Bir ışığın zirvesinde durmuştu. Işığın hüzmelerinin yayılışına hasretti. Hasreti Nur’du, Hazret-i Nur’un, büyük Üstadın...

Başet’in zirvesinde âleme yayılan Nur, “Sözler” olarak ma’kes buluyordu kalb ve gönüllerde.

Nur’a koşuyordu o... Ve Nur’a koşturuyordu... Başet’in zirvesinde...

Başet, Başet olalı böylesi bir Nur’a mazhar olmamıştı. Sevinci mânâyla yaşamıştı Başet zirvesinde...

Mustafa ÖZTÜRKÇÜ

16.08.2006


Galatasaray’daki ahenk bozulmasın

G. Saray, uzun zamandır taraftarının hasret kaldığı pozitif ve göze hoş gelen futbol anlayışını Kayseri maçında bütün güzelliğiyle ortaya koydu. Neticesinde son zamanların formda ekibi Kayserispor’u farklı yendi. G. Saray, bu standartların altında futbol oynamamalı. İyi ve güzel futbolun bir takım sebepleri var. Öncelikle net olarak şu görüldü; kavga eden Necati ve Hasan Şaş’ın takımdan kesilmesi G. Saray’ın oynamış olduğu futbolu olumlu yönde etkiledi.

Takımdaki oyuncular, saha içinde Hasan-Necati kavgasının etkisiyle futbol oynama adına yapacakları işlere motive olamadı. M. Boleslav ve Kayseri maçlarında G. Saraylı oyuncular saha içinde futbol oynamayı düşündükleri zaman neler yapabileceklerini gösterdiler. Varyasyon, yardımlaşma, beraber oynama düşüncesi her iki maçta da üst düzeydeydi. Teknik direktör Gerets, bu ahengi yakalayan takımın her ne pahasına olursa olsun havasının bozulmasına etki etmemeli. Oynanan futbol gerçekten ümit verici. Antrenörün ve yöneticilerin yüzü gülmeye başladı.

Bu arada genç oyuncular yakaladıkları şansı iyi değerlendirdiler. Arda, iki maçta müthiş çıkış yaptı. İliç, sakin ortamda ne kadar etkili olduğunu ortaya koydu. Sabri ve Ayhan hırslı ve takım oyununa önemli katkılar yapacak performans gösterdiler. Kayseri maçında bekler Orhan ve Cihan iyiydi. Cihan’ın bir de gol atması kendine daha da güven kazanmasına vesile olacaktır.

G. Saray’ın başarılı futbolundan ders alacak iki oyuncu Hasan ve Necati’dir. Onlar aynı zamanda iyi birer G. Saraylı. Ancak yaptıklarının çok sevdikleri G. Saray’a ne kadar zarar verdiğini görmeliler. Çünkü iyi bir Hasan ve Necati’ye G. Saray’ın her zaman ihtiyacı var. Ayrıca kaptan Hakan Şükür’ün takıma yaptığı ağabeylik Hasan ve Necati için model olmalı. Çünkü onlar da bu takımın kaptanları. Onlar da Hakan’ın tarzını benimsemeli. Arkadaşlarıyla sevgi bağı oluşturmalı. Yoksa son derece itici olduklarını bilmeliler.

Said OKUR

16.08.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004