International Herald Tribune’da geçen hafta Türkiye üzerine iki makale aynı gün yayınlandı. Aslı Aydıntaşbaş dün yazısında bahsetti. Makalelerden biri Türkiye’nin İran’ın politikaları nedeniyle nükleer silahlanmaya gitmek zorunda kalabileceği, bunun da bölgedeki dengeleri bozacağı, bu nedenle bu yolun açılmaması üzerineydi.
Diğeri ise Lübnan’a gönderilecek uluslararası barış gücü hakkındaydı.
Bu makalenin yazarı, bu gücün asli unsurunu Türkiye’nin oluşturması kanaatindeydi.
Makale, bu konudaki argümanlarını Türk ordusunun yıllardır gerilla savaşı ile pişmiş olmasına, Bosna, Kosova, Afganistan gibi ülkelerde çok başarılı sınav vermiş olmasına, hem İsrail’in hem de Hizbullah’ın güven duyacağı bir ülke olması savına dayandırıyordu.
Türkiye’nin 1 milyon kişiye yaklaşan ordusuyla NATO’nun ikinci büyük ordusunu oluşturduğunu belirten makalede, bu büyüklüğün Türk askerini ideal görev adamı haline getirdiğini iddia ediyordu.
Zaten George Soros da geçen yıl, Türkiye’nin en iyi ihraç maddesi ordusu dememiş miydi?
Bir nevi Anzak modeli öngörmemiş miydi gençlerimize...
Bu makale de, Amerika’nın Irak’tan dolayı askeri kabiliyetinin sınırlı olduğu bu dönemde, bir Türk komutan liderliğindeki uluslararası güce diğer ülkelerin küçük sayıda askerle de olsa katkıda bulunabileceğine işaret ediyordu.
Irak Savaşı Tezkeresi ile Washington’la gerilim yaşayan AK Parti, Kuzey Irak’taki PKK varlığı ve Türkiye’nin geleceğine yönelik haritalar nedeniyle de huzursuz.
Yeniden çizilmesi planlanan Ortadoğu haritasında Türkiye’ye ne rol biçildiği meçhul.
Cumhurbaşkanlığı seçimini de göz önüne aldığımızda iktidar partisinin bu kritik yılda Amerikan yönetimiyle arayı açmak istemeyeceği sonucuna varabiliriz.
O nedenle asker göndermeye sıcak bakmasını, böylesi bir yılda içerde karşılaşabileceği güçlükleri göz önüne alarak Washington’un desteğini almaya çalışabileceğini tahmin edebiliriz.
Sürekli huysuzluk çıkaran yaramaz çocuk rolünden, büyüklerin sözünden çıkmayan aile çocuğu rolüne geçmek isteyebilir.
Bu, işin uluslararası boyutu.
Ancak işin bir de iç politika yönü var.
Lübnan’da yaşanan kıyımın ardından suların hemen durulmayacağı kesin.
Hizbullah’ın kendi varlık nedenini ortadan kaldıracak koşullara evet demesini beklemek safdillik olur. Üstelik Müslüman kamuoyunda böyle saygınlık kazandığı bir dönemde.
Her türlü manipülasyona, provokasyona açık bir ortamda görev yapacak Türk birliğinin her an iki ateş arasında kalması mümkün.
Cumhurbaşkanlığı seçimi yılında Lübnan’dan gelecek cenazeler iktidar partisini köşeye sıkıştırmaktan başka sonuç vermeyecektir.
Bu nedenlerle AK Parti, Çankaya hedefleri için dış baskı koşullarıyla iç kamuoyu tepkisini dengeleyecek bir çözüm arayışı içinde olmak zorunda.
Aksi halde kendini “kaybet-kaybet” diyebileceğimiz bir oyun içinde bulabilir.
Sabah, 14.8.2006
|