Her zaman söylüyorum; darbe anayasasının ürünü olan YÖK ortadan kaldırılmadığı sürece, Türkiye’de eğitim-öğretim işleri düzelmez. YÖK, çünkü, eğitim-öğretimle ilişkisini çoktan kesmiş, “kutsal devleti korumayı” varlık nedeni sayan çok çok özel bir kurum...
Bunu ben söylemiyorum, bizatihi YÖK’ün bir parçası olan rektörlerin ifadesi...
İntihal suçlamasıyla geçici süre meslekten men edilen bir eski rektör, “laiklik uğruna bilimsel çalışmalardan taviz verilebileceği” fetvasını vermiş, bir başkası da “gerekirse birer Kubilay olacaklarını” söylemişti; söylediği şeyi “Kör testereyle kestiler, kanını da içtiler” cümlesiyle süslemeyi ihmal etmeden tabii.
Diyeceksiniz ki, kutsal devleti koruyacak, üstelik asıl işi bu olan başka kurumlar yok mu? Hem de fazlasıyla var ve bu “koruma-kollama” işini başarılı bir şekilde yerine getiriyorlar çok şükür; 60, 71, 80 ve 97’de olduğu gibi...
Fakat işin dramatik tarafı şu:
Bu koruma-kollama faaliyeti birinci sırayı işgal ettiği için eğitim ve öğretimden ne anladığımızı, ne beklediğimizi de konuşamıyoruz. Daha doğrusu konuşmuyoruz. YÖK de böyle bir şeye ihtiyaç duymuyor. Çünkü üniversitelerimiz, Teziç’in ve Cumhurbaşkanı Sezer’in de sıklıkla belirttikleri gibi, “çağdaş üniversiteler.”
Eh, “çağdaş” olunca mesele kalmıyor.
İyi de, bu çağdaş kurumun bir benzeri dünyanın neresinde var? Hangi ülkede eğitim-öğretim işlerini tedvire memur edilmiş rektörlere “fişleme” yetkisi tanınmıştır? Hangi ülkenin çağdaş üniversitelerinde bazı netameli konularda bilimsel araştırma yapmak yasaktır? Ve, ister demokratik ister totaliter, hangi ülkede kimin rektör olacağına karar veren, üniversitelere ‘gizli’ yazılar gönderip ‘şu konuda, falanca sonucu elde etmek üzere bir araştırma yaptırın’ diyen çağdaş kurumlar var ve adları nedir?
Özel şartlara sahip bir ülkede yaşadığımız için bu soruları cevaplamamıza gerek kalmıyor.
Sözü nereye getireceğim?
Dün ajanstan okudum: YÖK Başkanı Erdoğan Teziç bir “Yükseköğretim Stratejisi Taslağı” hazırlatmış... 1.5 yıldır üzerinde çalışılan ve hazırlayıcı komite dışında YÖK üyelerinin bile haberdar olmadığı taslak, nihayet hayırlısıyla önceki gün Köşk’te Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’e sunulmuş...
Bu, elbette sevindirici bir gelişme...
Demek ki sonunda YÖK de eğitim-öğretimle ilişkili bir kurum olduğunu hatırladı...
Üzerinde 1.5 yıl çalışıldığına, sızmamasına özen gösterildiğine ve de “stratejik” olduğuna göre önemli bir taslak olmalı.
Hemen söyleyeyim: Önemli bir taslak... Niçin gizlendiğini, niçin “stratejik” diye isimlendirildiğini, niçin hususen Ahmet Necdet Sezer’e sunulduğunu bilmesem de, önemli bir taslak.
Peki ne var bu dostlardan bile gizlenen son derece önemli taslakta?
Bir sürü talep var.
Belki “taslak” demek de yanlış. Bir talepler silsilesi... (Gerçi taslak Çankaya’da görücüye çıkarılıncaya kadar “devlet sırrı” gibi gizleniyordu ama, Köşk’teki sunumun ardında özet halinde YÖK’ün internet sitesinde yayımlandı.)
Tamamı 237 sayfa tutan taslakta şunlar isteniyor: Anayasa’da YÖK’ü düzenleyen maddelere dokunulmadan yasa değişikliği yapılsın. Liselere “bitirme ve alan belirleme” sınavı konulsun. Bu sınavı geçemeyenler üniversiteye alınmasın. Mevcut ÖSS kökten değiştirilsin. Üniversite sınavı iki aşamalı hale getirilsin. YÖK’ün yetkilerinin bazıları Üniversitelerarası Kurul’a, bazıları üniversitelere devredilsin... Şu olsun, bu olsun...
Hepsi iyi hoş da, “olması istenen” şeylerin olabilmesi büyük ölçüde yasa değişikliğine bakıyor. Bu işler için de, son anda bir değişiklik olmadıysa, ilgili bakanlık ve “parlamento” yetkili kılınmıştır?
Teziç niçin parlamentoyla ve parlamenter organlarla değil de, sadece onaylama mercii olan Cumhurbaşkanı’yla meşveret ediyor? Benim bildiğim Sezer’in yasa hazırlama, yasa teklif etme yetkisi ve hakkı bulunmuyor...
Ne demek istiyor Teziç? “Ben bu hükümeti ve parlamentoyu tanımıyorum” demeye mi getiriyor? Bu yüzden mi stratejik taslak? Parlamentoyu ve temsil mekanizmasını devreden çıkarma stratejisi mi yani bu? Nedir?
Tamam, kafasına göre iktidar tanımı yapıyor (yapsın), “devlet iktidarı-parlamento iktidarı” gibi tuhaf-ötesi cümleler kuruyor (kursun) ve gönlünün her zaman “devlet iktidarı”ndan yana olduğunu söylüyor (söylesin) ama, yetkisini ve alanını bilsin, parlamentoya saygısızlık yapmasın...
Hangi ideolojik görüşten olursa olsun, herkes parlamentoya saygı göstermek, onun yönetme ve kanun çıkarma yetkisini kabul etmek zorundadır. Gülay Göktürk’ün de dediği gibi, “Onlar, bazı rektörlerin 28 Şubat’ta karşılarında el pençe divan durdukları paşalar gibi kapalı darbe yaparak gelmediler, halkın oylarıyla seçilerek geldiler.”
Dolayısıyla, herkes haddini bilecek, başka güçleri yasama organı yerine koymaya kalkışmayacak...
Yeni Şafak, 5.7.2006
|