“Şemdinli kararı”nı saymazsak geçen hafta ülkeyi iki açıklama çok uğraştırdı. Bunlardan ilki (sırasıyla) Başbakan Erdoğan’a, diğeri ise CHP Genel Başkanı Baykal’a aitti.
Biliyorsunuz, Başbakan, Hırvatistan ve Makedonya’ya yaptığı geziden dönerken uçakta gazetecilerle yaptığı sohbette söz dönüp dolaşıp yine malûm konuya gelmiş ve meslektaşlarımız sonunda Erdoğan’dan bir “cumhurbaşkanı tarifi” almayı başarmıştı.
(Ne dersiniz, Türkiye’yi yönetenlerin -yeni değil, eskiden beri- önemli açıklamaları hemen her zaman ayakları yere değerken değil de uçakta yapmaları; benzer şekilde ülkenin gazetecilerinin de önemli soruları uçağa saklamaları, sizce de ilginç değil mi?)
Gayet güzel hatırladığınız gibi Başbakan’ın verdiği “tarif” üzerine geliştirilen çeşitlemeler Başbakan daha havaalanından ayrılmadan başlamıştı. Medya köşelerinden yükselen yorumların büyük bölümünün “tarif”i şu iki açıdan okudukları gözleniyordu: 1- Bakın sonunda kendisini tarif etti! 2- Kendisini tarif etmiş olamaz, çünkü tarifte barış, sevgi, uzlaşma var!
Peki söz konusu “tarif” benim için ne ifade ediyor? Ben herşeyden önce, Başbakan’ın söz konusu tarifi gözünde bizzat kendisini canlandırarak yapmaya koyulmuş olabileceğine hiç ihtimal vermiyorum. Olur mu böyle şey Allah aşkına... Bu “tarif” alma işlemi gazetecilerin ısrarı sonucunda “Cumhurbaşkanı’nın doğup büyüdüğü il ya da ilçe ‘K’ harfiyle mi başlamalı yoksa ‘A’ harfiyle mi?” gibi sorularla donanmış hepten manasız bir oyuna dönüşmüş olsaydı, bakın o zaman ben de “Başbakan kendisini tarif ediyor” diyebilirdim. Oysa biliyoruz ki durum böyle değil; Başbakan, benzer bir soru ile karşılaşan her vatandaşın yapacağı gibi geleceğin cumhurbaşkanını son derece genel bir takım hasletlerle donatmakla meşguldü.
Bir adım daha ileriye giderek şunu da ileri süreceğim: Artık “tarif” de vermeye başlayan Başbakan cumhurbaşkanlığını aklından bile geçirmemektedir. Ama haklı olarak bugünden “Hayır aday olmayacağım” da dememektedir. Dememektedir, çünkü bu suskunluk sürecinde tarifine uyan “adayını” son ana kadar açıklamayarak, AKP’de ortaya çıkabilecek muhtemel bir “adaylık yarışı”na fırsat vermemek ve zamanı gelince adayını sorunsuz biçimde seçtirebilmek istemektedir.
Yoksa hayal edin: Başbakan yarın “Hayır aday olmayacağım” açıklamasını yapsa, AKP’deki “adaylık yarışı” kısa sürede nasıl bir özellik kazanacaktır? TBMM Başkanı Arınç’ın şimdiden, “Erdoğan yoksa ben adayım” mealindeki açıklamasının yol açacağı tartışmaları hatırlatmıyorum bile...
Geçen haftanın bir diğer önemli açıklaması da (“Şemdinli kararı”nı unutmuyoruz) Baykal’dan gelmişti. Baykal, “insanın tüylerini diken diken eden” şu açıklamayı yapmıştı: “Cumhuriyet milli mücadeleyle kazanıldı. Sandıkta kaybedilmeyecek.”
“Diken diken eden” diyorum, çünkü -inanın- kendisini sosyal demokrat-sosyalist olarak niteleyen bir siyasetçinin ağzından sosyal demokrasi-sosyalizm tarihine, teori ve pratiğine bu derece ters bir başka açıklama duymak imkansızdır. Fransız, Alman, Avusturyalı, İngiliz, Rus (...) farketmez; Fransa’da İkinci Cumhuriyet’ten itibaren her milletten sosyalistin elde edebilmek için en fazla asıldıkları şey olan “Sandığı” bu derece sorumsuz bir biçimde harcamak da bu ülkenin “sosyal demokrat” partisine kısmet oldu... Aslında üzülmeyi gerektiren bir açıklama bu... Üzülmemek mümkün mü? Hadi diyelim ki Deniz Baykal tek başına böyle düşünüyor; peki ya onun başında bulunduğu partiye hiç değilse sandık başında destek vermiş yüzbinler? Onların genel başkanlarına bu konuda söyleyecek tek bir lafları yok mu?
Baykal’ın bu açıklaması o derece “diken diken eden” türdendi ki, Fatih Altaylı (bile) bu işe bozuldu. “Bu cümle ‘iyi niyetle’ söylenmiş olsa dahi, ‘antidemokratik’ çağrışımlar yaratacak nitelikte” diyordu. (Ne “iyi niyet”i, neyin “çağrışım”ı!) Altaylı, Baykal’ın açıklamasının, üzerinde biraz oynanarak, hazmı kolay bir hale nasıl getirileceğinin tarifini de veriyordu: “Baykal, bu cümleyi, ‘Türk milleti Cumhuriyet’i milli mücadele ile kurdu, sandıkta kaybetmez’ diye kurmuş olsaydı, belki daha doğru yapmış olurdu.”
Ne dersiniz, “cümleyi böyle kurmak” sorunu ortadan kaldırır mıydı?
Yeni Şafak, 25 Haziran 2006
|