Sessiz ve meraklı bir şekilde Birleşik Devletler, Basra, Orta Asya, Karadeniz Havzası, Afrika ve dışındaki büyük enerji ve petrol kaynaklarını kontrol etmede aşikar bir biçimde arkadan dolanıp vurma stratejisi izliyor.
ABD’nin küresel enerji kontrol stratejisi, bugüne kadar Washington tarafından “demokrasi” örtüsü altına gizlenen, Irak’ta epey pahalıya patlayan rejim değişikliğinin gerçek sebebi olarak iyice netleşmiş durumda. George W. Bush, Batı Yakası askeri emeklilik töreninde yaptığı konuşmada da bu vurgusunu sürdürdü ve Amerika’nın güvenliğinin, özellikle de Ortadoğu’da, demokrasiyi kabul ettirmeye bağlı olduğunu söyledi. Bush, “Bu sadece bir başlangıç. Geleceğin özgürlüğe ait olduğu ve her ulusun özgürlüğe ulaşana kadar dur durak bilmeyeceğimiz mesajı Şam’dan Tahran’a kadar yayıldı.” diye konuştu.
Eğer mevcut eğilim bu şekliyle sürüp giderse, yayılan Bush tarzı demokrasi değil, Rusya ve Çin’in büyük petrol ve gaz enerji arzlarındaki nüfuzu olacaktır. Enerji kontrolündeki mücadele, Washington’ın Gürcistan, Ukrayna, Özbekistan, Belarus ve Kırgızistan’daki yüksek riskli “renkli” devrimleri desteklemesinde kendini gösteriyor. ABD’nin Batı Afrika körfezindeki Gine devletlerindeki eylemlerinin arkasında, tıpkı Sudan’da olduğu gibi, tüm kaynakların yüzde 7’sinin Çin’e ihracı bulunmaktadır. Bir diğer nedense Venezüella’nın Hugo Chavez’i ve Bolivya’nın Evo Morales’idir.
Bununla birlikte, son aylarda küresel enerji hakimiyetindeki bu strateji ki ABD için en öncelikli stratejidir, amaçladığı şeyin aksini doğurmuştur: Geleneksel düşmanlıklara rağmen ellerindekinden başka bir ihtimalleri olmayan devletlerin “gönülsüz koalisyonları” ve tüm enerji geleceklerini tehlikeye atmamak için ve tüm kontrolü ABD’ye kaptırmamak için onunla işbirliği.
Washington’da bazıları, Çin ve Rusya tarafından yapılan açıklamaların, ABD’nin enerji projesinin başarılması açısından önemli olduğunun farkına varmaya başladı. 1972 yılında Nixon’ın Çin’e açılmasının mimarı olan Dışişleri eski Bakanı Henry Kissinger da dahil Çin konusunda ilk adımı atanların yardımlarının aksine, Beyaz Saray nisan ayında Çin Başbakanı Hu Jintao’yu akşam yemeğinde ağırlamayı reddetti, bunun yerine kısa bir öğle yemeği ile geçiştirdi. Kısaca, Washington, Hu’yu yüzünde diplomatik bir tokatla karşıladı.
Aynı zamanda, Başkan Yardımcısı Dick Cheney, Rusya’nın Putin’ini iç insan hakları meselelerine yönelttiği açık saldırılarla ve Batlık devletlerinden Litvanya’daki konuşmasında vurgu yaptığı enerji politikasına dair konuşmasında küçük düşürdü. Cheney, Rusya’yı “halkının haklarını adaletsizce kısıtlayan hükümet” olarak tanımladı ve bu ülkeyi “enerji şantajı yapmak ve korkutmakla” suçladı. Sonrasında, Rice, Rusya’ya demokratik reformlar konusunda baskı yapılması gerektiğini açıkladı. Aynı şekilde Rice, Çin’i Asya’daki “negatif bir güç” olarak niteledi.
Washington, Çin’i her daim petrol politikaları konusunda “oyunu kuralına göre oynamamakla” ve sanki ABD’nin son yüzyıldaki politikası bundan farksızmış gibi enerjiyi daha kaynağındayken kontrol etmeye çalışmakla suçladı. Biri ABD Hazine tahvillerindeki en büyük yatırımcı, diğeri dünyanın en gelişmiş ikinci nükleer gücü olan bir ülkeye karşı eşzamanlı tavır almak Washington’ın küresel hakimiyetinde sanki her şey muntazam gidiyormuş düşüncesini yansıtıyor.
15 Haziran’da Çin ve Rusya’nın liderliğini yaptığı Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ), İran’ı tam üye olmaya çağırdı. Eğer tam üyelik ertelense bile, bu davet Rusya ve Çin’in İran ile Avrasya enerji işbirliğinde yakın bir birlikteliği kesinleştirmek istediği anlamına gelir. ŞİÖ’nün amacı, kapsadığı ülkelerle birlikte her alanda işbirliği ve temelde de ABD hegemonyasına karşı çıkmaktır. Birliğe üye bazı ülkeler son aylarda ABD bağımsızlığından kurtulmak için önemli adımlar attı, hem parasal anlamda hem de enerji alanında.
Zaman, 25 Haziran 2006
|