Kıbrıs konusunda AB’nin siyaseten ve ahlaken kabul edilemeyecek bir tavır içinde olduğu aşikâr. Bu saatten sonra Türkiye’de kimse Annan Planı’nın gerisine düşecek bir Kıbrıs çözümünü kabul etmeyecektir. Bu durumda aralık ayında müzakerelerin kopmasına yol açacak bir gelişmenin engellenmesi için karşılıklı çaba ve yaratıcılık gerekir.
O zaman Türkiye’nin kendisine, AB sürecini çıkarlarına uygun bulup bulmadığı sorusunu sorarak cevaplaması gerekecek. Bu soruyu en başta da iktidar partisinin cevaplaması lazım gelir. Bugünkü milliyetçi-muhafazakâr rüzgârlara göre yelken açıp ‘AB olmazsa da olur’ dediği taktirde kendisine hangi alanda siyaset yapma imkânı kalacağını, ekonomiyi nasıl yöneteceğini, topluma nasıl güven aşılayacağını iyice tartmalıdır.
Eğer toplum ve siyaset bu işi sürdürme yanlısıysa yapılması gerekenlerin neler olduğu açık. İçeride reformların devam etmesi, iç politikadaki üslubun dış politikaya taşınmasından vazgeçilmesi, Türkiye’nin iletişimi konusuna daha fazla kafa yorulması ve kaynak ayrılması. Reformların devam etmesi konusunda bu hükümetin çok güven telkin ettiği söylenemez. Halbuki dönüşümünü tamamlamış bir Türkiye giderek artan ekonomik, coğrafi ve toplumsal stratejik değeriyle AB’nin reddetmeye cüret edemeyeceği bir üye olacaktır.
İlişkilerin hayli can sıkıcı bir noktaya geldiği şu sırada en çok ihtiyaç duyulan şeyler, reformlara inanç, kendi değerine güven ve diplomatik beceridir.
Sabah, 18.6.2006
|