Talihsiz Veysel Güney. 24 yaşında 12 Eylül’ün kurduğu idam sehpasında can vermesi yetmiyormuş gibi, o günden bugüne mezarı da kayıp. Veysel, sorgusunda o derece ağır işkence görmüş ki, tutuklanmasından sonra kendisi ile ancak idam sehpası yolunda görüşebilen annesinin “Oğlum korkmuyor musun?” sorusunu şöyle cevaplamış: “O kadar işkence gördüm ki artık ölüm bile korkutmuyor ana.” Evet, bu sözleri idamından kısa bir süre önce söylüyor: “Son ana kadar izin verilmemişti. 11 Haziran 1981 günü saat 02.00’de cezaevinin demir kapısı açıldı. Güney ailesine, cezaevi aracının içinde oğullarıyla kısa bir süre görüşebilecekleri söylendi. Annesi, babası, eniştesi ve kardeşi Ayhan Güney, araca bindi. Veysel’in elleri kelepçeliydi. Ayhan Güney, o anı şöyle anlatıyor: ‘Kısa süre görüştük. Çok cesurdu. Ağlamaktan konuşamıyorduk. Annem, ‘Oğlum korkmuyor musun?’ dedi...”
Aile oğullarının cenazesinin verilmesi için başvurduğunda ret cevabı almış. Ve Veysel bugün dahi bilinmeyen bir yere defnedilmiş. 78’ler Derneği’ndan Ethem Dinçer haklı olarak öfkeli konuşuyor: “Bir insanın mezarından bile korkuluyor. Bir ailenin en önemli hakkı elinden alınıyor. Bu insanlık suçu. Biz mezarı buluncaya kadar mücadele edeceğiz.”
“Bir insanın mezarından bile korkmak”. Biliyorsunuz, bu son derece “alaturka” uygulama 27 Mayıs ile birlikte Said Nursi’nin cenazesi dolayısıyla da gündeme gelmişti. Urfa’ya defnedilen Said Nursi’nin naaşı “sürgün yeri” olan İsparta’da meçhul bir yere tekrar defnedilmişti. Öyle bir rejim ki, “sürgün yeri”ni sürgünün sağlığında olduğu gibi ölümünde de unutmuyor...
Yeni Şafak, 18.6.2006
|