Türkiye öyle bir ülke ki, ancak büyük hedeflere yönelebildiği zaman düz bir çizgi üzerinde ilerleyebiliyor. Büyük ideallere, iddialı hedeflere kilitlenmediği durumlarda bocalamaya başlıyor. Koşmayı bırakıp yürümeye başladığında ayakta duramıyor.
Değişim ve dönüşüm iradesi ancak önüne ciddi bir hedef koyabildiği zaman gerçekleşebiliyor.
Toplumsal psikoloji, kitle algısı ana hedefi unutmaya başladığı anda gündem lüzumsuz konuların estirdiği rüzgarın tesiriyle Türkiye’yi türbülansa sokuyor.
Hedefe doğru koşmayan, hedefe ulaşma gündemiyle yatıp kalkmayan Türkiye, en ufak rüzgarın tesiriyle sallanmaya başlıyor.
Son dönemlerde devrim niteliğinde değişimler gerçekleştirilebilmesi Avrupa Birliği hedefine kitlenilmesiyle mümkün olabildi.
AB’yle müzakerelerin başlaması için öyle bir efor sarfedildi ki, diğer tüm konular arka plana düştü, lüzumsuz gerilimlere yer kalmadı.
Ancak müzakerelere başlama mücadelesinin verildiği dönemin şartlarıyla müzakere sürecinin şartları doğal olarak farklı. 17 Aralık öncesi “yüz metre yarışı” gibiydi. Saniyeler çok önemliydi ve en üst düzeyde performans göstermek gerekiyordu.
3 Ekim sonrası müzakere süreci ise “maraton koşusu” gibi. Gücü kontrollü kullanmak, nefesi iyi ayarlamak gerekiyor. Böyle olunca mesele sürat düşmesi, istek azalması gibi algılandı. (...)
Bu durumun kamuoyunca yanlış algılanması ve AB’nin gündemin ilk sırasından geriye düşmesi Türkiye’nin ana hedefinde bir sorun varmış gibi algılandı.
Bunu fırsat bilen bazı çevreler hemen harekete geçerek kriz gündemleri üretmeye başladılar.
Türkiye enerjisini bir konu üzerinde yoğunlaştırıp hedefine koşar adımlarla gitmediğinde, enerjisini suni gerilimlerle tüketmeye başlıyor.
Son olaylar Türkiye’de değişim-dönüşümün AB sürecine daha çok endekslendiğini ortaya koyuyor.
AB perspektifi sadece değişimin itici gücü değil, aynı zamanda istikrar ve huzurun da teşvik edicisi durumunda.
AB konusunda rehavete düşmemek, reformları sürdürmek yetmiyor, aynı zamanda gündemi de AB hedefiyle yönlendirmek gerekiyor.
Türkiye AB’ye namzet çağdaş ve gelişmiş bir hukuk devleti olmak ile, basit komplo ve suni operasyonlara malzeme olabilecek, geri kalmış bir ülke olmak arasında salınıp duruyor.
Görünen o ki, AB perspektifi Türkiye’yi yolunda tutmak ve istikrarlı bir yürüyüş yapabilmek için olmazsa olmaz bir şarttır.
Gerilim ve krizden medet umanların AB’ye üyeliğe karşı kesimler olması da bir tesadüf değildir.
Türkiye artık enerjisini hedefine ulaşmak için kullanmayı becerebilmelidir.
Yeni Şafak, 8.6.2006
|