Yenİ Asya’nIn sorularını cevaplayan İnsan Hakları Derneği Genel Başkanı Yusuf Alataş, “1999’dan beri çeşitli yasa değişiklikleri yapıldı. Amaç daha fazla özgürlüktü; şok edici ve rahatsız edici de olsa buna tahammül edilmesi ve hoşgörü ortamına katkı olmasıydı. AİHM yıllardan beri bu ölçüleri kullanıyor. Fakat bürokraside ve devlet kurumlarında bunlara direnç var. Yargıda daha ciddi bir direnç var” şeklinde konuştu.
Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Yiğit Alpagon’un TCK 301. maddesinin değiştirilmesine karşı çıkmasını da değerlendiren Alataş, “en büyük problem kendini askere itaat etme mecburiyetini gören sivillerdedir” dedi.
PAMUK DÂVÂSI SADECE
“BİR” SORUNU ÇÖZDÜ
Orhan Pamuk dâvâsının düşmesinin TCK 301. maddesinin muhtevası ve Türkiye’de düşünce özgürlüğünün daha geniş tutulması gerektiği yönündeki bir yaklaşımın ürünü olmadığını söyleyen Yusuf Alataş, “Bu sadece teknik bir konuydu. Adalet bakanlığının izni olmadığı için dâvâ düşürülmüştür. Yoksa söylenenler ifade özgürlüğü içinde söylenmiştir şeklinde bir değerlendirme olmadığı için Türkiye’deki ifade özgürlüğü ile ilgili soruna pozitif anlamda bir etkisi yoktur. Sadece bir sorun çözümlenmiştir. O da kişi ile ilgili bir sorundur. Yapılan iş olumlu ama ifade özgürlüğü açısından yeterli değildir” dedi.
MGK’NIN 301 GÖRÜŞÜ
Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Yiğit Alpagon’un ABD ziyareti esnasında TCK 301. madde ile ilgili görüşlerini de değerlendiren Alataş, demokratikleşme açısından asıl korkulması gerekenin ‘üniformasız askerler’ olduğunu, sivillerin askerlere karşı gerekli iradeyi göstermesinin beklendiğini ifade etti.
Alataş, “Temel olarak özgürlükler ile askerler arasında problem vardır. Zira, askerî kurum disipliner bir kurumdur. Orada özgürlük değil itaat geçerlidir. MGK Genel Sekreteri ilk sivil genel sekreter diye biliniyor, ama buradaki sivil kelimesini tırnak içine almak lâzım. Burada kurumsal kimlik önemlidir. Bunun başındakinin sivil olup olmamasının bizim ülkemizde çok önemi yoktur. Asıl korkulması gerek üniformasız askerlerdir. Yani sivil olup askerden fazla asker gibi düşünenlerdedir. Üniformalıların konumunu, görevini herkes biliyor. Ancak üniformasızlar daha pervasızdır. Yani MGK’ya biz sivil bir kurul mu diyeceğiz? Kesinlikle değildir. Genel sekreterlik de sivilin yönetimindeki bir sekreterlik kesinlikle değildir” şeklinde konuştu.
Demokratik ülkelerde askerin söylemlerinin herhangi bir kurumun söylemlerinden farklı bir ağırlığı olmadığına dikkat çeken Alataş, “Ama Türkiye’de askerin söylemi bir nevi talimat olarak algılanır. Problem de buradadır. Algılayıcılardadır problem. Bu son derece yanlıştır. Asker açıklamalarını yaparken dikkatli olmalıdır. Askerin her açıklaması silâhlı bir güç olduğu için topluma bir dayatma olarak algılanabilir. Buna dikkat edilmesi gerekir. Ama bence asıl problem devletin diğer aygıtlarının algılamasında vardır. Problem askere itaat etme mecburiyetini gören sivillerdedir. Demokratik bir ülke isek siviller yani hükümet buna ve her türlü özgürlüğü kısıtlayıcı görüşe direnmelidir” dedi.
Genelge çözüm değil
Adalet Bakanlığınca savcılara gönderilen genelgeyi de değerlendiren Alataş, bunun çözüm olmadığını söyledi. Devlet kurumlarında resmî ideolojiden kaynaklanan bir direnç olduğunu vurgulayan Alataş, “1999’dan beri çeşitli yasa değişiklikleri yapıldı. Amaç daha fazla özgürlüktü şok edici ve rahatsız edici de olsa buna tahammül edilmesi ve hoşgörü ortamına katkı olmasıydı. AİHM yıllardan beri bu ölçüleri kullanıyor. Fakat bürokraside ve devlet kurumlarında bunlara direnç var. Yargıda daha ciddî bir direnç var. Bunun da sebebi yargıç ve savcıların atanmasındaki tek yönlülükten kaynaklanıyor. Şimdi gelinen nokta bu dar kadrolaşmanın sonucudur. Dolayısıyla yargıda ideolojik bir duruş var. Bu duruş resmî ideoloji duruşudur” dedi.
Çözüm için çeşitli yolar olduğunu belirten Alataş şöyle konuştu: “Hakim ve savcılar için sicil tutulur. Görevlerinde yükselmeleri ve atamaları gerçekleştirilirken bu sicil dosyaları esas alınır. Temel sicil faktörlerinden bir tanesi hak ve özgürlüklere, insan haklarına takındığı tavır olabilir. Böyle bir şey yok. Bunu koyarsanız sonuçta herkes mesleğini en iyi şekilde yapıp terfi etmek ister. Bu çözümlerden bir tanesidir.
“Böyle bir genelge aslında bakarsanız rahatsız edicidir. Çünkü yargı fonksiyonlarını yerine getirenlere genelge gönderilmesi demokratik ülkelerde kuşkuyla karşılanır. Böyle yapacağımıza gerçek bir eğitimden geçirilmesi gerekir. Bu eğitim de lâf veya proje olsun diye değil gerçek mânâda yapılmalı. Sadece yargıç ve savcılara değil bunları yetiştirenleri de tartışmalı maddelerin nasıl uygulanacağına ve nasıl anlaşılması gerektiğine ilişkin teknik eğitimler verilmeli. ‘TCK 301 veya 216. maddeyi düşünce ve ifade hürriyetini kısıtlayıcı bir şekilde yorumlayamazsınız’ denirse daha etkili olur. Çünkü yasa yeni çıktı. Kamuoyunda da çok tartışılmadı. Bu eğitim kuru bir eğitimden ziyade yasaların özgürlükler lehine yorumlanması için cesaret vermeli. Doğru olanın bu olduğu anlatılmalı. Sırf hükümetin siyasî isteğiyle değil sırf AB’yi memnun etmek için değil bu ülkenin demokrasi ve hukuku için bunun gerekli olduğuna inandırmak lâzım yargıç ve savcıları.”
|