Aysun Hanım:
*“Konuşmam diye yemin eden birisi, konuşursa ne yapmalıdır?”
Dinimizde barış esastır. Mü’minin mü’mine üç günden fazla küs durması haramdır. Yakınlarımız arasında böyle birbirlerine küs ve dargın olanlar varsa muhakkak barıştıralım. Çünkü onların dargın durmaları haram olduğu gibi, bizim de onların aralarını bulmamız ve onları barıştırmamız Kur’ân’ın emridir.1 Onlar dargınlıklarını bırakmazlarsa; biz de seyirci olmaya devam edersek Allah’tan rahmet beklemeye yüzümüz kalır mı?
“Konuşmam!” diye yemin etmeye gelince; hoş bir yemin değil. Ancak böyle bir yemin “aşılmaz” da değil. Böyle yeminleri aşmanın çaresini yine Kur’ân ibadet cinsinden bize göstermiştir ki, bunlar, kefaretlerdir. Yeminlerinin kefaretlerini ödeyenler hem ibadet yapmış olurlar; hem de yemin günahından affa liyakat kazanırlar.
Yeminlerin kefaretini Kur’ân şöyle tanzim eder: “Allah kasıtsız olarak ağzınızdan çıkıveren yeminlerden dolayı sizi mes’ul tutmaz. Fakat bilerek yaptığınız yeminlerden dolayı sizi muâheze eder. Bunun da kefareti, ailenize yedirdiğinizin orta hallisinden, on fakire yedirmek veya onları giydirmek yahut da bir köle azat etmektir. Bunları bulamayan, üç gün oruç tutmalıdır. Yeminlerinizin kefareti işte budur.”2
Âyetin de hükmettiği gibi, yeminini bozan birisi on fakiri sabahlı akşamlı bir gün yedirmeli veya bir fakiri sabahlı akşamlı on gün yedirmeli yahut on fakiri orta hallisinden giydirmelidir. Bunların bedellerini de verebilir. Bunlara güç yetiremeyenler ise, üç gün peş peşe oruç tutmalıdırlar.
Görüldüğü gibi, kefaretin özünde ya başkalarına yardım ve hibe veya nefsi tezkiye ve arındırmak vardır. Bunlarınsa her biri birer ibadettir.
“Konuşmam!” diye yemin eden birisi için en hayırlı olanı, yeminini bozması, yani barışması ve yemin kefaretlerinden gücünün yettiği ile kefaretini ödemesidir. “Ben yeminliyim!” diye konuşmamayı sürdürmek ve barış yollarını kapamak ise haramı katmerleştirmekten başka bir işe yaramaz.
***
İstanbul’dan okuyucumuz:
*“Vakit namazlarından önce kaza namazı kılınır mı?”
Kaza namazlarını mümkün mertebe geciktirmemek, her ne sûretle ve sebeple olursa olsun, vaktinde kılınmayan bir namazı ilk fırsatta kaza etmek farzdır. Kaza namazı borcunun çok olması, yeni kazaları da meçhulde bırakmayı gerektirmez.
Kaza namazı kılmanın hiçbir şekilde belirli bir vakti, saati ve şekli yoktur. Üç kerâhet vaktinin dışında her vakitte, her şartta, her durumda, her vaktin kaza namazı kılınabilir. Hatta Şafiîlere göre kerâhet vakitlerinde de kaza namazı kılınabilir. Yani kişi müsait olunca her vakit, her türlü kaza namazı kılmak için en eşref ve en mümtaz vakittir. Vakit namazından önce dilediği vaktin kazası kılınabileceği gibi; vakit namazı kılındıktan sonra da dilediği vaktin kazası kılınabilir. Bir defada bir günlük veya birkaç günlük namazın kazası da kılınabilir.
Namazın kazasında önemli olan, namaz borcu olan kişinin temayülü, karar vermesi ve azmetmesidir. Kaza namazı kılmaya niyet, karar ve azim olduktan sonra, hiç vakit kaybetmeksizin ve hiç kayıt, kural ve şart aramaksızın kaza kılmaya başlamalıdır.
Zaten kaza borcu altı vakitten fazla olanlar için hiçbir kayıt, kural ve şart yoktur. Tek kayıt, şart ve kural, bir an önce kaza namazı kılmaya başlamaktır.
Dipnotlar:
1- Hucûrât Sûresi, 49/10
2- Mâide Sûresi, 5/89
10.04.2008
E-Posta:
[email protected]
|