Yahya Alkın: Çok hayırlı bir hizmet...
Takdim
Bu röportaj için İstanbul’un diğer ucuna gitmem gerekti. Adresi bulup kapıyı çaldığımda karşımda mütebessim simasıyla ‘Hoş geldin kızım’ diyen asırlık bir çınar duruyordu. Ben bu ifadeyi hep sevmişimdir. Bu sesleniş tarzı bana göre İslâmiyet ve bu milletin terbiyesinin bir bileşimi gibi gelmiştir. Bu milletin kocaman bir aile olduğunu hissettiren bir ifadedir. İçeri buyur edildiğimde muhterem Yahya Alkın’ın eşi Fatma Alkın Hanımefendinin ikramlarıyla sohbetimize başladık. Hocamın sohbet sırasındaki hali, anlatış tarzı, ifadeleri kendine hayran bırakıp dinleten cinstendi.
O konuşurken tam bir ilim adamıyla karşı karşıya olduğunuzu hissediyorsunuz. Konuşmamızın bir yerinde ‘Emekli olmuşsunuz hocam’ dediğimde bana "İlim insanı emekli olamıyor kızım. Hele de bizim yaşımıza gelince daha bir faal olmak gerekiyor. Yaş ilerledikçe ilim birikiyor. Bunu aktarmakta üzerimize düşen büyük bir vazifedir. Resmen emekli olsak da ilim tahsiline ve talebe yetiştirmeye ömrümüzün sonuna kadar devam edeceğim inşaallah" dedi. Ömrünü ilme ve talebe yetiştirmeye, insana hizmete adamış bu güzel insanlarla bir arada olmak çok güzel bir duyguydu.
Bu güzel insanların evlerine girdiğim ilk anda dikkatimi çeken başka bir husus daha vardı. ‘Evin girişinde paketlenmiş halde duran uyku setlerinin hikmeti nedir?’ dediğimde, cevabını Fatma Hanım verdi: "Somali’den gelen çocukların uyku seti ve battaniyeye ihtiyaçları varmış."
Bu yardım kurumlarıyla sürekli irtibat halinde olan Fatma Hanım yıllardır bu faaliyetlerin içindeymiş. ‘Yardıma ihtiyacı olan birileri varsa ve ben de bu hayra vesile olursam ne mutlu bana kızım’ diyen Fatma Hanıma ve eşi Yahya Alkın Beye ‘Allah uzun ve hayırlı ömürler versin’ diye duâ ediyorum.
Sahabe sevgisini yaymak büyük bir hizmettir
Sahabenin kısa bir tanımıyla beraber, sahabe kendi aralarında derecelere ayrılır mı?
Sahabe-i Kiram İslâm literatüründe lügat manası arkadaşlık demektir. Fakat Resulü Kibriya Efendimizi (asm) Müslüman olarak görmüş ve Müslüman olarak ölmüş olan kimselerdir. Meselâ Efendimiz (asm) zamanında yaşayıp onu gören müşrikler vardı. Onlara sahabe denmezdi, çünkü Müslüman değillerdir. Veyahut Efendimizi (asm) görmüş Müslüman olmuş, sonradan İslâmdan çıkmış kimselere de sahabe denmez. Bunlar iki kısma ayrılır bir kısmına "muhacir" deriz bir kısmına da "ensar" denir. 622’de Efendimiz (asm) Mekke’den Medine’ye hicret eden sahabeye "muhacirun" dendi. Onlara her türlü yardımı yapan sahabeye de "ensar" dendi. Sahabelere kendi aralarında ulema tarafından 12 taksimat yapılmıştır. Hepsi aynı derecede mütalâa edilmemiştir. Bunların Bedir Muhaberesinde savaşan "sahabe-i güzin" dediğimiz birinci tabakayı oluşturan sahabelerdir. Onların da en önde gelenleri. "Aşere-i mübeşşere" dediğimiz daha dünyadayken cennetle müjdelenen kişilerdir. Bunların başında "hulefa-i raşidin" dediğimiz sahabeler gelir. Bunların başıysa bütün sahabenin en faziletlisi de elbette Hz. Ebu Bekir’dir.
Sahabenin ehemmiyeti, önemi neydi?
Saf Sûresinde bir âyette ‘Ey iman edenler Allah’ın yardımcıları olun der.’ Bu kâinatı yaratan sonsuz kudretin yardıma ihtiyacı var mıdır? Elbette yoktur fakat, Kur'ân-ı Kerim'e ve İslâm dinine hizmet etmek, hidayete vesile olmak o kadar şerefli bir vazifedir ki sanki bu kâinatı yaratan Rabbü’l Âlemine yardım etmiş gibi olur. Sahabe-i Kiram bu şerefin zirvesinde olan kimselerdir. Bu yüzden Efendimiz (asm) sahabesine son derece ehemmiyet vermiştir. "Ashabımı seven beni sevmiştir. Ashabıma buğz eden bana buğz etmiş gibidir" demiştir. "Benim ashabımın bir hurma olarak verdiği sadakaya sizin dağlar kadar verdiğiniz sadakalar yetişemez" buyurmuştur. Onların İslâm nazarında değeri çok büyüktür.
Efendimizin (asm) sahabe ile diyaloğu ve arkadaşlığı nasıldı?
İslâm namına, Kur’ân namına çok önemliydi. Manevî yönden ümmeti için baba şefkati taşıyan, hatta fazlasıyla şefkat eden bir peygamberdi. Sahabe-i Kirama çok önem verdi. İslâm onlarla yayıldı. Efendimiz (asm) eğer çok farklı bir durum yoksa, sabah namazından sonra Mescid-i Nebevide sahabelerle oturup sohbet ederlerdi. Efendimiz (asm) onlar ile sohbete çok ehemmiyet verirdi. Meclise gelip gidenlere çok dikkat ederdi. Bakardı, sabah namazına gelmeyen bir sahabe var mı? Eğer gelmeyen varsa “Bir sıkıntısı mı var, derdi mi var?” diyerek araştırır, onlarla ilgilenir ve sevgi gösterirdi. Bunun sebebiyse, Cenâb-ı Hak onlar vasıtasıyla İslâmı yaydı ve hidayete vesile onlardı. Allah onlara değer verdiği için Efendimiz de (asm) onlara değer verirdi. Vahye onlar şahit olmuşlar. Kur'ân'ı ilk onlar dinleyerek ezberlemiş ve yaymışlardır. Hidayete vesile oldukları için Efendimiz (asm) tarafından çok sevilmişlerdir.
Günümüz insanı sahabeye yeterince değer ve önem veriyor mu?
Bu imanî bir b.akış meselesidir. Sahabeye son derece önem verenler var. Tahkikî imana sahip olanlar sahabeye gereken önemi verirler. Sahabe kimdir? Peygamber nedir? Yaratılışın gayesi nedir? Bu dinin yapılanması yönünde onların oynamış olduğu rol nedir? Bu gibi şeyleri bilenler elbetteki sahabeye önem ve değer verirler. Tabiî zamanımıza ateizmin ve materyalizmin hakim olduğu için, İslâmın hakim olduğu devirlerdeki gibi sahabe sevgisi günümüz insanında yoktur. Bunun sebebi cehalettir, gaflettir. Bir insan bilmediği şeyi sevemez. Sahabeyi bilmiyor, tanımıyor. Tahkikî iman sahibi değil, hedefini koyamamış. Bu kişilerin sevgisi anneden babadan duyduğu şekilde örfî olur. Şuurlu Müslüman Sahabe-i Kiramı çok sever ve bilinçli olarak sever. Bu bilinçli sevenler azınlıktadır, fakat günümüzde sayı artarak devam ediyor inşallah. Eskiden bizim devrimizde çok daha azdı. Şükürler olsun genç nesilde bu çoğalmış durumdadır. Bu parlak bir istikbali haber vermektedir. Felâket ve helàket asrının insanı dediğimiz Bediüzzaman Hazretleri diyor ki; ‘Ümitvar olunuz, şu inkılâbat içinde en yüksek gür seda İslâmın sedası olacaktır’ diyor. Hakikaten olaylar oraya doğru gittiğimizi gösteriyor. Bütün bu menfi şeylere rağmen sahabe ve peygamber sevgisiyle yetişen bir nesil çoğalıyor.
Dikkatimi çeken bir husus var. Eskiden sahabe isimleri ya da peygamber isimleri daha yaygındı toplumumuzda. Şimdilerdeyse bunu görmek pek mümkün değil. Sizce bunun sebebi nedir?
İnsanlarda geçmiş değerlerimize karşı iman zaafiyeti ile alerji oluşturulmuş durumda. Eskiden yapılan her şey bilinçli yapılıyordu, şimdi öyle değil. İnsanların ne yaptıklarını bilerek hareket etmesi gerekiyor. Dediğiniz gibi konulan isimleri baktığımızda, meselâ eskiden "Betül" diyerek isim konuyordu. O ismin Hz. Fatma validemizin künyelerinden biridir. Moda olduğunda ismin anlamını ve güzelliğini bilmeden koyuyorlar. Bilseler ki böyle, belki onu da koymayacaklar. Mânâsı hoş olmayan isimleri koyabiliyorlar. Bu cehaletten kaynaklanan bir durumdur. Bize ait olmayan bazı isimleri koymaları ise sahabeye düşmanlığından değildir. Cehaletten kaynaklanan şeyler bunlar. Eğer anlatılsa, onlar da bilinçlenir umudundayım. Sahabe isimlerini tercih edelim. Onları isimleriyle de aramızda yad etmiş olalım. Türkler İslâma girmeden evvel şaman isimleri kullanılıyordu. İslâm dinine girdikten sonraysa İslâm sevgisinden dolayı bu isimler konuluyor. Temelinde sahabe, İslâm, Peygamber ve Kur’ân sevgisi vardır. İşin esası budur. Bu sevgi arttıkça bu gibi güzel şeyler tekrar toplumumuza yerleşir umudundayız.
Ben biliyorum ki; Yeni Asya çizgisi tavizsizdir.
Çok hayırlı bir hizmet olacağı kanaatindeyim.
Gazetemizin "Hayatü's Sahabe" adlı eseri okuyucularına vereceğinden bahsetmiştik. Bu hizmet hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bunun çok iyi bir hizmet olduğunda şüphe yoktur. Sahabe sevgisini yaymak, tanımayan bilmeyen nesillere böyle yayın organları vesilesiyle bu kitapları dağıtarak sahabe sevgisini arttırmak, imana İslâma hizmettir. Biz sahabeyi niçin severiz? İslâma hizmet ettikleri ve Efendimizin (asm) arkadaşı olup vahye şahit oldukları için çok severiz. Gazetenizin böyle bir hizmet yapması demek sahabe sevgisini yeni nesillere aşılamak bakımından çok büyük bir hizmettir. Pakistan ve Hint uleması siyer ve sahabe hayatı üzerinde İslâm âleminde öndedirler. Ve bu konuda çok büyük eserleri vardır. Bu eser de çok değerli bir eserdir. Çok hayırlı bir hizmet olacağı kanaatindeyim. Bu uğurda kim hizmet edecekse bu kardeşlerimize duâ ederim. Bediüzzaman diyor ki ‘Rıza-i İlâhî kesret-i etba ile değildir. İhlâs iledir’. Ben biliyorum ki; Yeni Asya çizgisi tavizsizdir. Mehmet Kutlular Beyi bundan dolayı çok severim. Bağlı bulunduğumuz değerlerden taviz vermeden hizmeti götürme gayretindeler. Bu gazete uzun yıllardır hizmet vermeye gayret ediyor.
Bediüzzaman'ın dediği gibi ‘Bir şeyin hasenatı seyyiatından fazlaysa o hürmete lâyıktır’. Gazetenizin verdiği hizmetin hasenatı seyyiatından dağlar kadar fazladır. Said Nursî Hazretlerinin dediği gibi ‘İhlâs ona derler ki kimden ve nerden gelirse gelsin taraftar çıkmaktır’ gerçeğiyle yola çıkarak biz bütün ortamlarımızda İslâma kim hizmet ederse etsin, duâmıza katıyoruz. Allah her birimizi muvaffak eylesin inşallah.
Yahya Alkın kimdir?
1945 Rize ili Çayeli ilçesi Yenice Köyü doğumlu. İlkokulu kendi köyünde bitirdi. Hıfzını İzmir’de tamamladı. Sakarya İmam-Hatip Okulunu bitirdi. 1968 yılında İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsünü (bugünkü Marmara Ü. İlahiyat Fakültesi) bitirdi. Üç yıl imam-hatiplik yaptıktan sonra, 1970 yılında Erzincan İl Müftülüğüne, 1971’de de Muğla İl Müftülüğüne atandı. Bir ara Pendik Müftülüğü de yapan Yahya Alkın, 1978 yılında Haseki Müftü ve Vaizler İhtisas Kursunu birinci olarak bitirdi. Aynı yerde öğretim üyesi olarak görev aldı. Emekli olduktan sonra da (şu anda Pendik’te faaliyetini devam ettiren) Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı İstanbul Haseki Eğitim Merkezinde ders vermeyi sürdürdü. “Bize Göre Durum ve Gerçek”, “Kur’ân’da Peygamberler ve Peygamberimiz”, “İslâm ve Temel Bilgiler” gibi bazı basılmış kitapları vardır.
EBRU OLUR