Risale-i Nur devletin himayesine muhtaç değildir. Nur, topuzun himayesine verilemez. Aziz Üstadımızı ve Nurları topuzun, kamu otoritesinin himayesine vermeyi hiçbir Nur Talebesinin tasvip edeceğini sanmıyorum. Bediüzzaman güce yaslanmadı, resmî odaklarla iş tutmadı.
-Dünden devam-
Hukukî durum böyle ise Risale-i Nurların fiilen basılmasının yasaklanması neticesini doğuran bandrol engeli nasıl ortaya çıktı.?
Maalesef Risale-i Nur Külliyatının bir yayınevi tarafından sadeleştirilerek yayınlanması Nur Talebelerinde haklı bir tepki ve derin bir teessürete yol açtı. Bu tesessürü elbette ki en derinden hissedenler, Nurların neşrine şahitlik etmiş, Üstadımızın hayattaki talebeleri olmuştur. Herkes sadeleştirme suretiyle yapılan tahrifatın önlenmesi için çareler aramaya başladı.
Bu teessür bazılarını harekete geçirdi. Muhterem ağabeylere tahrifatın önüne geçilmesi için varisliklerinin tesbiti için dâvâ açmaları ve bu dâvâyı gerekçe göstererek yayınevlerine bandol verilmesinin durdurulması suretiyle sadeleştirmenin önüne geçileceği telkin edildi.
Bunun üzerine ağabeyler adına Gebze Sulh Hukuk Mahkemesi’nde “mirasçılık belgesi verilmesi talebi” ile bir dâvâ açıldı. Ardından bu dâvâ gerekçe gösterilerek, Risale-i Nurların basımında neşir hakları yönünden bir belirsizlik olduğu, hak sahiplerinin belirlenmesi amacı ile dâvâ açıldığı belirtilerek Risale-i Nurların basımı için bandrol verilmemesi talebinde bulunuldu.
Ne acıdır ki, artniyetli birilerinin yanlış telkin ve yönlendirmeleri sebebiyle, Nurlar muhterem ağabeylerin talebi ile aylardır neşredilemiyor.
Ancak kesinleşmiş bir yargı kararı ile bu ağabeylerin atanmış mirasçılık sıfatlarının bulunmadığı belirlenmiş iken Bakanlığın yeniden açılan bir dâvâyı gerekçe göstererek Nurların neşrine bandol vermeyip engel olması hukukî bir bakış açısı ile izah edilemez. Kesinleşmiş yargı kararları herkes yönünden bağlayıcıdır. Bakanlığın kesinleşmiş yargı kararını görmezden gelmesi hukukun açıkça ihlâl edilmesidir.
Said Nursî’nin eserlerinde zaman zaman “vârislerim” diyerek isimlerini tahdidî olmamak üzere zikrettiği muhterem talebeleri de Risalelere ilişkin malî hakların sayıları bugün milyonlarla ifade edilen Nur Talebelerine ait olduğunu kabul etmekle ve düzenlenen vasiyetname hukuken muteber olmamakla birlikte, manevî bir vasiyet olduğunun idraki ile bugüne dek kanunî mirasçılar aleyhine vasiyetnamenin tenfizi talebinde bulunmamışlardır.
Vasiyetnamenin tenfizi on yıllık zamanaşımı süresine tabidir. Bediüzzaman Said Nursî ise 23.03.1960 tarihinde Rahmet-i Rahman’a kavuşmuştur. Manevî vasiyetten haberdar olan saygıdeğer kişiler ve bu emsal vasiyetnamelerde adı geçen muhterem zevat on yıllık süre içerisinde vasiyetnamenin tenfizi talebinde bulunmamışlardır.
Kanunî mirasçılar da aziz murislerinin vefatından bu yana geçen elli dört yıllık sürede Yeni Asya ve Risale-i Nur Külliyatını neşreden diğer yayınevlerine karşı malî hak taleplerini ileri sürmemişler, herhangi bir talepte bulunmamışlardır. Kanunî mirasçılar aynı gerekçe ile bir maddî beklentileri olmaksızın Yeni Asya ile de Telif Sözleşmesi akdetmişlerdir.
Yeni Asya, manevî vasiyetnamede adı geçen Zübeyir Gündüzalp tarafından bizzat kurulmuş ve yayınlarına bugüne dek devam etmiştir. Yeni Asya’nın kırk beş yılı bulan yayın faaliyetine karşı hiç kimse tarafından itirazda bulunulmamıştır.
Yapılan kanunî düzenlemeler ile Risale-i Nur Neşriyatının devlet tekeline değil, devlet himayesine alınmakta olduğu ifade ediliyor. Durum gerçekten böyle midir?
Maalesef Risale-i Nur Külliyatının ve Bediüzzaman Said Nursî’nin devlet tekeline alınması gibi dehşetli bir planı, birileri muhterem ağabeylere bu şekilde aktarıyorlar. Bizim ilk andan beri tesbitimiz, bunun açık bir zındıka planı olduğu şeklindedir.
Her şeyden önce Risale-i Nur devletin himayesine muhtaç değildir. Nur, topuzun himayesine verilemez. “Yüz elimiz de olsa ancak nura kâfi gelir” diyen Aziz Üstadımızı ve Nurları, topuzun, kamu otoritesinin himayesine vermeyi hiçbir Nur Talebesinin tasvip edeceğini sanmıyorum. Bediüzzaman güce yaslanmadı, resmî odaklarla iş tutmadı.
Yasal düzenlemenin Risale-i Nur Külliyatı ve Bediüzzaman Said Nursî hakkında dehşetli neticeler doğurabileceğini ayrıntıları ile aktarmadan önce bu düzenlemenin komisyon çalışmaları sırasında yaşananları aktarmak isterim.
Risalelerin devlet tekeline alınması ile ilgili maddenin Torba Kanuna ekleneceği bilgisi, eski Millî Eğitim Komisyonu Başkanı, Hatay eski milletvekili Sayın Nurettin Tokdemir tarafından iletildi. Bunun üzerine metne ulaşmaya çalıştık. Henüz Plan ve Bütçe Komisyonuna resmen önerge ile sunulmamış madde taslağı bizleri dehşete düşürdü. Taslak ile memleket kültürü için önemli görülen eserlerin başkaca hiçbir şart öngörülmeksizin kamuya mal edilmesi için Bakanlar Kuruluna yetki veriliyordu. Sayın Nurettin Tokdemir Plan ve Bütçe Komisyonu Başkan Vekili, Isparta milletvekili Sayın Süreyya Sadi Bilgiç’e bu düzenlemenin çok sakıncalı neticeler doğurabileceğine ilişkin kanaatlerimi aktardığında, Bilgiç nezaket gösterip telefonla kendisine bilgi vermeme müsaade ettiler. Bu telefon görüşmesi üzerine daha detaylı görüşmek üzere bizleri Meclise dâvet ettiler.
Başta Sayın Nurettin Tokdemir olmak üzere bir heyet olarak Plan ve Bütçe Komisyonu Başkanı Manisa milletvekili Sayın Recai Berber ve Sayın Süreyya Sadi Bilgiç’le Meclisteki odalarında görüştük. Kendilerine düzenlemenin bu haliyle eser müellifi hayatta iken bile devletin bir eseri kamulaştırabileceğini, kamuya mal etme kararından sonra da dilerse eseri basmayabileceğini söyledim. Bu beyanlarımız üzerine çok şaşırdılar.
Telif Hakları Genel Müdürü ile yaptıkları görüşme sonrası haklı olduğumuz anlaşılınca bize teklifiniz nedir dediler. Biz de Nurların sadeleştirilmesinin önüne geçilmesi için kanunî düzenleme yapılmasına ihtiyaç bulunmadığını, sadeleştirilmiş nüshalar için Bakanlığın hak sahipleri ile yapılmış sözleşme talep etmesinin yeterli olacağını, mirasçıların sadeleştirmeye karşı olduklarını, ama elli dört yıldır hiçbir yayınevine karşı herhangi bir hak talebinde bulunmadıklarını, bu yönde bakanlığa da bir müracaatlarının olmadığını, aksine dileyen her yayınevine bandrol verilmesi yönünde yazılı müracaatları olduğunu ifade ettik.
Sayın Bilgiç kanunî bir düzenlemenin gerektiği konusunda ısrar etti. Bunun üzerine biz Avrupa Birliği’nin öksüz eserler ile ilgili direktifinin esas alınmasını önerdik. Buna göre hak sahiplerinin belirlenememesi sebebiyle basılamayan eserler kamunun istifadesine sunuluyor. Hak sahiplerinin talep etmesi halinde eseri neşredenler telif ücreti ödemekle yükümlü oluyorlar. Biz sadeleştirmenin önüne mutlaka kanunî bir düzenleme ile geçilmek isteniyorsa, kamuya mal edilecek eserleri, aslına sadık kalmak kaydıyla dileyen her yayınevinin neşredebileceğine, hak sahiplerinin talep etmesi halinde telif ücreti ödeme yükümlülüklerinin olacağına dair bir metin hazırlayalım teklifinde bulunduk. Bize açık bir şekilde “Biz herkesin basmasını istemiyoruz” dediler. Buna karşılık metne “Eserin topluma ulaşmasını sağlayacak şekilde basılması zorunludur” cümlesini ekleyip bunun yeterli olacağını savundular.
Daha sonra maddenin komisyon görüşmeleri sırasında muhalefet milletvekilleri tarafından Risale-i Nurların basılmasını niçin kontrol altında tutmak istiyorsunuz tepkisine, AKP milletvekillerinin verdiği cevap “Kontrolsüz olmaz” oldu.
Gökhan YILMAZ
[email protected]
Twitter:@MGokhanYlmz