Bediüzzaman Hazretlerinin Münazarat adlı eserinde Ermeniler ile ilgili değerlendirmelerini yorumlayan gazeteci-yazar Hayko Bağdat, “Eyvallah, Allah razı olsun” dedi. Bediüzzaman’ın değerlendirmelerinin hayra yolaçacak yaklaşımlar olduğunu belirten Bağdat, bu yaklaşımın aradaki mesafeyi daraltacağını söyledi.
Dünkü Röportaj AKP, nasıl bu kadar devletçi oldu?
—Dünden Devam—
Bugün Risaleyi durduran, yarın İncil’e de el koyar
“Ben şimdi Müslüman olmadığım için, Risale-i Nurların basımının durdurulmasından mutlu mu olmalıyım yani? Bu kanunun 2 gün sonra İncil’e ya da Alevîlerin kitaplarına dayatmayacağını nereden bilelim? Düşmanlaştırdıklarına vurmak için belden aşağı yöntemlerdir bunlar.“
Bu kendini koruma refleksi mi, devleti koruma refleksi mi?
Kendi oluşturduğu devleti koruma refleksi. Çünkü şöyle düşünüyor; bu ülkede güçlü olabilmemiz için ihtiyaç duyduğumuz yegâne şey devletin bütün kurumlarının bize biat etmesini sağlamaktır. Biat edene kadar o kurumun bütün suçlarını fâş ediyor, fail-i meçhullerden bahsediyor, Berfo Nine ile görüşüyor, Ermenilerle görüşüyor, Alevilerle görüşüyor… O kurum ele geçtiği andan itibaren ise bütün suçlarının paydaşı haline geliyor.
Peki bu “ele geçirme” işlemi tamamlanmış durumda mı?
Tamamlıyor işte, Cumhurbaşkanlığı önemli bir makam. AKP’ye oy veren muhafazakârlar, AKP iktidardan giderse o kurumların kendilerinin canına okuyacağını düşünüyor. Bu gerilimi nasıl taşıyacağız biz? İktidar dahil olmak üzere bugün ülkede adalete güvenen var mı? Ee! Şimdi kendimizi nasıl huzurlu hissedebiliriz. Başbakan bu anlamda kendi meydana getirdiği canavara teslim olmamak için hep kazanmak zorunda. Çünkü bir canavar meydana getirildi. Objektif olması gereken kurumların militanlaştığı, ideolojikleştiği bir canavar. Şimdi aynı MİT yasası ve aynı kurumla Oktay Vural’ı geçirelim MİT’in başına, Başbakan rahatsız olur mu? Aynı YSK’nın başına Muharrem İnce’yi geçirin meselâ ya da şu anki basın yasasıyla, -basın yasası var artık biliyorsunuzdur- devletten sızan bilgiyi basan matbaa dahil olmak üzere cezaevini boylayabilecek. Aynı basın hâkimi karar verirken, Yeni Şafak’ı ele geçirmek isteyen bir hâkimin dâvâya baktığını düşünün. Dolayısıyla adaletin olmadığı yerde huzur yok. Adaletin tecelli etmediği yerde ideoloji de yok, iman da yok!
Nasıl aşılacak peki bu?
Kurumsallaşarak. Hep şöyle düşünülüyor; bizim çocukları devlete gönderirsek devlet hayırlı bir şey olur. Ee! Kemalistler de böyle düşündü. Onların çocukları moderndi, çağdaştı, Atatürkçüydü, Batı muasır medeniyetlerini biliyorlardı falan, ama işte hiç hayırlı bir şey olmadı. Şimdiki çocuklar kim? İmanlı, Müslüman, namaz kılan falan… Hayır arkadaşlar. Kurumsallaştırmadığın sürece kimin çocuğu giderse gitsin o yeni devlet oluyor.
Tahliyelerin ardından gelinen noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Yani, itibarı yerlerde cezaevine giren insanlar “Türkiye seninle gurur duyuyor” diye çıktılar. Bakın orada bir sıkıntı var. Bunu Dink cinayeti üzerinden anlatayım size. Eski devletin tasfiyesini mobilize eden en önemli kitlesel eylem Hrant Dink’in cenazesiydi. Cenazeden sonra başlayan Ergenekon operasyonlarında ilk dalgada alınan isimler, Veli Küçükler, Kemal Kerinçsizler vs idi. Ve toplumda o eski devletin barbarlığına, Dink cinayetinde olduğu gibi acımasızlığına karşı gösterilen reaksiyon Ergenekon dâvâlarının yelkenlerini şişiren rüzgâr oldu. Ergenekon, Hrant Dink’i öldürmüş olabilir mi? Elbette. Öldürmek istemiş olabilir mi? Kesin. Peki, dava sonrasında, Ergenekon operasyonlarını gerçekleştiren istihbarat şeflerinin, polis şeflerinin, aklınıza gelebilecek bütün kamu görevlilerinin önemli bir bölümü niye Dink dâvâsında şüpheliler listesinde aynı zamanda? Ergenekon operasyonlarını gerçekleştiren ve bugün “paralelci” denilerek tekrar vatan haini ilân edilenlerden bazıları aynı isimler. Bütün bu soruların cevapları açıktadır. Dink cinayetiyle ilgili, 8 yıl boyunca namus sözü verip, “Bu kurşun banadır, benim iktidarımadır” diyen Başbakan daha geçen gün, “3 tane gencin, Hrant’ın yazılarını kabullenememesinden oluşan bir cinayettir” beyanında bulunmuştur. Kiminle uzlaştı? Nerede uzlaştı? Hangi ittifakı bozup hangi ittifakı kurdu? Yine hangi suçları örtüyor? 8 yıl boyunca aslan parçası diye soruşturmadığın bürokratların bugün vatan haini olunca iktidarda kalanlarla mı uzlaştın?
17-25 Aralık operasyonlarına değinecek olursak; siz bunların emniyet ve yargı içindeki paralel bir F tipi yapılanma tarafından başbakana ve AKP’ye yönelik birer darbe girişimi olduğu iddialarına katılıyor musunuz?
Arkadaşlar, vicdanımızı, inancımızı, imanımızı ihmal etmeden konuşalım. Şu beni rahatsız ediyor, bu kavga başlayana kadar yoldaşlarınızın en yakınlarında, bu bahsettiğiniz pek çok şeyi gördüğünüz ve sineye çektiğiniz halde, yanınızdakilere yoldaş derken onu kayda almanızda bir sorun var demektir, bir kere etik olarak burada bir sorun var.
Cemaat için mi söylüyorsunuz?
Evet, cemaat için söylüyorum. Cemaat de diyor ki şimdi, evet biz bunları sineye çektik, ama daha sonra dayanamadık ve buradan bir yerden patladık. Hayır, bakın. Meselâ şimdi bir sürü ses kayıtları çıktı. O ses kayıtlarının içeriğinden çok fazla şüphe duyan yok aslında. Siyaset böyle yapılmaz. Ahlâkî mücadele de böyle yapılmaz. Ne dediler; “17 Aralık’ta bizim aslan gibi savcılarımız her şeyi göze alarak hırsızlığa karşı bir mücadele verdi.” Kim bu savcı? Muharrem Akkaş. Hrant Dink cinayetiyle ilgili dosya 3 yıldır bu savcıda. 3 yıldır kapısındayız adamın. 3 yıldır bir kişiyi bile sorgulamamış. Niye sorgulamadın? O sorgulayacakların listesindeki bazı isimleri sorgulamak içinde bulunduğun oluşuma mı aykırıydı? Peki, neyi konuşalım biz şimdi, imanı mı konuşalım? Kan akmış, canımız yanmış. Hak ve adalet için sana vekâlet vermişim ben. Sen ne yapmışsın? İktidar köşe kapmaca oyunlarında, 3 yıl sonra görevden alındığında “Tam operasyon yapacaktım ondan beni aldılar” diyorsun. İnanalım mı sana. Neresi temiz bunun. Öbür tarafta Muammer Güler bakan, Hrant’ı Türk düşmanı ilân eden adam Ombudsman, Celalettin Cerrah vali. Dolayısıyla ben bu kavgadaki etik sorgulamayı yapmaktan vazgeçemiyorum. Ben şimdi cemaati hırsızlığa karşı mücadele eden savcılarıyla mı anacağım, dünyanın her tarafına açtığı okullarıyla mı anacağım, yoksa Dink cinayetinde –eğer ki bu kamu görevlileri cemaatle ilişkiliyse- bu cinayetin altında kalmışlığıyla mı anacağım?
Burada yaşanan bir iktidar savaşı olabilir mi?
Elbette iktidar savaşıdır, köşe kapmaca oyunudur. Ben burada şunun altını çizmek istiyorum. Ben bu iktidarın yolsuzluklara bulaştığını düşünüyorum. Yayınlanan ses kayıtlarının doğru olduğunu düşünüyorum, bunları ortaya çıkaran yapıya karşı bir cadı avı başlatarak hiç haddine olmadığı halde insanların eğitim kurumlarını kapatmaya, onlara o vatan haini damgasını yapıştırarak dershanesine giden genç ile Ekrem Dumanlı’nın hayatını aynı anda riske etmeye yol açan vahşi bir uygulamayla karşı karşıyayız. Fakat Ergenekon’da da aynı şey oldu. Suç yok muydu? Vardı. Peki, cemaat-AKP koalisyonu, bizim tarihte çok az yakalayabileceğimiz derin devletle yüzleşme imkânımızı elimizden almadılar mı?
Sulandırmadılar mı, 20 yaşındaki teğmenlerle, Ahmet Şık’larla, Nedim Şener’lerle bu dâvâyı sulandırmadılar mı? Bugün tekrar bir derin devleti temizliyoruz, dâvâsına itibar edebilir miyiz? Bitti değil mi bu şansımız? E! Bunun vebali bu koalisyonun boynuna. Muhafazakârlar devletin tutsağı, yeni enstrümanı olmuşlardır. Eğer olmasalardı, olmadıklarını iddia ediyorlarsa Roboski katliâmından sonra yer yerinden oynardı. Dink cinayetinden sonra yer yerinden oynardı. Gezi’de öldürülen çocuklardan sonra yer yerinden oynardı. Cemevi’nde vurulan çocuktan sonra yer yerinden oynardı. Devlet hesap verebilir, şeffaf, boğazına yapışabileceğimiz bir makam olarak karşımıza çıkardı. Bana şunu söyleyin; AKP’ye bağlı bir ilçe belediyesinde bir yolsuzluk yapan, diyelim ki iki paket A4 kâğıdını zimmetine geçirmiş bir adama karşı bu ülkede yargı harekete geçebilir mi? Polis harekete geçebilir mi? Bu Türkiye’nin var olduğu bir yerde hoyrat devlet yoktur artık diyebilir miyiz? Roboski katliâmından sonra bir bekçi dahi sorumluluğu üstüne almadı. Genelkurmay’a teşekkür edildi hatta. Bu mu yeni devlet? Şimdi bu olur, geçer-gider diyebileceğimiz bir şey mi? Neye bakacağız, ölçüsü ne? Sadece iktidarı tehdit eden kesimlere karşı korkunç bir cadı avı söz konusu, vatandaşa karşı yapılan suçlarda devlet olduğu yerde duruyor; devlet dokunulmazdır.
“Ne paralelmiş arkadaş” başlıklı makalenizde AKP’nin paralel yapıyla ilgili yaptığı suçlamaları sıraladıktan sonra diyorsunuz ki, “o bütün bunları yaparken sen ne yaptın arkadaş?” Bir örgütlenme söz konusuysa eğer, AKP bunu göremedi mi de zamanında tedbir almadı?
Lâzımdı, kullandı. Kim kimi kullandı bilmiyorum, ama mekanizma böyle çalışır. Şimdi, diyelim bir kavga veriyoruz, bu kavganın bir onuru olsun. Diyor ki başbakan; şu anda dünyanın bütün suçlarını işleyen yapı cemaattir. Ve Başbakan şunu söyledi, Gazze’deki mazlûmlara destek olabilecek güçlü bir hükümeti zayıflatmak için Gezi eylemlerini yaptılar. Aramızdaki kavganın bir onuru olsun. Eski devlet bize devletin işlediği cinayetlerin meşrû olduğunu hatta biraz da bu toplumun faydasına işlediğini, biraz da Türkler için işlediğini anlatan devletti. Ve bu ülkede hangi değer yargılarımızı devlet olmak için bu kadar ihmal ettik? 15 yaşında bir çocuk öldürülmüş kitlelere onun annesini yuhalatıyor. “Allah rahmet eylesin” diyemedi. O kitleler acılı bir anneyi yuhalayabilecek bir imana mı sahip? Bu muydu ölçümüz?
Bu arada geçtiğimiz günlerde torba kanunda meclisten geçti ve Risale-i Nur 4 ayı geçkin bir süredir bandrol alamıyor, eserlerin devlet tekeline alınması söz konusu, bu konuda yorumunuz nedir?
Valla ben devletin kime değil, ne yaptığına bakarım. İnsanların istedikleri şekilde, istedikleri mealde istedikleri yorumla herhangi bir dine, inanca, tarikata, mezhebe ait yayınları terbiye etmeye çalışmak başlı başına bir sıkıntıdır. Ben şimdi Müslüman olmadığım için, Risale-i Nurların basımının durdurulmasından mutlu mu olmalıyım yani? Bu kanunun 2 gün sonra İncil’e ya da Alevîlerin kitaplarına dayatmayacağını nereden bilelim? Düşmanlaştırdıklarına vurmak için belden aşağı yöntemlerdir bunlar. Aynı şeyi aynı zamanda RTÜK üzerinden yapıyorlar. STV’de benim katıldığım bir program 7 tane kapatma cezası aldı meselâ. Zamanında “Aman bu Gülen cemaati, ne güzel oluyor” diyen bir insanın bu yetkilerini yarın öbür gün devrimci basın, Alevî basın için kullanmayacağının ne garantisi var? Devlet bu aldığı yetkilerle bir canavar meydana getirmektedir. Bu canavar durdurulamaz bir hale geldiğinde inanın bana AKP’li için de, CHP’li, MHP’li, HDP’li için de risktir. Devran eninde sonunda dönüyor, başbakan meydana getirdiği bu canavardan, adaletin olmadığı bu mekanizmadan kendisi de nasibini alacaktır, daha önce aldığı gibi...
Bediüzzaman’a eyvallah, Allah razı olsun
Bediüzzaman Said Nursî Münâzarât isimli eserinde Doğu’daki aşiret reisleriyle yaptığı konuşmalarda “Ermeniler bize düşmanlık edip hile ve hıyanet ediyorlar. Nasıl dostluk üzerine ittifak edeceğiz” sorusunu; “Düşmanlığın sebebi olan istibdât öldü, istibdâtın zevaliyle dostluk hayat bulacak, size bunu katiyen söylüyorum ki, şu milletin saadeti ve selâmeti Ermenilerle dost olmaya vabestedir” ifadeleriyle cevaplıyor. Bu yaklaşıma ne diyorsunuz?
İnsanların, bu ülkedeki inanç gruplarının, tarikatların muhatabına kendi referansları üzerinden zeytin dalı uzattığı her sözün başımızın üstünde yeri var. Eyvallah, Allah razı olsun. Siz şimdi, içinde bulunduğunuz inanç dünyasının duâyeninin, tarihin bir aşamasında benim kavmimle ilgili hayırlı bir sözünü aktardınız ve bu eninde sonunda hayra yol açacak bir yaklaşım biçimidir. Bu, birbirimize karşı mesafemizi daraltacak bir yaklaşım biçimidir. Bu anlamda ben, her nereden gelirse gelsin böyle bir yaklaşımdan memnuniyet duyarım.
AKP, nasıl bu kadar devletçi oldu?
SON
Gökhan Yılmaz - Ekrem Özden
Twitter: @MGokhanYlmz / @EkremOzden86