Sözler - page 11

Bediüzzaman Said Nursî Kimdir?
1878’
de Bitlis’in Hizan ilçesinin İsparit nahiyesinin Nurs köyünde doğan Bediüzzaman, ilk eğitimini ağabeyi
Molla Abdullah’tan aldı. Değişik medreselerde kısa aralıklarla kalarak beş yıl süren tahsil hayatına,
Tağ Köyünde dokuz-on yaşlarında başladı. Sonunda, Doğubayezit’te Şeyh Mehmed Celâlî’nin medresesinde üç ay
süren bir eğitimden sonra icazetini aldı ve Doğubayezit’ten ayrıldı. İlmî münazaralardaki başarısı, genç yaşta ulaştığı
seviye, anlaşılması en zor konuları kolaylıkla anlaması ve mütalâa ettiği kitapları kolaylıkla ezberine alması gibi
farklılıkları sebebiyle zamanın âlimleri ona “Bediüzzaman” lâkabını uygun gördüler.
Bitlis’e gelen Bediüzzaman, Vali Ömer Paşa’nın konağında iki yıl kaldıktan sonra Van’a gitti. Burada kaldığı on yıl
boyunca, çalışmalarını pek çok farklı ilimde derinleştirirken, Horhor Medresesini kurarak dersler de vermeye başladı.
Eğitim çalışmaları sırasında, fen ilimleriyle din ilimlerinin birlikte okutulacağı, “Medresetüzzehra” adını verdiği
üniversite projesinin eğitim esasları ve yönetim şeklini de belirledi.
Vali konağında bir gazetede okuduğu haber üzerine Bediüzzaman, hayatının bir gayesi olarak “Kur’ân’ın bu asra
bakan manevî mu’cizesini insanlara ispat ederek gösterme” kararını verdi. Bu haber, İngiliz Sömürgeler Bakanı
Gladstone’un ağzından bir “oyun”u dile getiriyordu: “İslâm dünyasına hâkim olmak için, ya Kur’ân Müslümanların
elinden alınmalı, ya da Müslümanlar Kur’ân’dan soğutulmalı.” Van’daki uzun ikametinin neticesi olan bu karar ve
Şarkta kurulmasını istediği üniversite fikri, Said Nursî’nin bundan sonraki hayatını şekillendiren en önemli iki hedefti.
Üniversite düşüncesini hükümete iletmek isteyen Said Nursî, Van eski valisi İşkodralı Tahir Paşa’nın teşviki ve
referansıyla, 1907 yılının sonlarında İstanbul’a gitti. İlk iş olarak, Doğuda kurulmasını istediği üniversite ile ilgili bir
dilekçeyi padişahın özel kalem dairesi olan Mabeyn-i Hümayuna sundu. Ancak, hükümet dilekçenin konusunu
gerçekleştirmek için hiçbir girişimde bulunmadı. Gelişinden iki ay sonra Fatih’teki Şekerci Hanı’nda kalmaya başladı.
“Burada her suale cevap verilir, her müşkül hallolunur, fakat sual sorulmaz” şeklinde bir daveti kapısına asması,
kısa sürede bütün İstanbul’da değişik çevrelerde yankı buldu. Evhamlanan hükümet tarafından birkaç kere
tutuklanan Bediüzzaman, hukukî açıdan suç isnat edilemeyince, serbest bırakıldı. Ancak, suçsuzluğu onu Toptaşı
Tımarhanesine gönderilmekten kurtaramadı.
Doktorların “sağlam” raporu vermesine rağmen, o gözetimde kalmaya devam etti, sadece yeri değişti; tımar-
haneden tekrar hapishaneye gönderildi. Çünkü, hükümet ile uzlaşmamıştı. Zaptiye Nazırı Şefik Paşa’nın, “ihsan-ı
şahane” ile birlikte getirdiği Padişah selâmını reddetmişti–kurulmasını önerdiği üniversitenin rektörü tayin edilme-
sine ve rektörlük maaşının hemen ödenmeye başlanacağı sözünü almasına rağmen. Bu arada, elbette, eğitim hak-
kındaki teklifi Bakanlar Kurulunun gündemine alınacak ve görüşülmesi sağlanacaktı. Bediüzzaman, bu teklifleri sus
payı olarak gördüğünden kabul etmedi ve hapishaneye gönderilmeyi tercih etti.
24 Temmuz 1908’de II. Meşrutiyetin ilânından önce serbest bırakılan Bediüzzaman Said Nursî, İstanbul’da çok
hareketli bir siyasî hayat yaşamaya başladı. Gazetelerde, “Dağ Meyvesi Acı da Olsa Devadır” adıyla yayınlanan Hürri-
yete Hitap nutkunu, önce hürriyetin üçüncü gününde Sultanahmet’teki mitingde, daha sonra İttihatçıların ileri ge-
lenleriyle birlikte gittiği Selânik Meydanı’nda okudu.
İstanbul’daki sosyal hareketlilik devam ederken, cemiyetlere üye oluyor, gazetelerde makaleler yazıyor,
konferanslara ve toplantılara katılıyor, kendisine yakın bulduğu toplumsal gruplara görüşlerini aktarıyordu.
Meşrutiyetin ilânı ile birlikte, çeşitli çevrelerde meydana gelen tepkiyi ortadan kaldırmak için, önemli teşebbüslerde
bulundu. Bediüzzaman imzasıyla Sadrazamlık aracılığı ile Doğu İllerindeki nüfuzlu şahıslara telgraflar çekti.
İstanbul’un muhtelif yerlerindeki avcı taburlarını dolaştı. Medrese mensuplarının toplandıkları yerlere gitti.
Meşrutiyetin ve anayasal sistemin İslâmiyete aykırı olmadığını, Asr-ı Saadetteki yönetim ruhuna uygunluğunu
anlatarak, gerilimi hayli yatıştırdı.
Tarihe 31 Mart Vak’ası olarak geçen ayaklanmada yatıştırıcı bir rol oynamasına rağmen, Bediüzzaman da,
sıkıyönetim mahkemesinde, diğerleri gibi idam talebiyle yargılandı.
Meşrutiyetin İslâmiyete olan uygunluğunu ve ülke için gerekliliğini içeren kapsamlı bir savunmanın sonunda
beraat etti. Serbest bırakıldıktan sonra İstanbul’dan ayrıldı. Bu müdafaası, İki Mekteb-i Musibetin Şahadetnamesi
Yahut Divan-ı Harb-i Örfî adıyla 1909 ve 1910’da neşredildi.
1910 yılı baharında İstanbul’dan ayrılıp Van’a gelen Bediüzzaman, birkaç ay Horhor Medresesinin yeniden
düzenlenmesi işiyle meşgul oldu. Hakkâri, Bitlis, Muş, Diyarbakır ve Urfa yörelerindeki aşiretleri ziyaret etti.
Meşrutiyeti, hürriyeti, anayasayı ve bunların İslâmî temellerini, meşrutiyetin nimetlerinden faydalanmaları için
gayret göstermelerinin gerekliliğini anlattı. Daha sonra bu görüşmelerin ve açıklamaların özetini Münazarat adı
altında yayınladı.
Kış mevsiminin girmesiyle Şam’a giden Said Nursî, âlimlerin daveti üzerine Emeviye Camii’nde, sonradan Hutbe-
i Şamiye adı ile neşredilen, İslâm dünyasının siyasî, ekonomik ve sosyal sorunları ve çözüm yollarını anlattığı bir
hutbe okudu.
SÖZLER | 11 |
B
İYOGRAFİ
1...,2,3,4,5,6,7,8,9,10 12,13,14,15,16,17,18,19,20,21,...1482
Powered by FlippingBook