Dördüncüsü: Bizimle alâkadar bir zat, pek çokların şekva ettikleri gibi eskiden şiddetli bir tarikatte okuduğu evradındaki zevk ve şevkini kaybettiğini ve sıkıntı ve uyku galebe ettiğini müteessifâne şekva etti.
Ona dedik: Maddî hava bozulduğu vakit nasıl ki sıkıntı veriyor, asabî sinelerde inkıbaz hali başlıyor; öyle de bazen manevî hava bozuluyor. Hususan maneviyattan yabânîleşmiş bu asırda ve bilhassa hevesat ve müştehiyat-ı nefsaniyeyi taammüm etmiş memleketlerde ve hususan Şuhur-u Muharreme ve Şuhur-u Mübarekede manevî havayı tasfiye eden âlem-i İslâmın intibah ve teveccüh-ü umumîsi, o mübarek şuhurun gitmesiyle tevakkuf etmesinden fırsat bulup, havayı bozan dalâletlerin tesirleri zamanında ve bilhassa kış tazyikatı altında, bir derece hayat-ı dünyeviye ve hevesat-ı nefsaniyenin tasallutlarının noksaniyetinden, ehl-i İslâm ve ehl-i imanda, hayat-ı uhrevîye çalışmak iştiyakı, baharın gelmesiyle hayat-ı dünyeviyenin ve hevesat-ı nefsaniyenin inkişafıyla o iştiyak-ı uhreviyeyi gizlemesi anında elbette böyle kudsî evradlarla zevk, şevk yerinde esnemek ve fütur gelir.
Fakat madem “İşlerin en hayırlısı, zahmetli olanıdır.” sırrıyla, meşakkatli, külfetli, zevksiz, sıkıntılı a’mâl-i saliha ve umûr-u hayriye daha kıymetli, daha sevaplıdır; o sıkıntıda, o meşakkatteki ziyade sevabı ve makbuliyeti düşünüp, sabır içinde mesrurâne şükretmek gerektir.
Beşincisi: Risale-i Nur’un bir talebesi, Risale-i Nur’a çalışmadığının bir sebebi, derd-i maişetin ziyadeleşmesi olduğunu söyledi.
Biz de ona dedik: Risale-i Nur’a çalışmadığın için derd-i maişet sana şiddetlendi. Çünkü bu havalide her talebe itiraf ediyor ve ben de ediyorum ki Risale-i Nur’a çalıştıkça yaşamakta kolaylık ve kalpte ferahlık ve maişette sühulet görüyoruz.
Altıncısı: Bu bîçare Said’dir. Herkesin arzu ettiği ve istediği ve ferahla kabul ettiği şahsına karşı hürmet ve muhabbet ve sohbet, fakat Risale-i Nur’a taallûk eden noktalar haricinde bana ağır geliyor, beni sıkıyor, müteessir oluyorum.
Tahmin ediyorum ki Risale-i Nur’un yüksek hâsiyetleri ve şakirdlerinin şahs-ı manevîsinin pek büyük meziyetleri, şahsım gibi meslek-i aczde fazla ileri giden bir âciz ve bîçarenin zaif omuzuna o dağ gibi manalar yüklense altında ezilir, sıkılır diye anladım.
Bu âhirki iki meselede pek kısa kesmeye kâğıt mecbur etti. Nur, Gül, Lütfi’nin kahraman vârisleri Mübarekler Yüksek Heyeti ve Medrese-i Nuriye ve Masumlar ve Ümmî İhtiyarların her birisine binler selâm ediyoruz.
Duanıza muhtaç, size müştak kardeşiniz
Said Nursî
Kastamonu Lahikası, 85. mektup, s. 140