"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Hakikat-i Muhammediye (asm) nuru

13 Ağustos 2011, Cumartesi
NUR ÂYETİNİN TEFSİRİ M. ALİ KAYA
Âlem-i şahadet, âlem-i melekûta nispetle gölge, ağaca nispetle meyve ve sebebe nispetle sonuç gibidir. Sonuçlar ise sebeplerle bilinebilirler. İyi niyetin meyvesi iyilik ve kötü niyetin meyvesi kötülük olduğu gibi, iman ve hayırlı amellerin meyvesi cennet, küfür ve şerli amellerin meyvesi de cehennemdir.
Melekûtî nura en lâyık olan nur “Hakikat-i Muhammediye” nurudur. Bu sebeple Yüce Allah, Peygamberimiz (asm) için “Sırac-ı Münîr” unvanını vermiştir. (Ahzap, 33: 46) Peygamberlerin hepsi “sırac”dır, aydınlatır; ancak Hz. Muhammed (asm) “Sırac-ı Münîr”dir, nurla aydınlatır. Nâr nura kuvvet verir. Ancak “Nebevî nur” ateş dokunmaksızın ışık verir. (Nur, 24: 35) Bu sebeple Peygamberimizin (asm) nuru “Nurun alâ nûr” yani “Nur üstüne nurdur.”
Hz. Ali (ra) Abdullah b. Abbas’dan (ra) haber verdi ki: “Allah’ın öyle bir meleği vardır ki, onun 70 bin başı vardır. Her başında 70 bin yüzü, her yüzde 70 bin ağzı, her ağızda 70 bin dili, her dilde 70 bin ayrı lisanla Allah’ı tesbih eder. Kıyamette o melek bütün meleklere racih gelir. ‘Kıyamette ruh ve melekler saf saf dururlar’ (Nebe, 78: 38) âyetindeki ‘Ruh’ bu melektir.”
Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri bu hadisi ve bu hadise kaynak olan “Yedi gök ve yer ve onların içinde olan her şey Allah’ı hamdle tesbih eder” (İsra, 17: 44) âyet-i kerimesi ile ilgili olarak şu açıklamayı yapar: “Hamele-i Arş ve yer ve göklerin melâike-i müekkelleri ve sair bir kısım melekler hakkında Muhbir-i Sadık’ın tasvir ettiği, meselâ kırk bin başlı ve her başında kırk binler dille ve her bir lisanda kırk bin tarzda tesbih ettiklerini ve intizam ve külliyet ve vüs’at-i ubudiyetlerini ifade eden hadisin hakikati şudur ki: Bir bahr-ı müsebbih olan şu semâvâtın kelime-i tesbihiyesi, güneşler, aylar, yıldızlar olduğu gibi, bir tayr-i müsebbih ve hâmid olan şu zeminin dahi elfâz-ı tahmidiyesi, hayvanlar, nebatlar ve ağaçlardır. Demek her bir ağacın, her bir yıldızın cüz’î birer tesbihâtı olduğu gibi, zeminin de ve zeminin her bir kıt'asının da ve her bir dağ ve derenin de ve berr ve bahrın da, göklerin her bir feleğinin de ve her bir burcunun da birer tesbih-i küllisi vardır. Şu binler başları olan zeminin her başında yüz binler tarzda tesbihat çiçeklerini, tahmidat meyvelerini, âlem-i misâlde tercümanlık edip gösterecek ve âlem-i ervahta temsil edip ilân edecek, ona göre elbette bir melek-i müekkeli vardır.
“Evet, müteaddid eşya bir cemâat şekline girse, bir şahs-ı mânevîsi olacaktır. Eğer o cem’iyet, imtizaç edip ittihad şeklini alsa, onu temsîl edecek bir şahs-ı mânevîsi, bir nevi ruh-u mânevîsi ve vazife-i tesbîhîyyesini görecek bir melek-i müekkeli olacaktır. İşte bak, misâl olarak bu Barla ağzının, şu dağ lisânının bir muazzam kelimesi olan bu odamızın önündeki çınar ağacına bak, gör: Ağacın şu üç başının her başında kaç yüz dal dilleri var ve her dilde bak, kaç yüz mevzun ve muntâzam meyve kelimeleri var ve her meyvede dikkat et; kaç yüz kanatlı mevzun tohumcuk harfleri, Emr-i ‘kün feyekûn’e mâlik Sâni’-i Zülcelâl’ine ne kadar belîğ bir medih ve fasîh bir tesbih ettiğini işittiğin, gördüğün gibi; ona müekkel melek dahi, ona göre âlem-i mânâda müteaddid diller ile tesbihatını temsîl ediyor ve hikmeten öyle olmak gerektir.” (Sözler, 2004, 14. Söz, s. 268-269)
Burada Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri âlem-i şahadet dediğimiz şu görünen âlemin arkasında bulunan “melekût âlemini” İman ve Kur’ân Nuru ile “tenteneli bir perde” şeklinde görüp “Âlem-i Şahadet”in arkasındaki melekût âleminin meleklerinin tesbihatını bize haber vermektedir. Bu tesbihatın âlem-i şahadet ile münasebetini de veciz bir şekilde izah etmektedir. Âlem-i şahadetin nasıl âlem-i melekût üzerinde tenteneli bir perde olduğunun bundan daha mükemmel izahı olamaz. İşte iman nurunun kalbin ve aklın nuru olup bu âlemleri nasıl gösterdiği anlaşılmaktadır.
Her şey nurunu bir üstten almaktadır. Meselâ, aynaya akseden ayın nurundan karanlık bir yer aydınlanır. Ayna gökteki aydan nur aldığı gibi, ay da nurunu güneşten almaktadır. Aralarında büyük mertebeler vardır. Güneş de nurunu cennetten ve ısısını cehennemden alır. Bu sonsuz âlemden ısı ve ışık aldığı içindir ki ısısı ve ışığı hiç eksilmeden ve artmadan dengeyi koruyarak yansıtmaktadır.
Bütün nurların membaı ise “Nure’n-Nur” “Münevvire’n-Nur” ve “Mukaddire’n-Nur” ve “Hâlıka’n-Nur” olan Allah’ın “Nur” ismidir. Her şey nihayet O’nda son bulur ve O’ndan kaynaklanır. Allah’ın “Nur” isminin dışındakilere nur denmesi ise mecazendir. Ve Nurunu ondan alan hiçbir nur gerçekten “Nur” değildir, Allah’ın “Nur” isminin bir cilvesi ve tezahürüdür.
Okunma Sayısı: 2030
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı