Siz hiç ölümün kokusuyla tanıştınız mı? Benim, ölümün kokusuyla tanışmam çok eskilere, gençlik zamanlarıma denk gelmişti. Hatta şimdilerde daha çocuk sayılan 16 yaşlarımda tanıdım ben ölümün kokusunu.
Şimdi siz sorabilirsiniz “Ölümün kokusu nasıl?” diye. Ya da, “Ölümün de kokusu mu olurmuş, neye benziyor ki?” diye. Ben o kokuyu ilk defa komşumuz Sabri Amca’nın cenazesinde hissettim. O zamanlar ben daha 16 yaşlarındaydım.
Rahmetli, kendi evine giderken her zaman bizim evin önünden geçerdi. Ben o zamanlar yatılı okuduğum Kur’an kursundan yeni çıkmıştım. Bir gün yine bizim evin önünden geçerken beni görünce, “Gülmez kız, ben ölünce bana Kur’ân okuyacak mısın?” diye sordu. (Genelde yaradılışım gereği olacak herhalde, pek gülmezdim.)
Ben de ona, “Sen ölürsen o zaman okurum” demiştim. Sabri Amca hastaydı, kanserdi. Aradan ne kadar zaman geçtiğini şimdi hatırlayamıyorum. Artık yolun sonuna yaklaşmış olacak ki, bir gün öğle vaktine yakın Sabri amcanın gelini Kadriye Abla telaşlı bir şekilde geldi. Ve kayınpederinin son anları olduğunu ve bana, gelip başında Kur’an okumamı istediklerini söyledi.
Ben hemen abdest aldım ve onunla beraber giderken annem de bizimle beraber gelmek istedi. Olur da ben kötü olursam yanımda olmak istedi sanırım. Anne yüreği işte.

Çünkü ben daha önce sekerat halinde son anlarını yaşayan birini hiç görmemiştim ve beni çağırdıklarında da yaşım gereği ne ile karşılaşacağımı bilmediğim için ‘gelemem’ diyemedim. Hep beraber Sabri Amca’nın evine gittiğimizde, daha önce evde hiç görmediğim bir kalabalıkla karşılaştım.
Salonda bir yatak. Sabri Amca uzanmış yatıyordu. Yakınları evi doldurmuş, herkes üzgün ve ağlaşıyorlardı. O anda çok farklı bir halet-i ruhiye içine girmişken o kokuyu hissettim. Bu kokuyu daha önce hiç bir yerde hissetmemiştim. Hiç bir şeye benzemiyordu.
Benim de kokulara hassas bir yapım vardır. O gün o kokuyu hissedince, içimden oradaki kalabalıktan kaynaklandığını zannettim. Velhasıl kalabalığın arasından bana açtıkları dar yerden geçip Sabri Amca’nın başucuna oturdum. (Rahmetlinin ailesinde hiç okuyan yoktu, o da ayrı bir acı.)
Ben Yasin suresini okumaya başlayınca, Sabri Amca’yla göz göze geldik. İşte o anda, bugün bile hatırladığımda gözlerimi dolduran, Sabri Amca’nın “Gülmez kız, ben ölünce bana Kur’an okur musun?” sözü aklıma geldi.
Öyle sanıyorum ki, aynı şey Sabri Amca’yla göz göze geldiğimizde onun da aklına gelmiş olmalı ki, bana bakarken gözlerinden akan yaşlar yanağından aşağıya süzüldü. Benim de okuduğum ayetler boğazıma dizildi. Ve ben Yasin-i Şerif’in dördüncü sayfasını bitirmeden, Sabri Amca emanetini teslim etti.
İlk defa bir ölüme şahit oluyordum. O yaşımda benim için çok değişik duygu karmaşası yaşamıştım o anlarda. Annem benim durumumu fark edip bayağı endişelenmiş. Rengim solmuş ellerim titremiş. Ben bunların farkında değilim. Annemin sonradan bana söylemesiyle öğrendim.
Rahmetli anneciğim o gün halimi görünce benim için telaşlanmış. “Sabri Ağabey hastaydı, emanetini verip gitti. Evladım da arkasından gidecek” diye korkmuş.
Velhasıl Sabri Amca’yı ailesi ve yakınlarıyla gereken işlemleri yapmaları için bırakıp eve döndük.
Bahçelerimiz birbirine bakardı. Eskiden şimdiki gibi değildi. Evde birisi vefat ettiyse hazırlıklar yapılır, suyu ısıtılır. Hemen bir teneşir tahtası hazırlanır. Etrafı çarşaflarla perdelenip dışarıdan görünmeyecek şekilde kapatılıp hazırlanan o mekanda cenazeler yıkanıp ebedi mekanına evinden uğurlanırdı. Şimdiki gibi hastane ya da gasılhanelerde yıkanmazdı.
Sabri Amca da yıkanıp evinden uğurlandı. Biz bu olanları bahçemizden izlemiştik. Sonrasında, rahmetlinin arkasından yedi gece Kur’an okuduk. Kendisine yolladık. Rabbim taksiratını affetsin, mekanı cennet olsun.
Gelelim yazının başındaki ölümün kokusuna. Ben o kokunun ölümün kokusu olduğunu ikinci olarak kendi evimizden birisi vefat edince anladım. Onu da ayrıca yazacağım inşallah.
Selam ve dua ile..