Türkiye Mason Birliği, 9 Kasım 1935’te bir bildiri yayınlandı. Bu bildiride, cemiyetin faaliyetlerine son verildiği ve mal varlığının da Halkevlerine bağışladığı, basın-yayın yoluyla ilân edildi.
Milliyetçi-Türkçü Kemalistler, bu durumu yıllardır şu şekilde nazara veriyor: “Mustafa Kemal Masonluğa karşıdır. Bu sebeple, onların teşkilâtını kapattırarak faaliyetlerine son verdi.”
Oysa, gerçek durum hiç de öyle değil. Hatta, tam tersine. Zira, Masonların maksat ve faaliyetleri, özellikle o tarihten itibaren “resmî devlet”in ana omurgasına bindirilerek, önleri daha da açılmış oldu.
*
Masonluğu, eserlerinde “komünistlik, zındıklık, dinsizlik” veya “gizli din düşmanları” tabirleriyle birlikte zikreden Said Nursî, o tarihte Eskişehir Zindanı’nda tutuluyor. Üstelik, idam talebiyle yargılanıyor.
Fakat, tâ 1908’lerde telif etmiş olduğu Beşinci Şuâ Risâlesi’nde, Masonlardan bahsettiği aynı yerde, bilhassa Süfyanî Deccal Komitesi’nin “Masonların Komitelerini aldatıp müzaheretlerini (desteğini) kazandıklarından” söz ediyor.
Yani, bu hadisede “Al gülüm-ver gülüm” mânasında bir anlaşma, yardımlaşma, hatta tam bir dayanışma söz konusudur.
İşte, ekseriyeti müteşâbih olan “Âhirzaman Rivâyetleri”nin te’vil edildiği Beşinci Şuâ’daki o bahisten bir bölüm:
İKİNCİ MESELE
Her iki Deccal, Yahudinin İslâm ve Hıristiyanlık aleyhinde şiddetli bir intikam besleyen gizli komitesinin (Sabetaycı Selânik Komitesi’nin) muavenetini ve kadın hürriyetlerinin (kadınlara seçme-seçilme hürriyeti) perdesi altındaki dehşetli bir diğer komitenin yardımını; hattâ, İslâm Deccalı, Masonların Komitelerini (Türkiye Mason Birliğini) aldatıp müzâheretlerini (yardımını-desteğini) kazandıklarından, dehşetli bir iktidar zannedilir.
*
Bu konuda cahil olduğu kadar bağnazlıkta da sınır tanımayan Kemalistler, o tarihte Mason Teşkilâtlarının kapatılmasını, hükûmetin dirayetine bağlıyor ve bunu tek parti politikalarının bir marifeti olarak yansıtıyor. Bir bakıma şunu demeye getiriyorlar: “Ey millet! Bakın, görün, duyun: Halk Partisi’nin yönetimi ve kurucu kadrosu, Masonluğa karşıdır. Onun için, hiç çekinmeden teşkilâtlarını kapatmıştır.”
Ne var ki, gerçek bu tarz söylemlerin tam tersi yönünde. Zira, devrin hükümeti bütünüyle masonların emri ve etkisi altına girmiş, ideallerine hizmete amade olmuştur.
Nitekim, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın da dahil olduğu tek parti hükümetinin çoğu bakanı ve milletvekili ya masondular, ya da onlarla içli-dışlı idiler.
*
Türkiye’de Masonluğun tarihçesine baktığımızda, bu döneme ilişkin olarak Masonların kendi resmî kaynaklarında şu bilgilere rastlıyoruz:
* 1935’te Türk Yükseltme Cemiyeti adı altında dernek statüsünde çalışan Türkiye Büyük Locası, çalışmalarını bizzat kendisi tatil etmiş.
* Mustafa Kemal, Dahiliye Bakanı Şükrü Kaya ile bir görüşme yapıyor; ondan Masonların yöneticilerine genel durumu gidip açıklamasını ve herhangi bir yasaya gerek kalmadan kendi istekleriyle teşkilâtlarını feshetmeleri gerektiğini söylüyor.
Bunun üzerine, Masonlar Cemiyeti’nin ekâbirleri tarafından imzalanan bir bildirge, Anadolu Ajansı tarafından aynen şu şekilde yayınlanıyor: “Mes’ul ve mâruf imzalar altında Ajansımıza verilmiştir. Türk Mason Cemiyeti, memleketimizin sosyal tekâmülünü ve günden güne artan muazzam terakkilerini dikkate alarak ve Türkiye Cumhuriyeti’nde hakim olan demokratik ve laik prensiplerin tatbikatından doğan iyilikleri müşâhade ederek, faaliyetine, bu hususta hiçbir kànun olmaksızın nihayet vermeyi ve bütün mallarını sosyal ve kültürel kalkınma için çalışan Halk Evleri’ne teberru etmeyi muvâfık görmüştür.”
Bakan Şükrü Kaya da, ayrıca hükümet adına şu açıklamayı yaptı: “Türk Masonları, kendi ideallerinin hükümetin esas programına dahil olduğunu görerek, kendi teşkilâtlarını kendileri fesh etmişlerdir. Hükümetin bu iş üzerinde hiçbir teşebbüsü ve alâkası yoktur.” (Bkz: 10 Kasım 1935 tarihli gazeteler; ayrıca, mason.org.tr)
İşte, bu bilgiler ışığında da, Mason Locası’nın o tarihte niçin ve ne maksatla kapatıldığı çok dahi iyi anlaşılmış oluyor.
Hülâsa: O günkü hükümet, Masonların yapmak istediği her faaliyeti bizzat kendisi üstleniyor ve adeta “O şeref bana ait” dercesine, Masonluğu da içine alan, hatta onu bile aşan bir tavır sergiliyor.