Belarus'un Ankara Büyükelçisi Andrei Savinykh, Belarus ve Türkiye'nin ulusal miraslarını paylaşmasının kültürel zenginliği artıracağını belirterek, "Çocukluğumda Nasreddin Hoca fıkraları oldukça popülerdi ve başucu kitaplarımdandı." dedi.
Büyükelçi Savinykh, Belarus'un 16. yüzyıl yazarlarından Francysk Skaryna'nın kitaplarından bir seriyi Milli Kütüphaneye hediye etti.
Savinykh, yaptığı değerlendirmede, Belarus adına Milli Kütüphaneye yeni eserler katmaktan duyduğu memnuniyeti dile getirerek, "Eminim bu kitap bağışı iki ülke kütüphaneleri arasında eğitim, bilim ve kültür alanlarındaki iş birliğinin başlangıcı olacaktır. Bu iki kurum arasında imzalanan iş birliği protokolünün ülkelerimizi ve kültürlerimizi daha da yakınlaştıracağını düşünüyorum. Türkiye ve Belarus halklarının refahı ancak ve ancak eğitimle, bilginin inşası, korunması ve geliştirilmesiyle mümkündür." diye konuştu.
Büyükelçi Savinykh, Belarus'un, kültürel mirasını dost ülkelerle paylaşarak zenginleştirmekten yana olduğunu vurgulayarak, "Ulusal mirasımızı, Türkiye'nin ulusal mirasını öğrenerek zenginleştirebileceğimize inanıyoruz. Birikimlerimizi birbirimizle paylaşmamız çok önemli. Bu nedenle, Belarus tarihi, hala ülkemizde devam eden kültürel değerleri anlatan bu kitap serisi Türk halkının ve araştırmacıların da ilgisini çekecektir. Bu kitap bağışının kültür alanında ileriye atılacak adımların bir başlangıcı olacağını umuyorum." ifadelerini kullandı.
Kendisinin de kitap okumayı sevdiğini, Türkçeden çevrilmiş kitapları zaman zaman okuduğunu belirten Savinykh, "Şunu söylemeliyim ki, çocukluğumda Nasreddin Hoca fıkraları oldukça popülerdi ve başucu kitaplarımdandı. Nasreddin Hoca'yla ve hikayeleriyle ilgili her şeyi okurdum. O kitaba çok düşkündüm, hala da okurum. Türk medeniyetine, Türk halkının felsefesine ilginç, mizahi ve derin bakış imkanı sunuyor." dedi.
"Belarus'ta bir Türk kitaplığı kurduk"
Milli Kütüphane Başkanı Zülfi Toman da iki ülke kütüphaneleri arasındaki iş birliğinin bir seri kitapla taçlanmasının çok değerli olduğunu ifade ederek, "Böyle kıymetli, yaklaşık 500 yıl önce Belarus coğrafyasında basılmış ve onun bir ölçüde tıpkıbasımı olan bu seriyi kütüphanemize hediye etmelerinden dolayı Sayın Büyükelçiye teşekkür ediyoruz." diye konuştu.
Milli kütüphaneler arasındaki iş birliğinin kendi koleksiyonlarını zenginleştirmenin yanı sıra ülkeleri karşılıklı olarak bilinir ve görünür hale getirdiğini vurgulayan Toman, "Milli Kütüphane olarak, Belarus'ta bir Türk kitaplığı kurduk. Yaklaşık 1500 kitap götürdük. Böylece orada Türk kültürünü merak edenlerin müracaat edebileceği ya da araştırmacıların Türkiye ile ilgili bulmak istediklerinin bir kısmını bulacakları bir kaynağı oraya taşımış olduk." dedi.
Türkiye ve Belarus Milli Kütüphaneleri arasındaki iş birliği protokolüne dikkati çeken Toman, "Umuyorum önümüzdeki süreçte kitap paylaşımının yanı sıra diğer benzeri alanlarda iş birliğimiz devam edecektir. Belarus bizim için iş birliğimizi geliştirmek istediğimiz önemli bir ülke." ifadesini kullandı.
***
Risale-i Nur, Nasreddin Hoca’yı da hurafelerden temizler
Risale-i Nur, başta iman esasları, İslâm’ın şartları (ibadetler), ahlâk, ukubat, Kur’ân ve Sünnet-i Seniyye’nin içtimaî ve siyasî ölçülerini, prensiplerini, stratejilerini yeniler.
Hatta, Risale-i Nur; Nasreddin Hoca’yı da hurafelerden temizler. Şöyle ki:
Devamını okumak için tıklayınız:
http://www.yeniasya.com.tr/ali-fersadoglu/risale-i-nur-nasreddin-hoca-yi-da-hurafelerden-temizler_391476
http://www.yeniasya.com.tr/kultur-sanat/meshur-molla-nasreddin-hoca-yadedildi-bediuzzaman-nasreddin-hoca-hakkinda-ne-demisti_437200
***
BEDİÜZZAMAN, NASREDDİN HOCA HAKKINDA NE DEMİŞTİ?
Bediüzzaman, Nasreddin Hoca'nın ismini zikrederken onun latifelerine uygun bir yaklaşımla konuya açıklık getirir. Meşhur Molla Nasreddin Efendiye; "Bu garip sözler umumen senin midir?" şeklinde sorulduğu takdirde, bunların hepsini sahiplenmeyeceğini, sadece zekatına bile razı olacağını şu latif sözlerle aktarır:
"Şu sözler ciltleri dolduruyor. Epeyce ömür ister. Zira bütün sözlerim nevadirden değildir. Ben hocayım. Onların zekâtını da bana verseler razıyım ve kâfidir. Fazlasını istemem. Zira zarafetimi tabiîlikten çıkarıp tasannua kalb eder" (Muhakemat s. 21). Kendisine mal edilenlerin tamamını kabul ettiği takdirde, kendi mahiyetini tabilikten çıkaracağını, gereğinden fazla süslü gösterileceğini, olduğundan daha fazla değer verilmesini ise istemediğini ima etmektedir.
Risale-i Nur Enstitüsü'nün hazırladığı, nükteleriyle meşhur olan Nasreddin Hoca'nın portresi...
Nasreddin Hoca (1208-1284)
Nükteleriyle meşhur olan Nasreddin Hoca, yaşadığı dönemde örnek yaşantısı ve nükteli davranışlarıyla dikkat çekmiştir. Halkın büyük teveccühüne mazhar olduğundan, özellikle vefatından sonra, kendisine ait olmayan çok sayıdaki nükte kendisine mal edilerek, zamanla efsanevi bir kimliğe büründürülmüştür. Risale-i Nur’da Nasreddin Hoca’ya kendisine ait olmayanların da ona mal edildiği ima edilerek, bu durum karşısında Nasreddin Hoca’nın, "…Onların zekâtını da bana verseler razıyım ve kâfidir" diye cevap vereceği ifade edilmektedir. (Muhakemat s. 21 )
Nasreddin Hoca’nın yaşamı hakkında kesin bilgiler mevcut değildir. Fıkralarından yaşadığı dönemle ilgili bilgiler çıkarılabilmekte fakat bu bilgilerin sıhhati tartışılmaktadır. Çünkü, fıkralarında adı geçen her şahsiyetle aynı dönemde yaşamadığı gibi, söz konusu fıkralar da kendisine ait olmayıp sonradan uydurulmuştur. Mesela; Timur’la aralarında geçen diyalogdan söz edilirken, sanki aynı zamanda yaşamışlar gibi aktarılmaktadır. Oysa ki, Timur’un Anadolu’ya gelip Yıldırım Bayezid’le Ankara Savaşını (1402) yapması, Hoca’nın vefatından yaklaşık 120 yıl sonra gerçekleşmiştir. Dolayısıyla Nasreddin Hoca ile Timur’un bir araya gelmiş oldukları şeklindeki nakil doğru değildir. Özellikle kendisine ait olmayan çok sayıdaki kıssanın kendisine mal edilmesi, şahsiyetinin de zamanla kaybolmasına ve adeta efsanevi bir kimliğe büründürülmesine sebep olmuştur.
Nasreddin Hoca, 1208 yılında Eskişehir iline bağlı Sivrihisar ilçesinin Hortu Köyünde dünyaya geldi. Köyün imamı olan Abdullah Efendi ve aynı köyden olan Sıdıka Hatun’un oğludur. İlk eğitimine babasından aldığı derslerle başladı. 1237 yılında Akşehir’e yerleşti. Muhammed Hayrani’den tasavvuf dersleri aldı. Dini ilimler alanında eğitimini sürdürerek müderris oldu ve medresede ders vermeye başladı. Bu görevinden sonra Nasiruddin Hace olarak anılmaya başlandı. Yine başka bir rivayete göre de, eğitimini tamamlayıp icazet aldıktan sonra babasının yerine köyde imamlık yapmaya başladı.
Nasreddin Hoca, hayatı boyunca insanlara doğru yolu göstermeyi, iyiliklere yönlendirip kötülüklerden sakındırmayı gaye edindi. Yaşam hikayesinden fert ve toplumu çok iyi tanıyıp ona göre hareket ettiği anlaşılmaktadır. Doğru davranışı kazandırmayı ve hizmeti ifa ederken karakteri ve yapısı gereği kendine münhasır bir yol takip etti. Gayenin hasıl olması için insanların rahat anlayabileceği bir dil ve üslup kullandı. Halk arasında ve cemiyette mevcut olan bozuk yanların düzeltilmesi için kısa, öz ve nükteli ifadeler kullandı. Latifeleri hikmet ve ibret dolu olup birer atasözü gibi bir mahiyet ihtiva ederler. Kendisine atfedilen edep dışı ve nükteden uzak fıkraların kendisiye hiçbir alakası olmayıp uydurma sözlerdir.
Nasreddin Hoca ile ilgili yapılan araştırmalar kişiliği ile ilgili önemli ipuçları vermektedir. Bu araştırmalara göre ilim ve edep sahibi bir insan olup asla sıradan ve basit ifadeler kullanmadığı, edep dışı fıkralar anlatmadığı anlaşılmaktadır. Ayrıca efsanevi bir kişiliğe de sahip olmadığı, Anadolu Selçukluları zamanında yaşamış salih ve erdemli bir kişiliğe sahip olduğu görülmektedir.
Nasreddin Hoca’nın anlam dolu latifeleri önce kendi yakın çevresinde sözlü olarak dilden dile dolaşmaya başladı. Zamanla çok geniş bir alana yayıldı. Buna paralel olarak değişiklikler ve ilavelerle aslından tamamen uzaklaştı. Bu arada kendisine ait olmayan sıradan sözler ve ifadeler kendisine mal edilip anlatılmaya başlandı. Günlük yaşam içinde meydana gelen fıkraları belli bir alan içinde cereyan etti. Hadiseler ev, sokak, mahalle, çarşı, pazar ve cami gibi mekanlar ve yerlerde vuku buldu. Hocanın kendisi ile birlikte hanımı, sokak ve mahalle sakinleri ve kadı gibi şahsiyetlerin yanında eşeği de önemli bir yer tuttu ve latifelerine konu oldu.
Nasreddin Hocanın nüktelerindeki gaye, insanların başından geçen gülünç olayları aktarmaktan ibaret değildi. İlk etapta güldürücü ve basit gibi görünen ancak, zarif bir şekilde ince hikmetleri dile getiren ve insanları düşünmeye sevk eden özellikler ön plana çıkar. Anadolu insanının zeka inceliğini ve nüktedanlığını göz önüne sererken, bu arada Cenab-ı Hakk’ın emir ve yasakları da birer nükte ile aktarıldığı görülmektedir.
Risale-i Nur’da da Nasreddin Hoca’nın ismi zikredilmekte, Lemaat’ta kendisine mal edilen latifelerin onda birinin, yani zekatının asıl malı olduğuna dikkat çekilmektedir. Ayrıca, şöhretin, insanın malı olmayanı da kendisine mal ettiği izah edilirken Nasreddin Hoca ile İranlıların medarı iftiharı olan Rüstem-i Zal örnek olarak verilmektedir. İnsanoğlunun karakterinde mevcut olan özelliklerinden bir tanesi; asil ve kıymetli göstermek istediği şeyleri, tanınan ve meşhur bir zata dayandırarak, reddedilmesini önlemek ve kıymet görmesini sağlamak ister. Bundan dolayıdır ki, kendilerine olağan üstü şeyler isnat edilen adeta efsanevi şahsiyetler ortaya çıkar. Dilden dile dolaşan sözler zamanla büyür. Bir bakıma gerçek olmayan yalan olan şeyler birbirini takip ederek adeta basamak olurlar.
Bediüzzaman, Nasreddin Hoca’nın ismini zikrederken onun latifelerine uygun bir yaklaşımla konuya açıklık getirir. Meşhur Molla Nasreddin Efendiye; "Bu garip sözler umumen senin midir?" şeklinde sorulduğu takdirde, bunların hepsini sahiplenmeyeceğini, sadece zekatına bile razı olacağını şu latif sözlerle aktarır:
"Şu sözler ciltleri dolduruyor. Epeyce ömür ister. Zira bütün sözlerim nevadirden değildir. Ben hocayım. Onların zekâtını da bana verseler razıyım ve kâfidir. Fazlasını istemem. Zira zarafetimi tabiîlikten çıkarıp tasannua kalb eder" (Muhakemat s. 21). Kendisine mal edilenlerin tamamını kabul ettiği takdirde, kendi mahiyetini tabilikten çıkaracağını, gereğinden fazla süslü gösterileceğini, olduğundan daha fazla değer verilmesini ise istemediğini ima etmektedir.
Hocanın yaşadığı yıllarda, Akşehir’de silah taşıma yasaklanır. Yasaktan sonra kılıç kuşanmış bir şekilde sokakta Hoca ile karşılaşan görevli memur, kılıçla dolaşmasının sebebini ve kılıcının ne işe yaradığını sorar. Hoca da kılıcın, medresede kitaplardaki yazı hatalarını düzeltmeye yaradığı cevabını verir. Bunun üzerine memur, alaylı bir şekilde, bu iş için küçük bir çakının bile yeteceğini, "… bu biraz büyük değil mi? diye sorunca, Hoca; "Efendi sen ne diyorsun. Bazen öyle büyük hatalar oluyor ki, bu bile küçük kalır" şeklinde karşılık verir.
Nasreddin Hoca 1284 yılında Hakkın rahmetine kavuştu. Vefatından sonra şöhreti ülke sınırlarını da taşarak dünyanın dört bir yanına yayıldı. Değişik müze ve kütüphanelerde bulunan bazı yazmaların kendisine ait olup-olmadığı kesin değildir. Türbesi Akşehir’de olup her yıl adına şenlikler düzenlenmektedir.
AA