Takvimler 29 Mayıs’ı gösteriyordu. Peygamber Efendimizin (asm) müjde verdiği İstanbul’un 558. fetih yıldönümünde rotamızı başka bir başşehre, Edirne’ye çevirmiştik. Sabahın erken saatlerinde, güneşin 8 dakikada dünyamıza ulaşan ilk ışığından nasibimizi alarak yola koyulduk.
Hızlıca geçtiğimiz İstanbul’dan Edirne’ye yaklaştığımızı elektrik santralinin iki bacasından anlıyorduk. “Tamam. Normal bir hızla 4550 dakika sonra oradayız” sözleri duyuldu Hyundai’in yeni piyasaya sürdüğü Accent Blue test aracımızın içinde. Yine yolu şaşırmış ve maalesef Edirne’ye yine arka yoldan vasıl olmuştuk. İkidir böyle oluyordu. Maalesef diyorum zira Edirne’ye ön cepheden girdiğinizde 3 minareli Selimiye’yi! görmek mümkün oluyor. Daha doğrusu Sinan’ın ‘ustalık eserim’ dediği Selimiye’yi ancak o açıdan gördüğünüzde muhteşemliğini tam anlamıyla idrak edebiliyorsunuz. Yediklerimizi ve içtiklerimizi bir kenara bırakıp, Edirne gezimizde esas olarak anlatmak istediğim mekâna hızlıca geliyoruz. Mekân; Sultan II. Bayezid Külliyesi Darüşşifası...
DARÜŞŞİFA ÖRNEKLERİ
Sultan II. Bayezid Külliyesi Darüşşifası, yeni adıyla; Trakya Üniversitesi Edirne Sağlık Müzesi, yüzyıllar önce ruh hastalarının su ve müzik sesiyle tedavi edildiği bir hayır kurumuydu. Dârüşşifa, İslâm ve Türk dünyasında pratiğe ve gözleme dayalı sağlık bilgileri veren, hastaları tedavi eden sağlık ve eğitim kurumlarına verilen adlardan biridir. Dârüşşifalar, Ortaçağ boyunca zaman zaman ve bölgeden bölgeye değişen “Dârüssıhha”, “Dârül afiye”, “Dârür raha”, “DârütTıp”, “Mâristan”, “Bîmâristan”, “Bîmarhâne”, kervansaraylarda “tâbhane” adlarıyla da isimlendirilmiştir. Türkiye çapında bu Darüşşifaların örnekleri çoktur. İşte onlardan bazıları; Osmanlı zamanında yapılmış 1399’da Bursa’da Yıldırım Bayezid, 1470’de İstanbul’da Fatih Sultan Mehmed, 1550’de İstanbul’da Haseki Hürrem Sultan, 1556’da Süleymaniye, 1583’de Üsküdar’da Nurbânu Valide Sultan, 1591’de Manisa’da Yavuz Sultan Selim’in eşi ve Kanuni Sultan Süleyman’ın annesi Hafsa Sultan ve son olarak 1617 yılında İstanbul’da Sultan II. Ahmet tarafından kurulan ve değişik adlarla anılan dârüşşifalar bu tür hizmet yapılarının en ünlülerindendir.
DARÜŞŞİFA NE DEMEK?
“Dârüşşifa”, bileşik bir ad olup, Arapça Dâr (Ev, yer, mahal) ve Şifa (hastalıklardan kurtulma, iyileşme ve dinlenme hali) sözcüklerinin birleştirilmesinden oluşmuştur. Bu gün kullandığımız hastanenin karşılığı olup, şifa, sağlık evi demektir. Bazı metinlerde “bimarhane” ve genellikle halk ağzında “Tımarhane” şeklinde akıl ve ruh hastalarının ayrı bir yerde tedavi edildikleri yer olarak da kullanılmakta ve söylenmektedir. Aslında “Timar” tıp dilinde, bir hastaya veya yaralıya bakma, hizmet etme demek olup bu işi yapanlara da “Timarcı” denir. “Hane” ise “ev” veya “yer” demek olduğuna göre “Timarhane” hasta bakılan, tedavi edilen yer demek olmaktadır. Sultan II. Bayezit Dârüşşifası’nın halk arasında yaygın olarak söylendiği gibi yalnız akıl hastalarının tecrit ve tedavi edildiği bir yer değil, her türlü hastalığın tedavi edildiği bir merkez olduğunu vurgulamak gerekir.
DARÜŞŞİFA’NIN MİMARİSİ
İki avlu ve bir ana bloktan oluşan yapı, medrese ile caminin batısında olup, arasında bir geçit kapısı bulunmaktadır. Birinci avluya kuzey ve doğu yönlerinden açılan iki kapıdan girilir. Doğu yönünde sonradan açıldığı söylenen bir kapı daha vardır. Lâkin, bu kapılar, mimarî özellik bakımından külliyenin diğer birimlerinin avlu veya giriş kapılarıyla, hatta Dârüşşifa’nın bölümleri arasındaki geçit kapılarıyla kıyaslanmayacak derecede basittir. Avlu, dikdörtgen şeklinde olup kuzey giriş kapısının karşısına düşen uzun kenarda, kapıları, 10 sütun üzerine dayanmış kubbeli revak sahanlığına açılan yine kubbeli 6 oda vardır. Odalarda, biri üstte diğeri altta olmak üzere dış bahçeye açılmış ikişer pencere ile birer ocak ve baca vardır. Revak ve odalarda süsleme olmayıp kireç badanalıdır. İkinci avluya ara veya orta avlu da denilir. Buraya, açık sahanlık dediğimiz eşikten kemerli bir kapı ile girilir.
ŞİFAHANE KISMI
Esas olarak bu kısım bizi ilgilendiriyor. Özellikle burayı merak etmiştik ve fotoğraflarda zaten bu kısımla ilgili... Şifahane kısmı hakkında kısaca bir bilgi verecek olursak şunları söyleyebiliriz: İkinci avludan bir kapı ile Dârüşşifa’nın yataklı bölümü olan ana bölümüne geçilir. Giriş kapısının üstü kubbeli ve kanat açıklığı kemerlidir. Burası, ortada büyük, fenerli bir kubbe ile, bunu çevreleyen 12 küçük kubbenin örttüğü merkez, ortasında 12 köşeli fıskiyeli bir havuz bulunan mermer döşeli bir salondur. Salonun çevresinde 4.35 x 4.35 ölçüsünde dörtgen şeklinde 6 adet kapalı kışlık hasta odası vardır. Kışlık odalarda birer de ocak vardır. 16 ve 17 numaralı odaların arasında ve salon giriş kapısının ekseni üzerinde beş köşeli, salona bakan cephesi açık kemerli, sayvanı öbür açık odalarla aynı düzeyde bir iniş bulunmaktadır. Bu bölümün, dış bahçeye açılan 5 penceresi vardır.
AVRUPA TAKLİT ETMİŞ
Dârüşşifa mimarisindeki özelliğin, hastahane yönetimi, hasta ve yardımcı personel ilişkisini kolaylaştırması açısından sağladığı yararları Dr. Rıfat Osman Bey şöyle anlatmış: “Hasta odalarının havuzlu avluya (orta salona) açılmaları dolayısıyla az personelle kapıları açık bulunan odalardaki hastalar daima kontrol altında bulundurulabilmektedir. Bu şekilde bir hasta pavyonu bizde yapılmıştır. Orta Avrupa bunu bizde görerek taklit etmiştir. Dârüşşifa bugün dahi model olabilecek taksimat özelliği taşır. Bu modele 1888’de Filadelfiya’da 1884’de Greneviç’de inşa edilen Miller Hastanelerinde rastlanır.” Bu hastane, külliyeye dahil, medrese, cami, tâbhane, fırın ve imaretle birlikte uzmanların ifadeleriyle, şehircilik bakımından bugünün modern İsviçre hastanelerindeki en ileri planlama yönteminin, külliyenin mimarı Hayrettin tarafından 500 yıl önce uygulandığı belirtilmektedir.
MUSİKÎ İLE TEDÂVİ
Darüşşifa’nın en ilgi çekici bölümü olan musikî ile tedavi odasıdır. Evliya Çelebi, Sultan II. Bayezit Dârüşşifası’nda hastaların musikî ile tedavi edildiğine ilişkin olarak görgülerine dayanan bilgi vermektedir. Büyük Türk ve İslâm bilgin ve hekimleri Ebubekir Râzi (584-932), Fârâbi (870-950) ve İbni Sîna (980-1037), müzikle tedavinin, özellikle musikînin psişik hastalıkların tedavisindeki etkinliğinin bilimsel temellerini kuranlardandır. Fârâbi’nin “Kitabal Mûsikî” adlı bir eseri de vardır. İbni Sina’nın da “Necat ve Şifa” gibi eserlerinde musikî bilimine ayrılmış bölümler bulunmaktadır. Ayrıca hastanede musikî fasıllarının icra edildiği hakkında yaygın bir kanı vardır ki, Dârüşşifa’nın büyük kubbe ile örtülü orta salonundan iki basamak merdivenle çıkılan sahne de burada musikî faslı icra edildiğinin yapı olarak bir şahididir.