Hayvanları Koruma Kanunu’nun da tek yaptırımı idari para cezasıdır. Sahipsiz hayvana eziyete eden fail bulunursa ona Orman ve Su İşleri Müdürlüğü tarafından idari para cezası kesilir, o para da devlet kasasına irad (gelir) olarak kaydedilir. Şu andaki sistem budur ve caydırıcı değildir.
Kendisini idame ettiremeyecek durumdaki zavallı, kimsesiz, terkedilmiş, üç bacaklı, hasta hayvanların barınabileceği, veteriner hekimlerinin, teknisyenlerinin, gönüllülerin içeri girip sahiplendirme yapabileceği merkezler olması gerekirken; çoğu sağlam hayvanların bile içeriye koyulduğu işkence merkezlerine Türkiye'de hayvan bakımevi denir.
Çoğu belediyenin ve Orman ve Su İşleri Bakanlığı'nın yeterli bütçesi olmasına rağmen hayvan bakımevlerinde çoğu zaman ne veteriner hekim istihdam edilir ne de doğru veteriner hekimin nasıl olması gerektiği yönünde, bu konuda çalışan Sivil Toplum Kuruluşlarının görüşleri alınır. Hayvan bakımevleri, dışarıdan bakan ve konuya ilgisiz vatandaş tarafından lüks bir otelmiş gibi algılanır. Oysa hayvan bakımevleri; temel ilaçların bile bulunmadığı, kısırlaştırmaların gelişigüzel yapıldığı, gönüllülerin içeri girmelerinin yasaklandığı, işçiler rahat temizlesin diye zemine toprak yerine fayans ya da beton döşendiği ve hayvan sayısının girişinin çıkışının nerdeyse denetlenemediği günah merkezleri gibidir.
Peki, bu durumun sorumlusu sadece belediyeler ve hayvan bakımevlerini inşa eden taşeron firmalar mıdır sanki? Ya hayvansever değil aslında hayvanseçer olup canı sıkılınca bir mal gibi bu hayvanları, "Nasıl olsa bakan birileri vardır." diyerek ormanlara ya da bu fayanstan, betondan, sıcak, çoğu zaman hastalıklı ortamlara terk edenlere ne demeli?
Sürekli yaşanan bu dramda, ölüme bu kadar acımasızca terk ettiğimiz o bakışların günahlarını temizlemek ise bir avuç gönüllüde ya da canla başla çalışan belediyelerin kimi iyiniyetli veteriner hekimlerinde midir sadece? Bugün her yerde petshoplar açılıyor, gümrüklerden bavullar içinde kaçak hayvan girişleri halen sürüyor, kısırlaştırma için samimi adımlar atılmıyor, mahkemelerden tahliye kararı çıkan hayvanlar evlerden uzaklaştırılıyor. Böyle bir ortamda, hayvanların toplanma merkezi olarak bilinen ve halk arasında geçici bakımevi yerine barınak olarak adlandırılan yerlerin aslında zavallı hayvanlar için değil, o hayvanları sevmeyen insanlar için yapıldığını çoğu kimse kabul etmek istemiyor.
Hayvan hakları ve yasal mevzuat
Gelelim meselenin hukuki boyutuna. Hukuk sistemimizde, insan dışındaki her şey eşya kabul edilir ve mal varlığı konusu oluşturuyor. Başka bir anlatımla, ekonomik değeri olan her şey, esasen insana hizmet eden ve insanın sahip olabileceği malvarlıkları olarak değerlendiriliyor. Bunları edinmek, yani üzerinde mülkiyet hakkı ve zilyetlik kurmak hukuken mümkün sayılıyor. Dolayısıyla, etrafımızda her gün onlarcasını gördüğümüz yaşayan hayvanlar da mal sayılarak zarar görmeleri halinde, sahiplerinin uğradığı ekonomik kayıp nedeniyle "mal varlığı aleyhine işlenen suçlara" konu oluyor.
Asıl garip olan kısım, zaten bu açıklamadan sonra insan beynini sorgulatmaya götürür. O zaman sahibi olmayan, yani bir fatura ile alım satım konusu olmayan sahipsiz bir hayvan herhangi kötü muameleye maruz kaldığı zaman, evdeki ya da ahırdaki sahipli hayvandan hukuken farklı muameleye mi tabi olur? Bu sorunun yanıtı maalesef Evet olarak karşımıza çıkıyor.
Böylesi haksız eylemlere suç değil, kabahat demek zorunda kalıyoruz çünkü hayvanları yakmak, zehirlemek, taşlamak, asmak, aç susuz bırakmak; hayvanlara tecavüz etmek bir suç olarak algılanmıyor. Yani böylesi bir durumda uygulanması gereken hüküm, 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu değil 5326 Sayılı Kabahatler Kanunu kapsamında yer alıyor. Diğer bir değişle, sahipsiz hayvanlara karşı haksız eylemlerin cezasının makbuzunu savcılar ya da hakimler veya mahkemeler değil idari memurlar kesiyorlar. Savcı istese bile dava açamıyor, takipsizlik kararı veriyor… Adaletin gözleri değil, fakat elleri bağlı!
Kapalı alanda sigara içene nasıl ceza kesilirse, dilenciye dilencilik yaptığı için hatta kumar oynatana kumar oynattığı için nasıl muamele yapılırsa bir hayvanı vahşice öldüren, asan, kesen, yakan; hayvana tecavüz eden, asit döken kişiye de aynı muamele yapılıyor. Ama böyle bir şey hiç olabilir mi? Böyle bir hukuki düzenleme, 21. yüzyıl Türkiye’sine yakışabilir mi?
İnsan merkezli bakış, özellikle Batı kaynaklı birçok yabancı hukukta artık terk edilmiştir. Avrupa’da kendi hayvanın kuyruğunu kesen kişiye bile mahkemeler tutuklama kararı vermektedir. Çünkü bir hayvana bunu yapan yarın öbür gün insana da yapar gerekçesi vardır. Yani o eylemi yapan bir kabahat değil suç işlemiştir. Eylemin tanımlaması kabahat değil suç şeklinde yapılır ve bu eylem, kişinin adli siciline de işlenir. Yani ömür boyu onun boynuna asılı bir yaftadır artık o…
Halbuki ülkemizde bir savcı, iyi bir hayvan hakları savunucusu bile olsa, sahipsiz bir hayvana yapılan tecavüzü ve işkenceyi, hayvan dövüşlerini görse bile ceza davası açamaz. Kendisine başvuru yapıldığında takipsizlik kararı verip dosyayı Orman ve Su İşleri Müdürlüğü ya da Kaymakamlığa idari para cezası kesilmesi için gönderecektir. Yani herhangi bir itlaf, zehirleme, öldürme, işkence durumunda savcıların eli kolu maalesef bağlıdır. Çünkü 5199 Sayılı Hayvanları Koruma Kanunu maalesef Kabahatler Kanunu kapsamında bulunduğu için hayvanlara eziyet edenler mahkemede yargılanamazlar. Hayvanları Koruma Kanunu’nun da tek yaptırımı idari para cezasıdır. Eğer fail bulunursa ona Orman ve Su İşleri Müdürlüğü tarafından idari para cezası kesilir, o para da devlet kasasına irad (gelir) olarak kaydedilir. Yani hayvan işkence çeker, devlet de para kazanır! Şu andaki sistem budur ve caydırıcı değildir. Özetle herkesin yanlış bildiği üzere, itlaf ya da benzeri uygulamada savcılıkların ya da mahkemelerin yapabileceği birşey yoktur.
Hayvanların sahipli ya da sahipsiz olmasının böyle bir ayrıma tabi olması, kanımca Türk hukuk sisteminin büyük eksikliğidir. Konunun "hayvan" olması nedeniyle bugüne kadar yapılan akademik çalışmalarda konu o yönüyle ele alınmamış, bu zaaf maalesef hep geri planda kalmıştır. Oysa kaynak yasaların tamamında, hayvanlara "mal" olarak bakılması ile hayvana karşı işlenen haksız fillerin kabahat olarak algılanması çoktan terkedilmiştir. Üstelik bu ülkelerde hayvanlara eziyet eden kişilere mahkemelerce tecil edilmeyip paraya çevrilmeyen fiili hapis cezaları verilmektedir.
Çözüm: Hayvanları Koruma Kanunu'nda değişiklik
Hannibali deviren Romalı General Cornellius, her cümlesinin sonunda "Kartaca yıkılacak!" dermiş. Biz de her defasında, Romalı general gibi "Hayvanları Koruma Kanunu değişecek!" diyoruz. Çünkü hayvanlara yönelik tüm olumsuz uygulamalarda idari para cezası kesiliyor. Zaten çoğunlukla olduğu gibi fail bulunamadığında, bu kabahat yapanın yanına kar kalıyor. Hatta hayvan ölürken bile devlet para kazanıyor. Böyle bir tezat olabilir mi? Canın değerini hangi parayla ölçebilirsiniz?
Önce insan diyorlar. Ama hangi insan? Su içmeye gelmiş ayıyı recmeden insan mı? Eşeğin gözünü oyan insan mı? Terrier cinsi köpeğin bacağını kesip yavrusunu onun gözü önünde yakan insan mı? Kedi yavruları ortalığı pisletiyor diye gözlerine asit döken insan mı? Ben bu ahlaksızlığı yapan o insanlarla aynı otobüse binmek, aynı okula gitmek istemiyorum, onlarla aynı yerde tatil yapmak da istemiyorum. Onun ceza olarak vereceği parayı da istemiyorum. Ben ülkemin geleceğini, sağlıklı kuşakları istiyorum…
O nedenle hayvan hakları meselesine gönül vermiş kişilere tekrar sesleniyoruz: Yasadan önce tasa gerekiyor belki ama içimizdeki dernekçilik macerasını bir kenara bırakıp yoğun bir kampanya yürütmemiz gerekiyor. Yürürlüğe girdiği 2004 yılından beri Hayvanları Koruma Kanunu'nun değişmesi için verdiğim mücadelenin kitleselleştiğini görmek bana bir gurur veriyor. Yaptığımız lobicilik çalışmaları sonucu artık 5199 Sayılı Hayvanları Koruma Kanunu'nun TBMM Genel Kurulu aşamasına geldiğini, 5326 Sayılı Kabahatler Kanunu kapsamında olmaktan çıkacağını biliyorum. Çünkü bugüne kadar Ankara'nın önüne getirilmiş en masum talep bu…
Av. Ahmet Kemal Şenocak
HAYTAP Hayvan Hakları Federasyonu Hukuk Danışmanı