"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Bediüzzaman ve tasavvuf

04 Şubat 2011, Cuma
İnsanoğlu için en büyük merak konusu olan şeylerin başında muhtemelen kendi yaradılış gerçeği, kâinatla olan alâkası ve ikisi arasındaki hakikat bağlarını kurabilmek gelir.

Bunu gerçekleştirebilmek amacı ile kendisine yol gösterici olarak Allah tarafından peygamberler gönderilmiş, onların yollarının izahlarını yapan âlimler, muhakkikler, müceddidler ve tasavvuf şeyhleri gibi büyük zatlar gelmiştir. Bu zatların tamamı bu hakikatlerin bir parçasına değinmeye çalışmış ve vazifelerini bihakkın yerine getirerek hakiki âlem olan âlem-i ahirete intikal etmişlerdir. Bunlardan bir kısım olan tarikat ve tasavvuf şeyhleri de aynı şekilde vazifelerinin hakkını vermiş ve insanlığı hakikate ulaştıran nurlardan emâreler bırakmışlardır. Bu yazıda tasavvufun genel bir tarifi yapıldıktan sonra içinde bulunduğumuz ahirzaman asrında Bediüzzaman’ın tasavvuf ve tarikat anlayışı öz olarak izah edilmeye çalışılacaktır.

1. Tasavvuf ve tarikat nedir?
Tasavvufu, ebedî huzura ve mutluluğa ulaşma isteği doğrultusunda nefsi kötü huylardan arındırma, ahlâkî olarak belirli bir olgunluğa eriştirme, kalbi olumsuz düşüncelerden kurtarma, kendini ve nefsini en iyi bir biçimde tanıma olarak yorumlayabiliriz. Tarikat ise en genel mânâda tasavvufun sistemleşmiş haline verilen isimdir.
Çok defa duyduğumuz tasavvuf kelimesinin kaynağı hakkında farklı görüşler ileri sürülmektedir. Şemseddin Sami Kamus-u Türkî’sinin tasavvufla ilgili maddesinde her ne kadar bu kelimenin Yunanca hikmet mânâsına gelen “sophia”dan geldiğini söylüyorsa da, İsmail Hakkı İzmirli bunun doğru olmadığını dile getirmektedir. Delil olarak da ilk sofi olarak anılan Ebu Haşim’in (öl. 767) zamanında henüz felsefe kitaplarının tercümesinin yapılmadığını, bundan dolayı da bu kelimenin Yunanca’dan geçmiş olamayacağını belirtmektedir.1
Tasavvufun çok farklı şekillerde tanımı yapılmaktadır. Bu da mutasavvıfların farklı bakış açılarından kaynaklanmaktadır. Ancak temelde hepsinin birleştiği nokta tasavvufun İslâm’ı yaşamayı hedeflediği görüşüdür. Tasavvuf tanımlarını maddeler halinde sıralamak gerekirse:
* Tasavvuf, masivayı terk edip Allah ile beraber olabilmektir. (Cüneyd-i Bağdâdî)
* Tasavvuf, kulluk ahlâkına bürünmek, onunla süslenmektir. (Muhyiddin İbni Arabî)
* Tasavvuf, şeriatın zahir ve batınını, ahkâm ve adabını bilip yaşamadır. (Seyyid Şerif Cürcani)
* Tasavvuf, nefsin kötü isteklerini terk etmektir. (Ebû Hüseyn Nûrî)
* Tasavvuf, vakti değerlendirmek ve vaktin kıymetini bilmektir”.2 (İbni Osman Mekkî)
* Bediüzzaman, tasavvufu, “iman hakikatlerini keşfetmeyi ve Cenâb-ı Hakk’ı hakkıyla tanımayı asıl gayesi yapan, Peygamber Efendimiz’in (asm) Mi'racıyla açtığı yolu takip eden, kalbi işletip ruhânî olarak seyr ü süluk etme yöntemini benimseyen, zevkî, hâlî ve bir derece şuhudî olarak iman ve Kur’ân hakikatlerine mazhariyetle insanı geliştiren, olgunlaştıran bir sır” olarak tarif eder. Ona göre tasavvuf; tarikat, velâyet ve seyr ü süluk adıyla anılan şirin, nurânî, neşeli ve ruhânî bir kudsî hakikattir. 3

2. Tasavvuf ve tarikatın gayesi
İnsanların bir maddî, bir de manevî tarafı mevcuttur. Tarikatlar insanların maddî taraflarından çok manevi taraflarını inkişaf ettirmeyi hedef almışlardır. Manevî âlemin merkezi de kalp olduğundan dolayı ilk iş olarak kalbi çalıştırıp hareketlendirmeyi ve olgunlaştırmayı asıl gaye yapmışlardır.
Tarikatın en önemli gayesi hiç şüphesiz iman hakikatlerinin kalplerde inkişafını sağlamaktır. Müceddid-i Elfi Sani İmam-ı Rabbani de bütün tarikatların ulaşmak istedikleri son noktanın iman hakikatlerinin inkişaf ettirilmesi olduğunu dile getirmektedir. 4
İman hizmetlerini ön plana tutma günümüzde çok daha fazla gerekli hâle gelmiştir. Çünkü günümüzde maddecilik ve materyalizm hastalığı etkisini çokça göstermektedir. İnsanlar bir şeye inanabilmeleri için delil sormakta, görmek istemekteler. Eskiden bilindiği üzere durum çok daha farklı idi. Bir âlim şahsın bir sözüyle insanlar irşad edilebiliyorlardı. İnanmayan sayısı çok daha cüz’î miktarlardaydı. Ancak günümüzde dinsizlik kol gezmektedir. Bu konuda Bediüzzaman şöyle der: “Tahmin ederim ki, şeyh Abdülkadir-i Geylânî (ra) ve Şah-ı Nakşibend (ra) ve İmam-ı Rabbani (ra) gibi zatlar bu zamanda bulunsalardı, bütün gayretlerini hakaik-i imaniyenin ve akaid-i İslâmiyenin (İslâm esaslarının) takviyesine sarf edeceklerdi.” Bunun sebebini de şu şekilde dile getirmektedir: “Çünkü saadet-i ebediyenin medarı onlardır. Onlarda kusur edilse, şekavet-i ebediyeye sebebiyet verir. İmansız Cennete gidemez, fakat tasavvufsuz Cennete giden pek çoktur. Ekmeksiz insan yaşayamaz, fakat meyvesiz yaşayabilir. Tasavvuf meyvedir, hakaik-i İslâmiye gıdadır.”5
Tasavvufta sünnet-i seniyeye bağlılık büyük önem arz etmektedir. Bediüzzaman hazretleri Sünnet-i Seniyyenin tarikatta büyük bir önem arz ettiğini dile getirerek; bunu, velâyet yollarının en güzeli, en nuranisi, en zengininin Sünnet-i Seniyyeye ittiba olduğunu, yani işlerinde ve harekâtında ona tabi olmak, onu taklit etmek, ef’alinde ahkâm-ı şer’iyeyi düşünüp rehber kabul etmek gerektiği şeklinde ifade etmiştir.6

3. Bediüzzaman’a göre tarikat ehlinin
vartaları ve üstün meziyetleri
Bediüzzaman Said Nursî, tarikatlarla ilgili yüksek ilmî bir ders olarak nitelendirdiği Mektubat isimli eserinin 29. Mektubunun Dokuzuncu Kısmı olan Telvihat-ı Tis’a risâlesinde sünnetin prensiplerini tam kavrayamadan, tarikat ve tasavvufun içine dalan insanların birçok vartaya düşeceklerini belirtmektedir. Bediüzzaman bunların başlıcalarını;
* Velâyeti, Nübüvvete tercih etme,
* Evliyaları Sahabelerden üstün görme,
* Bir kısım tarikat virdlerini ve adaplarını sünnete tercih ederek karşı gelme,
* İlhamı vahiyle karıştırma,
* Kerâmet, zevk ve nurani halleri hoş görüp onlara âşık olma ve onları ibadete tercih etme,
* Velâyet makamının gölgelerini, numunelerini gerçek makam-ı âlî ile karıştırma,
* Fahri, nazı, insanların teveccühlerini, şükrün ve insanlardan istiğnanın önüne geçirme,
* Ahirette koparılıp yenilecek velayet meyvelerini dünyada yemek ve istemekle vartaya düşerler.
Bu vartalardan kurtulmanın tek yolunun Kitap ve Sünnetin ölçüleri ile hareket etmekten geçtiğini ve onlar bilinmeden tarikat dairesine girilmemesi lâzım geldiğini de dile getiren Bediüzzaman, “Şeriatsız cennete giden yoktur, ama tarikatsız cennete giden çoktur” 7 diyerek meselenin önemini dikkatlere sunmuştur.
Bediüzzaman, yine Telvihat-ı Tis’a risâlesinde tasavvufun faydalarına da değinmiş ve bunları dokuz maddede toplamıştır. Bunlar;
* Doğru yoldan sapmamış olan tarikatlar sayesinde iman hakikatlerinin inkişafı,
* Kalbi tarikatlar vasıtasıyla işlettirip insanî duyguları yaradılış neticelerine yöneltmek,
* Tarikat yollarından birisine dehalet ederek dalâlet ve şüpheleri defetmek,
* İmandaki marifetullahı bilmek ve bu yolla Muhabbetullah’ın zevkini tarikat vasıtasıyla idrak etmek,
* Şer’î tekliflerdeki hakiki latifeleri tarikattan ve zikr-i İlâhîden gelen bir uyanık kalb sayesinde hissetmek,
* Tevekkül makamı, hakikî zevke ulaştıran teslim mertebesi ve rıza derecesini kazanmak,
* Tarikat yolunun en mühim esası ve neticesi olan ihlâs sırrıyla gizli şirk, tasannu ve rezâilden kurtulmak,
* Kalbî zikir ile ve aklî tefekkür ile kazandığı huzur ve kuvvetli niyet vasıtalarıyla âdetlerini ibadete çevirmek,
* Kalbinin derinliklerine yaptığı seyahat ve verdiği ruhî mücadele ile kazandığı manevî terakkî sonucu kâmil insan olmaya gayret göstermek, gibi daha sayılamayacak birçok faydaları mevcuttur. Bediüzzaman ayrıca bütün hak yolların kaynağının Kur’ân olduğunu belirttikten sonra kendisinin de Kur’ân’da dört esasa dayalı bir tarik keşfettiğini ve bunların da “acz, fakr, şefkat ve tefekkür” tarîki olduğunu ve bu yolun evradının ise “sünnet-i seniyyeye uymak, farzları işlemek, kebâiri (büyük günahları) terk etmek ve bilhassa namazı tadil-i erkân ile kılmak ve namazın arkasındaki tesbihatı yapmak”tan ibaret olduğunu anlatır.8

4. “Zaman tarikat zamanı değil,
imanı kurtarmak zamanıdır”
Bediüzzaman Hazretleri bu ifadesini Risâle-i Nur Külliyatı’nda bir kaç yerde zikretmektedir. Bunlardan ikisi şöyledir:
“Zaman tarikat zamanı değil, imanı kurtarmak zamanıdır. Tarikatsız Cennete giden pek çok, fakat imansız Cennete giden yoktur.” 9
“Risâle-i Nur mesleği, tarikat değil, hakikattir, Sahabe mesleğinin bir cilvesidir. Bu zaman tarikat zamanı değil, imanı kurtarmak zamanıdır.” 10
Evet, tarikat sağlam iman sahiplerine, farzları işleyen takva sahiplerine velâyet mertebeleri kazandırır. Tarikat ehillerinin şâhı olarak nitelendirebileceğimiz İmamı Rabbani Hazretlerinin “İmanı tahkiki olmayan ve farzlarda kusuru olanlar, tarikat seyahatinde gidemezler” demesi de manidardır.
Hâlbuki günümüzde insanlığın büyük bir kısmı tahkikî iman sahibi değildirler, farzları yapamamakta, hatta çoklarının imanı dahi tehlikededir denilebilir. Böyle bir toplumun imanını sağlamlaştırmak, daha sonra farzları yapmasını sağlamak gerekmektedir. Yoksa Allah’ın varlığından şüphe eden insanlara tarikat dersi vermek elbette yerinde değildir. Said Nursî bundan dolayı “Zaman tarikat zamanı değil, imanı kurtarmak zamanıdır” sözünde tahşidât yapmaktadır. Bununla beraber o, Nur Külliyatının birçok yerinde ehl-i inkâra karşı tasavvuf ehlini savunmuştur da. Hatta bir kısım yerlerde Risâle-i Nur’un on iki hak tarikatın hülâsası olduğunu da dile getirmiştir.

Sonuç
Bu çalışmada Bediüzzaman Hazretlerinin Risâle-i Nur adlı eserinde daha geniş ve derinlemesine tahlillerle işlenen tasavvuf ve tarikat hakkındaki görüşlerine bir parça değinilerek tasavvufun ve tarikatın kısa bir tanımı, gayesi, zamanın tarikat zamanı değil, imanı kurtarmak zamanı olduğu, tasavvufun fayda ve zararlarının kısa bir değerlendirmesi yapılmaya çalışıldı. İlâve olarak şunu söyleyebiliriz ki, “tatmayan bilemez” sırrı gereğince tasavvuf yoluna girmeyen insanlara düşen, kesinlikle bu berzahta gidenleri tenkit etmemek, hatta bu tenkit kapısını dahi açmamak ve sırlarına vâkıf olmadıkları şeyler hakkında hüküm çıkarmamaktır. Tasavvuf ve tarikata mensup kişiler ise; şeriatı kışır yani kabuk sayma fikrinden vazgeçmeli; şeriatın öz, tarikatın ise kışır olduğunu bilmeli; tasavvuf ve tarikate ‘şeriata, hakikata bir vasıta ve basamak” oldukları cihetiyle değer vermelidirler.

Dipnotlar:
1- Ceride-i ilmiye, s. 2345, 2346.
2- Kuşeyri, er-Rİsaletü’l-Kuşeyriye[Mısır: 1966], 2:553.
3- Mektubat, s. 428.
4- Mektubat, s. 26.
5- A.g.e., s. 27.
6- A.g.e., s. 434.
7- Mektubat, 8. Telvih.
8- Mektubat, s. 777.
9- Emirdağ Lâhikası, 433.
10- Emirdağ Lâhikası, s. 61.

Okunma Sayısı: 8751
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı