Anadolu’da bir darb-ı mesel vardır. Koruk biliyorsunuz ekşi, ham üzümdür. Sabırla bu ekşi üzümler Eylül-Ekim aylarında da olgunlaşır tatlanır ve pekmez yapılır. Pekmezden de un ile helva yapılır.
Peygamber Efendimiz (asm) en büyük sabır kahramanıdır. Taif’te, Uhud’da bedduâ etmedi. Düşmanları Müslüman oldular. Ve çok büyük kahramanlıklara imza attılar.
Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri kendisine zülm edenlere bakın nasıl davranıyor:
“Bu günlerde, Risale-i Nur’a suikast edenlerin ve sizlere sıkıntı verenlerin haklarında, bana verdiği bir hiddet neticesinde bedduâya teşebbüs ettim. Birden Isparta’ya kıyamadım. Kaç defadır niyet ettim, Isparta’daki iyilerin yüzünden suikastçılar kurtuldular. Kıyamadım, bedduâ yerine, “Ya Rab!Madem Isparta, Risale-i Nur’un bir Medresetüz zehrasıdır. Sen oradaki fena memurları dahi ıslâh eyle ve hüsn-i akıbet ver.” diye duâ eyledim ve ediyorum. (Kastamonu Lâhikası)
Efendimizin (asm) hanımı Hz. Âişe annemizin ifadesiyle Peygamber Efendimiz (asm), şahsına yapılan kötülükleri affetse de toplumu tehdit eden suçlara karşı olabildiğine hassastı ve sözlü veya fiili gereken her türlü yaptırımı uyguluyordu. (Buhârî, Menâkıb, 23)
Peygamber Efendimizin (asm) şahsına yapılan hareketlerde nasıl müsamahalı olduğuna dair bir örnek verelim: Uhud Savaşı’nın yaşandığı gün Efendimiz (asm), bir taraftan yüzünden akıp sakal-ı şeriflerini ıslatan kanları siliyor, diğer yandan da “Kendilerini sadece Allah’a dâvet ettiği hâlde peygamberlerinin dişini kırıp başını yaran bir topluluk nasıl iflâh olabilir ki” diyordu.
“Bedduâ et yâ Resûlallah!”
Uhud Savaşı’nın olduğu gün, yürek yakan hâdiselere şahit oluyordu! Sahabeler açısından dayanılmayacak bir manzaraydı bu; yoluna başlarını koydukları Allah Resûlü’nün (asm) yüzünden kanlar süzülüyordu. Yanına yaklaşıp da acısını paylaşanlar, ellerini açıp da O’na bunu reva görenlere bedduâ etmesini isteyenler vardı; “Ellerini kaldır da onlar için bedduâ et yâ Resûlallah!” diyorlardı. Rahmet ve şefkat peygamberi bu durumda bile ellerini açıp da kendisinden bedduâ isteyenlere iltifat etmiyor ve, “Ben, insanlara lânet etmek için değil, onları rahmete dâvet için gönderildim” diyordu. (Bkz. Müslim, Birr, 87)
Daha sonra. Hz. Vahşi (ra), Hz. Hind (ra), Hz. Halid bin Velid, Hz. Amr bin As (ra) ve diğerleri de Müslüman oldular.
Evet sabır acı, ama meyvesi tatlıdır. Yermük Şavaşında Hz. Hint (ra) Halit bin Velid (ra) çok büyük fedakârlıklar gösterdiler.
Şeytanın da amin dediği duâlar vardır.
Şeyh Abdülkadir Geylani’den bir hatıra:
“İncelediğim kitabın üzerinde yazılar yazmaktaydım. Yanıma Şeyh Muzaffer Mansur geldi. Sesini çıkarmadan yanıma ilişip oturdu. Yazmakta olduğum kitabın üzerine tavandan topraklar dökülmekteydi. Bir müddet yazmayı bıraıp toprağı silkeliyor yeniden yazmaya devam ediyordum. Bu durum bir kaç kez devam etti.
Bu hal üçü geçince başımı tavana kaldırıp baktım. Toprağın dökülme sebebi anlaşılmıştı.Tavanda toprağı eşeleyen bir fare vardı.
Fareye: “Başın uçsun!” diye bedduâ ettim.
Anında farenin başı ile bedeni ayrılarak yere düştü. Yazmayı bıraktım. Ağlamaya başladım. Uzun süre ağladım.
Şeyh Muzaffer ağlamamdan müteessir oldu. Küçük fare için ağlamamın sebebini sordu.
“Ey Efendim, sizi ağlatan nedir?”
Manevî âlemlerin kandili vurmuş nuranî yüzlü Şeyh Muzaffer’e bakıp dedim:
“Kalbimin bir Müslüman kimseye kırılıp da ona da bu farenin başına gelen musîbetin gelmesinden korkuyorum.”
Gözyaşları ta sakalıma kadar aktı. Şefkat iman kadar, merhamet tat kadardı. Bedduâ kötü bir muamele olduğu için ağladım. (Hay Sutan N. Çeleğen s. 254)
Sekizinci sınıf öğrencisine sorulan bir soru: “Ergenlik hakkında ne düşünüyorsunuz?” idi. Çocuklardan biri çok güzel bir cevap vermişti:
“Ergenlik fıstığın kavrulmasına benzer. Biz çocukken çiğ fıstıklar gibiyiz. Yetişkin olabilmemiz için olgunlaşmamız lâzım. Bunun içinde biraz acı çekmemiz, ateşte kavrulmamız lâzım ki tadımız yerine gelsin. İşte bu zor döneme ergenlik denir.”
Aslında bu tarifi hayata da uygulayabiliriz. Hepimiz dünyaya çiğ olarak geliriz. Ruhî tekâmül için olgunlaşıp tadımızın yerine gelmesi için bazen küçük bazen büyük zorluklar çeker; ateşlerde kavruluruz. Eğer çektiğimiz zorluklara sabreder, şikâyet etmezsek mü’min olarak olgunlaşır, imanın tadını duyarız.
Sevgili Peygamberimiz (asm): “İmanın yarısı sabır, yarısı şükürdür.” buyurur.
Sabrettiğimizde ise acıyı daha az duyarız.
ERDOĞAN AKDEMİR
[email protected]