Gazetemiz yazarlarından Latif Salihoğlu, bir dizi sohbet ve seminer programı için Diyarbakır’a geldi.
Bir taraftan da, şehir merkezi ve çevre ilçelerdeki ziyaret programı devam ediyor. Şimdiye kadar akademisyenlerin yanı sıra birçok sivil toplum kuruluşu ziyaret edildi. Memnuniyet verici neticeler alındı. Söz konusu ziyaretler münferiden değil, Yeni Asya temsilcileriyle birlikte, yani heyet hâlinde gerçekleştir-iliyor. Bu ise, en yüksek itibara şâyân bir “şahs-ı manevî” suretinde görünüyor.
Seminere büyük ilgi
Geçen hafta sonu, Yeni Asya Diyarbakır İl Temsilciliği tarafından organize edilen “Barla’dan istikbâle uzanan Nur yolu” başlıklı seminer, Diclekent’deki hizmet binasında ger-çekleştirildi. Gerek bilfiil katılımcılar ve gerekse internet üzerinden canlı yayın yoluyla programı izleyenler itibariyle, programın büyük bir kitle tarafından takip edildiği görüldü.
Bir saati aşkın süreyle devam eden seminer, dinleyiciler ve izleyiciler tarafından da pür dikkat takip edildi.
Latif Salihoğlu, programda özetle şunları anlattı:
Şu sohbetimiz ve hatta şu toplu-luğumuz dahi, 97 sene önce Barla’da teşkil olunan Nur bahçesinin bir meyvesidir. Bu meyveden ülkenin ve dünyanın hemen ter tarafında var. Yüzlerce, hatta binlerce yerde Nur Risâleleri okunuyor. Nurlu dersler, sohbetler yapılıyor. Muhtaç ve müştak olan insanlar bundan istifade ediyor. Böylelikle, pek çok insanın hidayetine ve tahkikî iman sahibi olmasına vesile olunuyor.
1927 senesinde Üstad Bediüzzaman’ın Barla’ya sürgün edilmesiyle birlikte başlayan Nur yolculuğu, rahmet ve bereket yüklüdür. Bu yolculuğa dahil olan herkes, gayret, kabiliyet ve liyakatine göre feyiz alıyor, hakikatli bir ilme, irfana mazhar oluyor.
Barla’da başlayan Nur yolculuğu, kısa zamanda Isparta’dan vatan sathına, oradan da en ücra ülkelere kadar uzanarak dünyayı dolaştı. Nasibi olan herkes derecesine göre bundan istifade etti ve ediyor.
Çetin şartlar altında, ağır bedeller ödendi
Bundan yüz sen önceki Barla’da başlatılan Nur hizmeti, son derece ağır şatlar altında yapılıyordu.
Tarihçe-i Hayat’ın Barla Hayatı bölümünde de ifade edildiği gibi, 1920-1930’lar Türkiye’sinde, tarihte emsali görülmemiş bir zulüm ve istibdat rejimi hükmediyordu. Söz konusu baskı ve zalimâne icraat, Barla ve Isparta havalisinde daha şiddetli bir şekil almış durum-daydı. Barla’ya kâğıt, kalem ve mürekkep gibi eser yazmak ve bunları çoğaltmak için ihtiyaç duyulan malzemelerin sokulması da yasaklanmıştı.
Esasen, din nâmına ne varsa, tamamına yasak getirilmiş durumdaydı: Ezan yasak, Kur’ân yasak, dinî kitap okumak yasak, hatta cami içinde Arapça ezan ve kamet getirmek dahi yasaklanmıştı. Bu yasaklara riayet etmeyenler türlü cezalara çarptırılıyordu.
Ne var ki, bütün bu zahmet, meşakkat, eza ve cefalara rağmen, Üstad Bediüzzaman ve talebeleri hiç durmadan çalışıyordu. Bir an bile boş durmuyordu. Bunca ağır şatlar altında, 1934’e kadar yüz civarında risale telif edildi. Matbaalarda basımı yasaklandığı için, bu risaleler Nur talebeleri tarafın-dan çoğaltılarak elden ele dolaşıma giriyordu. Özetle, iman tekniğe meydan okuyordu.
Üstad Bediüzzaman, çok ağır şatlar altında bir sürgün hayatı yaşıyordu. Fakat, bu şerden pek büyük bir hayır çıkmıştı. Binlerce insan, okuduğu risalelerle imanını kurtarıyor ve tahkim ediyordu.
İşte, o devirde başlayan muazzam Nur yolculuğu, hem günümüzde, hem de istikbale müteveccihen aynen devam edip gidiyor. Şimdiye kadar bunu kimse durduramadı, mağlup edemedi; bundan sonra da aynı “imana hizmet” yolcuğu kıyamete kadar devam edecek inşallah.
YENİ ASYA - DİYARBAKIR