"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Yalan ile ittihad ve birlik olmaz

20 Temmuz 2019, Cumartesi
MeşrÛtiyet yalan ve fesatlarla değil; doğruluk, muhabbet ve imtiyazsızlık üzerine beka bulacaktır. Bediüzzaman Hazretleri ittihadı ve meşrÛtiyeti hâkim kılma iddiasındaki heyet ve arkasındaki İttihatçıları ve komiteleri ikaz ediyor. Hak olan hedefe hak ve meşrÛ vasıtalarla gidilir. Yalan ile ittihad ve birlik olmaz. Fesat ve bozgunculuk ile meşrÛtiyet bina edilmez.

 Asrın mahkemesi, çağların müdafaası: Divan-ı Harb-i Örfî şerhi -DİZİ-16

HASAN GÜNEŞ[email protected]

***

Bediüzzaman Said Nursî bu kargaşanın önünü kesmek ve gerilimi gidermek için üç teklif sunuyor: Umumî sulh, genel af ve imtiyazın kaldırılması. Meşrûtiyet öncesi hasbelkader çeşitli konumlarda bulunanların memleketin geleceği için artık barışmaları gerekiyordu. Ayrıca umumî bir af da gerekiyordu. Çünkü istibdat rejimlerinde en yakın dostların birbirlerine ihaneti gibi çürümeler yaygındır. Sadece bizde değil, bütün dünyada ve tarih boyunca baskı yönetimlerinde sık karşılaşılan vakıadır. En iyisi belki de daha ağırı genel bir af şeklindeki vicdanî bir cezadır. Sultan II. Abdülhamid jurnalleri Saray’da muhafaza ediyordu. Yıldız yağmasında bu jurnaller ele geçirildi ve incelemeye tabi tutuldu. Hiç tahmin edilmeyen şaşırtıcı jurnaller bulundu. Çoğunu imha etmek zorunda kaldılar.

Bediüzzaman Said Nursî, kendi hayatında da bu sulh ve af meselesine hep dikkat etmiştir. Kendisini Toptaşı’na gönderenlere veya baskılara karşı hep af ile karşılık vermiştir. Yine Peygamberimiz (asm) bazı münafıkların ortaya çıkan ihanetlerine rağmen “Muhammed arkadaşlarını öldürtüyor” dedirtmem diyerek topluma korkunun hâkim olmasına engel olmuştur. 

Peygamberimiz (asm) Mekke’nin fethinden sonra hayatına kastedenlere karşı nasıl sulh ve af içinde olduysa Bediüzzaman da hep aynı tavrı takınmıştır. İslâm o af anlayışıyladır ki bir kabile dini olmayıp dünyanın en ücra köşelerine ulaşacak cihanşumül bir din olduğunu göstermiştir.

Bediüzzaman’ın bu teklifini mahkemede tekrarlaması II. Meşrûtiyet için olduğu gibi 31 Mart yönetimine de söylüyor. Pencerelerden görüldüğü gibi insanları darağaçlarında sallandırmanın çözüm olmadığını ifade ediyor. 

İmtiyazın kaldırılması

Üçüncü teklifi ise her yerde nifak çıkmasına sebep olan imtiyaz ve seçkinciliğin kaldırılması. Birilerinin belirli gerekçelerle hep kendisini kanunlardan ve prensiplerden kurtarması, vatana hizmet, bey, paşa veya maddî manevî makamlar gibi gerekçelerle istibdada ve suiistimallere devam etmesi toplumdaki huzursuzluğun en önemli sebeplerinden birisidir. Bediüzzaman Said Nursî burada da “Kızım Fatıma da olsa” diyen Peygamberimiz (asm) gibi “istibdat ne şekilde olursa olsun, meşrûtiyet libası giysin ve ismini taksın, rast gelsem sille vuracağım.” der.

Askerî mahkeme, ya da iktidardakiler muhaliflerini meşrûtiyete düşman olmakla ve irtica yani meşrûtiyet öncesi mutlak monarşiye dönmek istemekle suçluyorlardı. Bediüzzaman Said Nursî ayrıca meşrûtiyetin düşmanlarının meşrûtiyetin gaddar, çirkin ve şeriata aykırı olduğunu iddia edenler olduğunu izah ediyor. Yani meşrûtiyeti lekeleyenler meşrûtiyete düşmanlardan daha çok zarar veriyor.

Hem de tecrübe ile sabittir ki, ceza bir kusurun neticesidir. Fakat, bazan o kusur, işlenmemiş başka kusurun sûretinde kendini gösterir, o adam mâsum iken cezaya müstehak olur. Allah musîbet verir, hapse atar, adalet eder. Fakat hâkim ona ceza verir, zulmeder.

Ey ulû’l-emir! Bir haysiyetim vardı, onunla İslâmiyet milliyetine hizmet edecektim; kırdınız. Kendi kendine olmuş istemediğim bir şöhret-i kâzibem vardı, onunla avâma nasihatımı tesir ettiriyordum; maalmemnuniye mahvettiniz. Şimdi usandığım bir hayat-ı zaifim var; kahrolayım eğer idama esirgersem! Mert olmayayım, eğer ölmeye gülmekle gitmezsem! Suretâ mahkûmiyetim, vicdanen mahkûmiyetinizi intaç edecektir. Bu hal bana zarar değil, belki şandır. Fakat millete zarar ettiniz. Zira nasihatımdaki tesiri kırdınız.

MEŞRÛTİYET BİR FIRKANIN İSTİBDADIYSA...

Saniyen: Kendinize zarardır. Zira, hasmınızın elinde bir hüccet-i katıa olurum. Beni mihenk taşına vurdunuz. Acaba fırka-i hâlisa dediğiniz adamlar böyle mihenge vurulsalar, kaç tanesi sağlam çıkacaktır? Eğer meşrûtiyet bir fırkanın istibdadından ibaretse ve hilâf-ı şeriat hareket ise...

Zira yalanlarla ittihad yalandır. Ve ifsadat üzerine müesses olan ism-i meşrûtiyet, fâsittir. Müsemmâ-i meşrûtiyet hak, sıdk, muhabbet ve imtiyazsızlık üzerine beka bulacaktır. Maatteessüf bunu kemal-i telâş ve teessüfle ihtar ediyorum. ki: Meselâ, bir âlim-i zîtehevvür ki, sıfat-ı ilim kendini fesat ve fenalıktan men etmişken, daima onun sıfat-ı tehevvüründen vücuda gelen fesat ve fenalığın zikri vaktinde onu âlimlikle yâdetmek ve sıfat-ı ilme ilişmek, nasıl ilme husûmet ve adaveti ima eder. Kezalik, şeriat-ı mutahharanın ve İttihad-ı Muhammedînin  (asm) ism-i mukaddesi ki, fırkaların ağrâz-ı şahsiye ve hilâf-ı şeriat ile ektikleri tohum-u fesadı bir milyon fişek havaya atıldığı ve umum siyaset ve âsâyiş efrad elinde kaldığı ve ortalık anarşist gibi olduğu halde, o müthiş fırtına mu’cize-i şeriatla kansız, hafif geçtiği halde, o mübarek nâm ile o müthiş fesadı binden bir dereceye indirmekle beraber, daima o ismi garaz sahiplerine siper göstermek pek büyük bir tehlikeli noktaya, belki ukde-i hayatiyeye ilişmektir ki, dehşetinden her bir vicdan-ı selim titriyor, dağdâr-ı teessüf oluyor.

Süreyyayı süpürge yapmaya, üfürmekle şemsi söndürmeye ihtimal veren, belâhetini ilân eder. Meselâ, Ağrı Dağı ile Sübhan Dağı, ikisini tartacak dehşetli bir terazinin birer kefesine konulsalar ve cevv-i semâda, Zuhal’de duran bir melek de o terazinin ucunu tutsa; Ağrı Dağı üzerine bir dirhem ilâve olunsa Sübhan Dağı âsumâna, Ağrı Dağı zemine geldiğini görenlerden fikri kısa olanlar, kıymet ve sıkleti tamamen o ilâveye verecekler.

İşte haysiyet-i askeriye ve hamiyet-i İslâmiye ve şeriat-ı Muhammediye, o cesîm dağlara benzer. Esbâb-ı hariciye bir dirhem kıymetindedir. Bu kıymetsiz esbabı esas tutmak, insaniyetin ve İslâmiyetin kıymetini bilmemek ve tenzil etmektir.

İstemediğim bir şöhretim vardı

Bediüzzaman Said Nursî burada “bir yalancı şöhretim vardı onu da kırdınız” diyor. Diğer eserlerinde de söylediği gibi “beşer zulmeder, kader adalet eder” diyerek kaderin hükmü varken insanlardan çekinmediğini ifade ediyor. Cenab-ı Hakk’ın adil, kendisine haksızlık edenlerin ise zalim olduğunu ifade ediyor. Sizin kırdığınız şöhret ve haysiyet ile halka nasihat edecektim, ona mani oldunuz. Zarar bana değil halka ve size.

İstemediğim bir şöhretim vardı, memnuniyetle kırdınız. Geriye hayatım kaldı “kahrolayım eğer idama esirgersem! Mert olmayayım, eğer ölmeye gülmekle gitmezsem!” diyerek meydan okuyor. Beni mahkûm ederseniz sureta görünüşte mahkûm edeceksiniz. Çünkü hiç bir hukuka ve adalete dayanmayan haksız bir mahkûmiyet olacaktır. Bu sizin vicdanen mahkûmiyetiniz olacaktır. İçinizdeki vicdan sizi mahkûm edecek ve asla affetmeyecektir.

İkincisi ise size zarardır. Hasımlarınız sizi “hak ve hakikati savunan, İslâm ve şeriat adına meşrûtiyeti savunan Bediüzzaman Said Nursî gibi büyük bir İslâm âlimini bile cezalandırmaktan kaçınmayan zalimler olarak ilân edecektir.”

Beni altının safiyetini ölçen mihenge vurdunuz. Halis fırka dediğiniz ittihatçı ve benzerleri böyle mihenge vurulsalar kaç tanesi sağlam çıkacaktır. Jurnaller, meşrûtiyet öncesi ve sonrası değişenler ya da 31 Mart’taki tahrik ve provokasyonlar gündeme gelecek olursa kaç tanesi sağlam çıkar.

İttihat ve Terakki Fırkası, II. Meşrûtiyet’in ilânından kısa bir süre sonra yönetime hâkim duruma gelince fırka olarak baskı yapmaya başlamıştı. Memleket güya padişahın istibdadından kurtulmuştu, ancak İttihat ve Terakki Fırkası Şam’dan Beyrut’a, İstanbul’dan Makedonya’ya kadar bütün memlekete yayılmış olan binin üzerindeki parti teşkilâtı ile ciddî bir istibdat uygulamaya başlamıştı. Ordudaki teşkilâtlanmalar ayrı bir konu. Bu sebeple fırkaların şimdiki ifadeyle partilerin istibdadı her zaman daha şiddetli ve daha tehlikeli olmuştur. Monarşiden oligarşiye değişip dönüşen istibdat… İşte Bediüzzaman Said Nursî “Eğer meşrûtiyet bir fırkanın istibdadından ibaretse ve hilâf-ı şeriat hareket ise ins ve cin şahit olsun ben mürteciyim” diyor. Önceki bölümlerde de ifade edildiği gibi mürteci ifadesi “geriye dönüş veya meşrûtiyete karşı çıkmak” olarak kullanılıyordu. Meşrûtiyet yalan ve fesatlarla değil; doğruluk, muhabbet ve imtiyazsızlık üzerine beka bulacaktır. 

Bediüzzaman Hazretleri, ittihadı ve meşrûtiyeti hâkim kılma iddiasındaki heyet ve arkasındaki İttihatçıları ve komiteleri ikaz ediyor. Hak olan hedefe hak ve meşrû vasıtalarla gidilir. Yalan ile ittihad ve birlik olmaz. Fesat ve bozgunculuk ile meşrûtiyet bina edilmez. 

İsyancılara şeriatçı demek, şeriata düşmanlıktır

Bediüzzaman Said Nursî, mahkemede ve basında isyancı ve göstericilerden sürekli olarak  “şeriatçı” olarak bahsedilmesini tenkid eder vatan ve İslâm adına telâşını ve teessüflerini ifade eder. 

“Onlara şeriatçı demenin İslâm’a ve şeriata düşmanlık olduğunu” ifade eder. Misal verir. Öfkeli bir âlim düşünün ki öfkesi ve aşırı heyecanı fitne ve fesada sebep olsun. Hâlbuki ilim onu fesat ve fenalıktan men etmiştir. Onun öfkesinin sebep olduğu fesat ve fenalıktan bahsederken onun hep âlimliğini vurgulamak ve onun ilim sıfatına saldırmak ilme düşmanlıktır.

***

Bediüzzaman Said Nursî mahkemede ve basında isyancı ve göstericilerden sürekli olarak  “şeriatçı” olarak bahsedilmesini tenkid eder vatan ve İslâm adına telâşını ve teessüflerini ifade eder. “Onlara şeriatçı demenin İslâm’a ve şeriata düşmanlık olduğunu” ifade eder.

***

Fırkaların şahsî garazlar ve şeriata aykırı davranışlar ile ektikleri fitne tohumlarıyla meydana gelen hadiseyi şeriata mal etmek ve şeriatı garaz sahiplerine siper yapmak milletin can damarına saldırmaktır ve selim vicdanlar dehşetinden titriyor. Halbuki o fitne tohumlarıyla ortalık büyük bir kaos ve anarşiye maruz kalmışken şeriat ismi o fırtınayı mu’cizevî bir şekilde kansız ve ucuz atlatılmasını sağlamıştır. 

31 Mart Vak’ası’nın ne kadar ucuz atlatıldığını anlamak için Osmanlı’daki Yeniçeri isyanlarına Avrupa’daki Fransız ihtilâli ve benzeri isyanlara bakmak yeterlidir. Semavî dinler özellikle İslâmiyet insanları barış ve huzura sevk etmiş ve anarşiden men etmiştir. 

Anarşist organizasyonlar dindar toplumları alet edemedikleri için haksız olarak “dinlerin toplumları uyuttuğu” suçlamasını yapmışlardır. 

Kimse Süreyya’yı ele geçirip süpürge edemez, yine kimse Güneş’i söndüremez. Ağrı ve Sübhan Dağı gibi iki büyük dağ bir terazide dengeye getirilse küçük bir ağırlık birinin aşağı diğerinin yukarıya çıkmasına sebep olabilir. Bu küçük ağırlık o dağlardan büyük denilmez. Aynı şekilde askeriyenin haysiyeti, İslâmiyet’in hamiyeti ve şeriat-ı Muhammediye, o cesîm dağlara benzer. Harici sebepler bir dirhem kıymetindedir. 

Bu kıymetsiz sebepleri esas tutmak, insaniyetin ve İslâmiyet’in kıymetini bilmemek ve tenzil etmektir.

DEVAM EDECEK...

Okunma Sayısı: 4362
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı