"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Mücadele etmeseydik hücreye atıp 15 gün eziyet edeceklerdi

02 Ekim 2018, Salı 00:04
Bu münakaşaları yapmasaydık, bazı şeyleri göze alarak hakkımızı aramasaydık, atacaklardı bizi hücrelere, on beş gün eziyet edeceklerdi. Aramızda yaşı ilerlemiş olanlar da vardı: rahmetli Cemal Hoca gibi.

Nur hizmetini daha yakından tanıma ve Türkiye’nin son elli, elli beş yılını Nurculuk perspektifinden değerlendirmek için

Bu mücadeleyi vermeyi göze almasak, atacaklardı bizi hücrelere, on beş gün eziyet edeceklerdi. Aramızda yaşı ilerlemiş olanlar da vardı: rahmetli Cemal Hoca gibi. O zaten perişan olmuştu.

Bu münakaşaları yapmasaydık, bazı şeyleri göze alarak hakkımızı aramasaydık, karşılaşacağımız şeyler şunlardı:

Diyelim ki biz orada on beş gün kalsaydık oturacak yerimiz yoktu. Aslında tam bir işkence haliydi durum. Bana göre bu tarz işkencenin yanında, sopa yemek hafif kalırdı. “Neticede sopayı yersin. Birkaç gün acısı devam eder, ama yine oturacak, yatacak bir yerin olur” diye düşünmüştüm. Yemek meselesi ise sabah, öğle, akşam, birer parça peynir ekmekten başka bir şey yoktu. Nezarethane bodrum kattaydı. Güneş, ışık görmüyordu. Rutubetli bir yerdi. Toplu suç olarak telâkki ettiklerinden, bizleri tek tek, ayrı tutmak istiyorlardı. Çünkü ifade birliği yapılmasını istemiyorlardı. Dışarıyla bağ tamamen kesikti.

Bizim cesaretimiz, inandığımız hak davadan kaynaklanıyordu. Biz zulme maruz kalarak oraya girmiştik. Ne olacaktı yani? Nezaretten daha kötü ne olabilirdi? Daha onun altı yoktu ki, onun altına atsındı seni. Çok olsa hücreye atacaktı.

Bu münakaşalardan sonra bizim isteklerimizi kabul ettiler. Polislerle biraz da ahbap olunca biri çaydanlık, biri elektrik ocağı getirdi. Kıştı, Kasım ayıydı; kar yağıyordu. O şartlarda beton üstünde yatıyorduk. Battaniye ne işe yarayacaktı?

Onun için nezaret gerek anormal şartları, gerekse kötü muamele, işkenceye maruz kalınan yer olduğu için bütün suçlular nezaret meselesinden ürkerler. Orada fazla kalmak istemezler. Polisin eline gitmektense, direkt savcılığa gitmeyi, orada teslim olup, oradan hapishaneye gitmeyi tercih ederler. Tabiî polisler bizim durumumuzu bildikleri için şunu söylemeden edememişlerdi:

“Bize hükümetten, başbakandan, hatta içişleri bakanından olsun bir telefon gelse biz sizi rahatlatsak” şeklinde arzularını dile getirmişlerdi.

İçişleri bakanı Abdülkadir Aksu idi. Az da olsa, derslere gelen, Risale-i Nurları tanıyan bir insandı. Başbakan da yine sağ cephenin adamı Turgut Özal’dı. Hiçbirinin, hiçbir şekilde hiçbir yardımı olmadı.

Yeri gelmişken şunu da aktarayım:

Ben Birinci Şubeye ilk girince, nezarete inmeden önce, Başkomiser şunu teklif etti:

“Burada Halil İbrahim Çelik, Şanlıurfa belediye başkanı, o da burada özel odada yattı. Seni ayıralım. Halil İbrahim’in özel odasına götürelim, orada kalın.” Ben de kendilerine dedim ki:

“Hayır, ya hepimiz için bir yer varsa, yer verin. Bu imkânınız yoksa ben arkadaşlarımdan ayrılıp oraya gitmem. Onlar sıkıntı içinde, ben rahat içinde; bu olmaz. Yeriniz yoksa beni de onlarla beraber aşağıya alın” dedim.

“Mümkün değil hepinizi birden almamız.”

Ben de arkadaşlarımla birlikte nezarethaneye indim. Aslında benim inmem de gerekiyordu. Bu tip meselelerin üzerine cesaret-i medeniye ile gidip, hakkınızı müdafaa noktasında kötü muamelelere karşı direnme bakımından o münakaşalar yapılmasaydı, ciddî sıkıntılar olacaktı.

Üç sorgulama odası vardı. İki tanesini bize tahsis etmişlerdi. Bir tanesinde oturuyor, kitap ve Kur’ân okuyor, sohbet ediyorduk; diğerinde yatıyorduk. Nezarethanenin salonu gibi bir yer vardı.  Orada da volta atıyorduk.  Bunlar nezarethane şartlarında çok büyük imkândı. Nitekim arkadaşlar sonradan da bunun faydasını gördüler.

Aradan bir müddet geçti. Polisler, “Bizi burada müşkül duruma sokuyorsunuz. Burada dolaylı yollardan size özel muamele yapıyoruz diye DGM başsavcısına şikâyet ediyorlar. Bizi de sıkıntıya sokacaksınız” diye şikâyet ediyorlardı. Biz yine aldırış etmiyorduk. Bu arada Başsavcı teftişe gelecek diye haber geldi. Şikâyet varmış.

Başladılar, “Biz sizi burada tutamayız. Mecburen hücreye koyacağız” demeye. Tabiî bu haber bütün arkadaşlarda, haklı olarak menfi tesir, şok meydana getirdi. Hücreler, tuvaletin girişinde, karşı karşıya. Dolayısıyla herkesin birden morali bozuldu, canı sıkıldı.

Tabiî yine başta ben olmak üzere, gürültü çıkardık.

“Ben girmem, girmeyiz” dedim. Neticede polis. Burada komiserin bile yetkisi kâfi gelmiyor.

“Beni Birinci Şube müdürünüzle görüştürün” dedim. Kulağıma onun biraz sağ cephenin adamı olduğu gelmişti. Israr edince, polisler, “Bunlar bizim yetkimizi aşar.  Sizi buraya koymak mecburiyetindeyiz, ama müdür bir değişiklik yaparsa  onu bilemeyiz”  dediler. O zaman, “Ya bizi oraya çıkarın, ya onu buraya getirin” dedim.

Neyse bu anlayışı gösterdiler.

Başkomisere, “Siz bizim buraya niçin geldiğimizi biliyorsunuz. Biz buraya mevlid okutmaktan geldik. Bu bir suç değildir. Bir zulme maruz kalarak geldik. Dolayısıyla bugüne kadar öyle veya böyle anlayış gösterdiniz. Sağ olun, teşekkür ederiz, ama niye şimdi daha büyük sıkıntılara maruz bırakıyorsunuz? Niçin hücreye koyuyorsunuz? Biz hücrelik insan mıyız? Oranın şartları anormal. Böyle bir mesele olur mu?”

“Ama beyefendi biz ne yapalım? Bu tür şeyler toplu harekettir. Aslında toplu suçlarda herkes ayrı hücrelere konur. Biz sizi bugüne kadar idare ettik; ama başsavcıya mesele intikal etti; size özel muamele yapıldığı manasıyla. Teftişe geleceğini söylediler. Siz de bizi düşünün.”

“Tamam, düşünelim; ama siz de bizi düşünün. Bunun başka yolu mu yok?”

“Ne olabilir?”

“Gelin bir anlaşma yapalım. Bugüne kadar gösterdiğiniz bu anlayışı bundan sonra da devam ettirin. Yani herkes hücresini tespit etsin. Temizleyelim. Bazı eşyalarımızı oraya koyalım. Gelecekse bugün gelecek bu. Hücrelere düzen verelim. Biz yine dışarıda duralım. Uygun bir yere nöbetçi arkadaş koyalım, bizim hatırımız için yapamayacak mısınız? Çünkü bunlar dışarıdan gelirken zaten karakola girişi var, oradan aşağıya inişi var. Bunlar zaman alır.  Bir arkadaş burada beklesin. Başsavcı veya yardımcısı tetkike gelince hemen insin,

‘Geliyor’ desin. Biz de hücreye girelim, oturalım. Bizi hücrede görsünler. Bu yeterli olmaz mı?”

Bu teklifim müdürün kafasına yattı. Başkomiser de yanındaydı. Birbirlerinin yüzlerine baktılar: “Olabilir,  yine müsamaha gösterelim, ama dikkatli olalım” dediler.

“Savcı gelince arkadaşlar hücrelerine girsinler” dedi. Biz de teşekkür ettik. Tabiî o da büyük bir nimetti.

Durumu arkadaşlara anlattım: “Hay Allah razı olsun” dediler ve çok rahatladılar.

Okunma Sayısı: 13660
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı