Muhammed Emin Yıldırım: Üstadın hiçbir zaman siyasetin gölgesine girmediğini, iman davetini siyaset çarklarına ezdirmediğini görüyoruz, Ki her kesime o hakikatler ulaşabilsin.
1. Bölümü okumak için tıklayınız: Umut Kâşifi Bediüzzaman
—Dünden Devam—
Peki, ‘Milletin imanını selamette görürsem, Cehennem’in alevleri içinde yanmaya razıyım.’ diyor ya Üstad. Burayı nasıl anlamalıyız?
İsar… Yaşatmak için yaşamak… Üstad, himmetin büyüklüğünü ortaya koymak için söylüyor. Davanın ne kadar önemli olduğunu ve bu milletin imanla buluşma meselesinin ne kadar ehemmiyet arz ettiğini ifade için kullanıyor.
Risale-i Nur’da imanla alâkalı tüm sorulara cevap var mıdır? Ne tür eserlerdir?
Risale-i Nur iman hakikatleridir. Biz Kur’an’ın 3 ana konu olduğunu biliyoruz: Tevhid, Nübüvvet, Haşir. Hepsi, tamamen Risale-i Nur’da karşılık buluyor. Eserlerde, bir Müslümanın inanmakla mükellef olduğu imanî meselelerin hemen hepsinin izahlarını bulmak mümkün.
Çok soru var ama… ‘Şeytanın ve siyasetin şerrinden Allah’a sığınırım.’ diyor Üstad. Bu ilkeyi nasıl anlamalıyız?
Beşerî ve Nebevî olmak üzere 2 siyaset vardır. Nebevî siyaset, insanın inancı doğrultusunda hayatını tanzim etmesidir. Beşerî siyaset dünyevî iktidarı, Nebevî siyaset uhrevî saadeti hedefler. Bir alimin Nebevî siyasetten uzak kalması mümkün değil. Üstadda bunu görüyoruz. Politika ise bir zümreyi tutar, yapılan daveti sınırlar. Geri kalanları da o fikre düşman eder.
Üstadın hiçbir zaman siyasetin gölgesine girmediğini, iman davetini siyaset çarklarına ezdirmediğini görüyoruz. Ki her kesime o hakikatler ulaşabilsin.
Tarihte de ilmin izzetini muhafaza eden âlimlerin hep mesafeyi koruduğunu görüyoruz, değil mi?
Sultanların sofrasında dolaşan bir âlim, Nebevî bir vâris olamaz. Mülk sahiplerinin önünde boyun büken bir âlim, güç sahiplerinin yaptıkları yanlışlara ‘eyvallah’ diyen bir âlim; Nebevî bir vâris olamaz.
Hediyeleşmenin sünnet olduğunu bilmiyor mu Üstad? İlmin izzeti için bu kadar hassasiyet göstermesini de ayrıca anlamak gerek.
Tüm dünyası bir bohça… Böyle birisi nasıl satın alınır? İşte böyle olursa düşmanlar dahi faziletinizi ikrar eder.
Z kuşağının en büyük sorunlarından biri iman meselesi olduğunu biliyoruz. Peki, haberdarlar mı Üstaddan? Nasıl bakıyorlar Risale-i Nur’a?
İman kuşağı diyorum ben o Z kuşağına… Gençlerden de özür diliyorum, biz onlara anlatamamışız. Çağımızın sıkıntıları, sosyal medya, farklı meşguliyetler… Bunları görüyoruz ama nasıl ki Üstad yaşadığı dönemde hiçbir bahane kullanmadı, bizim de yapmamız gereken bu. Değerlerimizi gençlerin anlayabilecekleri şekilde dünyalarına taşımak lazım. Zihin teri dökmek lazım. Bu eserler çağın hastalıklarına ilaç oluyorsa, hasta sineleri ilaca kavuşturmak gerek.
‘En yüksek gür sada İslam’ın sadası olacaktır’ vecizesi mümkün görünüyor mu?
Her türlü olumsuzluğa rağmen, evet görünüyor. Müslüman coğrafyalara bakıyoruz moralimiz bozuluyor, halimiz ortada. Ama bakın batıya, her yıl ne kadar insan İslam’la tanışıyor. Bugün İslam insanlarla buluşmuyorsa bizde bir sorun vardır. Caddeyi, sokağı, üniversiteyi gördüğümüzde canımız sıkılıyor ama gür sadanın toplumun her kesiminde yankı bulduğunu görüyoruz. Allah, nurunu tamamlayacaktır. Biz, nasıl gayret edebileceğimizi düşünmeliyiz.
Bir sorumuz da Üstadın sözleri ile alakalı…
Birçok kitabı okuduğumuzda önemli gördüğümüz yerlerin altını çizeriz. Üstadda altı çizilmeyecek bir söz yok, her sözü bir vecize gibidir. Herkes de anlaşılmama önyargısını birkaç cümle ile kırabilir.
Bizim alanımız Siyer ve Sahabe ya… Bu nazarla Risalelere bakıldığında Hz. Peygamber’e (asm) farklı bir muhabbet görüyorsunuz, Mu’cizat-ı Ahmediye (asm) bu alanda bambaşkadır zaten…
Üstad ve eserleriyle ne zaman tanıştınız?
Erzurum, Horasanlıyım; biliyorsunuz. Kırkıncı Hoca merhumun, minaresi teneke olduğu için Tenekeli Camii dediğimiz camiinin yanında bir medresesi, dershanesi vardı. Babam, oraya gidiyordu. Zaten babam Üstadı görmüş, elini öpmüş Gençlik Rehberi mahkemesinde. İşte ben de 7-8 yaşlarında, orada, Risale sohbetlerini dinlediğimi hatırlıyorum. Sonra da hiç kopmadık hamdolsun.
Kısa Sorular
Risale-i Nur Külliyatı’na tefsir diyebilir miyiz?
Risale-i Nur, sadece tefsir değildir. Tefsiri de içine alan câmi bir eserdir. Sadece tefsir demek manasını daraltmak olur. Fatiha’dan Nas’a doğru gitmez, bildiğimiz manada bir tefsirden ziyade ‘İman Hakikatleri’ olarak isimlendirebiliriz.
Risale-i Nur eserlerini anlamakta neden güçlük çekiyoruz?
Kaybettik dilimizi ne yazık ki… Halen de kaybetmeye devam ediyoruz. Ama çok rahat bir şekilde bilen biri rehberiyetinde veya sözlüklerle -kaldı ki birçok eserde lügat mevcut- anlaşılabilir.
İlk kez okuyacak kardeşlerimize de, tecrübe ile sabit olarak, Tarihçe-i Hayat’ı tavsiye ediyorum. Biraz kalındır ama gözleri korkmasın. Hem de literatüre aşina olmuş olurlar.
Üstadın davet metodolojisi neye dayanıyor?
Sahabe mesleğine dayanıyor. Peygamberimizin (asm) dediği şekilde gönüllere hitap edecek tarzda İslam’ın mesajlarının insanlara ulaşmasını hedefliyor. Üstad bunu formüle ediyor: Müsbet hareket.
Asla şiddete kapı açmadan, gönülleri eksene koyarak bir iman hareketi; manevi bir cihad. Topraklara girmeden gönülleri fethetmek… Bu da Peygamberimizin (asm) bize öğrettiği sistemdir.
Üstad hayatta olsaydı, ilk hangi meseleye eğilirdi?
Aynı şeyi yapardı bence. İman meselesini ele alırdı yine. Dert bu, mesele bu, hastalık bu…
Bediüzzaman hangi eserlerden etkilenmiş, ilham almıştır?
En temel bütün İslam kaynaklarından istifade etmiş, görüyoruz. Yıllar alabilecek bir medrese tahsilini çok kısa bir sürede tamamladığını biliyoruz. Van’da Tahir Paşa kütüphanesinde okuduğu kitapların sayısı yok.
Üstad hayatta olsaydı kendisine ne sormak isterdiniz?
Aah, ah! derim… Aziz Üstad ‘Ben acele ettim kışta geldim, siz Cennet-âsâ bir baharda geleceksiniz.’ diyorsunuz. Ne zaman bizim baharımız, diye sorardım.
Üstadın Siyer ve Sahabe anlayışı nasıldı?
Üstad, Sohbet-i Risalet’inçok önemli kazanımları olduğunu söylüyor ve 3 kavram kullanıyor. İnsibağ-İn’ikas-İncizap… Sahabenin bunları elde ettiğini söylüyor. İnsibağ: Allah Resulü (asm) boyadı onları, Kur’an’ın elmas kılıcıyla. İn’ikas: Her birine ondan (asm) bir iz düştü. İncizap: Farklı bir atmosfer, farklı bir hava…
Son Söz: Alimlerimizin her birisi bizim karanlık dünyamızı aydınlatan kandillerdir. Onlar Sirac-ı Münir olan Peygamberimizin (asm) talebeleridir. Her birinin nasibi aynı olmaz, hepsi farklı yönleriyle Peygamberimizden (asm) istifade etmişlerdir. Ama bu çağda Üstadın o Sirac-ı Münir’den çok farklı bir biçimde istifade ettiğine şahidiz, eğer şahitliğimizin bir kıymeti varsa… Biz de talebe olmaya çalışıyoruz. Allah bizi büyüklerin yolundan ayırmasın…
* Sohbeti yayına hazırlayanlar: Ekrem Donbaloğlu, Seyda Balpetek, İbrahim Yasir Teğiş
SON