Mehmet Kutlular’ın hikâyesi, savruluşların, kayboluşların, kaypaklığın hüküm sürdüğü bir dünyada hakperestliğin, hakkı temsil eden dik duruşun, imanlı söyleyişin, Müslümanca hallerin adıdır.
Dizi Yazısı- 2- Ahmet Dursun
***
Mehmet Kutlular, Yeni Asya ismi etrafında bütünleşmiş bir cemaatin de belli vasıflar çerçevesinde temayüz eden bir ismiydi. Meşverete sahip çıkma, hakkaniyet, adaletli olma, emaneti koruma, sadâkat, cesaret, delikanlılık; yıldırma, tehdit, baskı vb. durumlarda inandığı dâvânın gereklerine her şart ve zeminde sadâkatle sahip çıkma… onun öne çıkan hasletlerinden bazılarıydı.
Kendi benliğinden, şahsî kemalat ya da dünyevî beklenti ve arzularından mensubu olduğu cemaatin menfaatleri, sahip çıktığı dâvâsının istikbali uğruna vazgeçmek, yardan anadan serden geçmek şeklinde klişeleşen dâvâ adamlığı sözünü hayatının her safhasında yaşayarak göstermek…
Bediüzzaman Said Nursî’nin “kâinata değişmem” dediği talebesi Zübeyir Gündüzalp’in rahle- tedrisinden geçmiş biri olarak bir dâvânın ayakta kalması için gereken liyakat, meşveret, tedbir, doğruluk, ihlâs ve sadâkat gibi temel özellikleri hayatının merkezine koymak…
İnandığı gibi yaşamak, inandığı yolda her şeyden vazgeçmek,
Her şeyden herkesten daha öncelediği, hayatını her şeyiyle vakfettiği bir dâvâ şuuruna sahip olmak… Şahsına yapılan her türlü hakaret, saldırıya ehemmiyet vermeden sadece dâvâsının geleceğini düşünen, mensubu olduğu cemaatin menfaatlerini önceleyen bir şuurla hareket etmek...
Asrın varisi Bediüzzaman Said Nursî’nin, yalnızca Türkiye’nin değil, İslâm âleminin kurtuluş reçeteleri olarak sunduğu hürriyet-i şeriye, meşveret-i meşrûa, adalet-i mahza, muhabbet ve uhuvvet gibi Kur’ânî temelleri gazete lisanıyla her şartta haykırabilme arzusu ve bunu gerçekleştirme cesaret ve azmi Mehmet Kutlular’da açıkça görülen liyakat ve karakter özellikleriydi.
Mesela öyle bir cesaret ki…
Henüz 22 yaşında tanıştığı 1960 ihtilâlinin tehlikeli ve karışık döneminde demokrat duruşundan ötürü kendisini tehdit edenlere karşı “Erkek adam varsa, çıksın karşıma, işte buradayım!” diklenişi, daha sonraki yıllarda Yeni Asya’nın haksızlık ve hukuksuzluk karşısında hiç susmayacak tavrının işaret fişeği gibidir.
Bu cesaret daha sonra sarsılmaz imanı ile ziyadeleşecek, ihtilâl dönemlerinde her türlü tehdide boyun eğmeyen bir dâvâ gazetesinin bariz özelliği haline gelecektir.
İşte Mehmet Kutlular hikâyesi…
Ruhunu kemiren arayışları esnasında rüyasına giren Üstadı’nın “Kardeşim, sen Risale-i Nur’u oku, korkma konuş!” tavsiyesine ömrünce uyacak bir şehinşahın hikâyesidir…
Mehmet Kutlular’ın hikâyesi vicdandan Hakk’a yolcuğun adıdır. Savruluşların, satışların, satılışların, kayboluşların, kaypaklığın hüküm sürdüğü bir dünyada hakperestliğin, hakkı temsil eden dik duruşun, imanlı söyleyişin, Müslümanca hallerin adıdır.
Mehmet Kutlular, hakkı çiğneyenlere, insaf ve vicdana sığmayacak pespayeliklere alkış tutanlara merdane uyarılarda bulunan; tehditler, yasaklar, hapisler, tedhişlerle sesini kısmak isteyenlere ‘zalimler için yaşasın Cehennem!’ diye haykıran Üstadı gibi hiç susmayan hakkın sesiydi.
Mehmet Kutlular… 12 Eylül darbesi sonrasında Kemalizm’le dindarları barıştırmak isteyen menhus ve karanlık projeleri Risale-i Nur projektörüyle fark eden, kirli oyunları Kur’ân’ın emrettiği meşveretten aldığı güçle bozan, istibdat ve tahakküm karşısında izzet-i İslâmiyeyi muhafaza eden mümtaz bir şahsiyetti.
Mehmet Kutlular, “adalet, meşveret ve kanunda inhisar-ı kuvvet”e dayanan bir cumhuriyeti; din ve vicdan hürriyetini güvence altına alan, faziletle ve ahlâk prensipleriyle süslenmiş bir ahrarlık anlayışına dayanan Demokratlığı savunan Üstadımızın dâvâsını, bu dâvâyı seslendiren Zübeyir Gündüzalp çizgisini Yeni Asya bayrağı altında muhkemleştiren isimdi.
En nihayetinde Mehmet Kutlular, mukaddes dâvâsı uğrunda şahsını, şahsiyetini, canını, canından bir parçayı, evlâdını feda eden bir dâvâ adamıydı. İlâ-yı kelimetullah dâvâsı için ruhundaki acılara aldırmayan, yalnızca dâvâsının selâmetini düşünen bir adam…
Hukukun askıya alındığı, demokratik siyaset imkânlarının alabildiğince yok edildiği, toplumun her kesimin korkutulduğu, bürokrasinin sindirildiği, zulmün başına adalet tacını geçirerek hükmettiği 12 Eylül’ün dehşetli günlerinde başında bulunduğu gazeteyi yalnızca hakkın emrine veren, hakkı seslendirmeyi, mazlûmların sesi olmayı varlık sebebi olarak addeden bir yürek… İhtilâli eleştiren, ihtilâlin hukuk dışı uygulamalarını cesur manşetleriyle duyuran Yeni Asya’nın tavrı karşısında ‘ihtilâl komitesi’ “kimden cesaret alıyorsunuz da bunları yapıyorsunuz?” diye hayretle sormaktan kendini alamıyordu. Hayatı üç günlük dünyanın üç kuruşluk menfaatine indirgeyenler bu cesaretin imandan kaynaklandığını, bu cesaret ve hakperestliğin idamla yargılandığı esnada bile şehamet-i imaniyesinden kaynaklanan bir cesaretle Rus Kumandanına, Divan-ı Harbi Örfi komutanına karşı duran Üstadı Bediüzzaman Said Nursî’den miras kaldığını hiçbir zaman anlayamayacaklardı.
Bediüzzaman Said Nursî idamla yargılandığı Divan-ı Harp’te “Sen de şeriat istemişsin?” diyerek kendisini korkutmaya çalışan, az sonra idam edileceğini ima eden mahkeme reisine “Şeriatın bir hakikatine bin ruhum olsa feda olsun” diyerek cevap veriyor, yapılan hukuksuzlukları dile getirdikten sonra “Bir masumu idam etmek mi, yoksa on caniyi affetmek mi iyidir?” diye sorarak hakikî adalet dersini haykırıyordu. Hakkın, adaletin sesi olmak… Bu Mehmet Kutlular’ın mensubu olmakla iftihar ettiği Nurculuğun Bediüzzaman Said Nursî’den miras kalan en temel özelliği değil miydi?
Nurculuk Davası…
Nurculuk… Milletin selâmeti uğruna Allah rızası için kendinden geçenlerin oluşturduğu, alevleri göklere ulaşan yangınlarda tutuşan imanları kurtarmak için gözünü kırpmadan yangına dalanların serencamı… Dinsizlik üzerinden tarif ettiği laiklik ve ötekileştirici, tektipleştirici bir ulus devlet anlayışıyla devleti ele geçiren, siyaseti dinsizliğe alet eden, demokratikleşmenin önünü kesen ideolojik yapıların her zaman hücumuna maruz kalan mazlûm bir dâvânın adı…
“Cemiyetin selâmeti uğruna bir Said değil bin Said feda olsun” diyen Said Nursî’nin ismine yaslanan, bütün mefkûresini asrın tefsiri Risale-i Nurlar’la şekillendiren, vicdandan devlete, devletten cihana uzanan yolları iman, ahlâk, adalet, hürriyet ve barış ile süslemeyi şiar edinen bir dâvâ… Gücü, menfaati, enaniyeti, nefisperestliği hayatın merkezine koyanların dünyasında elbette böyle bir dâvâyı sahiplenmek, pozitivist ve materyalist yaklaşımları yerle bir eden, kuvvete dayalı düzenleri zirüzeber eden bir dâvânın bir neferi olmak ağır bedeller ödemeyi gerektirecektir.
Mehmet Kutlular, bu hikâyede bu ağır bedeli en çok ödeyen isimlerin başında gelmektedir. Ne var ki o, sımsıkı yapıştığı dâvâsının idrakiyle bu bedelleri dünden ödemeye hazır bir kahramandır. Kur’ân’ın bu asırdaki dellâlı, hizmetkârı, sesi, müfessiri Bediüzzaman’ın gaye-i hayali olan Kur’ânî ve Nebevî değerleri çağımızda yaşatma idealinin yapı taşlarını yaslandığı şahs-ı manevî ile birlikte adım adım döşeyen kartal bakışlı bir gariptir…
“Tevekkeltü Alellah” diyerek yola düşenlerin dünyasında korkuya yer yoktur. Kaybetme duygusu, kaybetme korkusu yalnızca İslâm’ın hakikatleri ile ilgilidir. Yeter ki İman ve Kur’ân hakikatleri zarar görmesin… bizim şahsımızın, başımıza gelenlerin hiçbir ehemmiyeti yoktur.
Bu Üstad Bediüzzaman Said Nursî’nin yoludur. Mehdi-i Âli Resul vazifesiyle tavzif edilmiş, asrın değil asırların adamının etrafındaki hizmet erleri... Korkutulmuş, sindirilmiş, kimliğini kaybetmiş, kaybettirilmiş bir cemiyette kaybolmuş ruhlarını tekrar bulduracak bir cesareti, mukaddesatı uğrunda her şeyini ortaya koyacak fedakârlık derslerini Üstadları Bediüzzaman Said Nursî’den almışlar ve herkese ders olarak vermektedirler.
İmanını yitirmiş nesilleri, Kur’ânî değerleri unutmuş bir cemiyeti Yaratıcısıyla yeniden tanıştıracak, İslâm coğrafyasının makus talihini yenecek, tek adamlığın, tek particiliğin sultasından, zillet ve sefahatin hegemonyasından bütün İslâm dünyasını kurtaracak fikirleri haykıracak yeni bir sese ihtiyaç vardır. Bu ses, Bediüzzaman Said Nursî’nin hayallerinden biridir de… İman hakikatlerini matbuat lisanıyla neşretmek…
DEVAM EDECEK