27 Mayıs 1960 darbesine giden çalkantılı süreçte Said Nursî, Ankara’ya giderek Adnan Menderes ve Demokratları bizzat uyarmak ve bazı tavsiyelerde bulunmak istemiş, fakat şartlar buna elvermemişti.
Yarbay Faruk Güventürk’ün etrafında toplanan dokuz subaydan müteşekkil grup, Mısır’da yapılana benzer bir darbe ile iktidarı ele geçirmek için harekete geçmeye hazırlanırken, Samet Kuşçu isimli binbaşının ihbarı üzerine, 26 Aralık 1957 tarihinde Güventürk ve dokuz subay tutuklanınca darbe teşebbüsü başarılı olamadı.
Hadiseden haberdar olan Cumhurbaşkanı Bayar’ın, cunta heveslilerinin şiddetle cezalandırılmalarını istemesine mukabil, meseleyi İçişleri Bakanı Namık Gedik’e tahkik ettiren Menderes, ortada ciddî bir delilin olmadığını görünce, orduyu tedirgin etmemek için meselenin üzerine gitmedi. Cuntacılar serbest bırakılırken ihbarcı subay mahkûm edildi.
Türkiye bir yandan 9 subay hadisesi ile meşgul olurken diğer yandan 14 Temmuz 1958 tarihinde yapılacak olan CENTO toplantısına hazırlanıyordu. İran Şahı Pehlevî ve Pakistan Devlet Başkanı Eyüp Han Ankara’ya gelmişlerdi. Türkiye, Irak’tan gelecek heyeti beklerken, 13 Temmuz günü Irak’ta kanlı bir darbe oldu. Albay Abdülkerim Kasım iktidarı ele geçirdi.
Haberi alan Adnan Menderes, Irak’a müdahale etmeyi teklif etti ise de diğer üyeler harekete yanaşmadılar. Bunun üzerine Menderes askerî bir hareket düzenleyerek Kral Faysal’ı ve Başbakan Nuri Said Paşa’yı kurtarmak için plân hazırladığı ve bazı askerî birlikler sınıra kaydırıldığı hâlde uluslar arası baskılar yüzünden plân gerçekleşmedi.
Irak’ta yapılan ihtilâlin muharrik unsurunun Amerika ve bazı Avrupa devletleri olduğunu tahmin etmekte pek zorlanmayan Menderes, onların ajanları vasıtasıyla ordunun içindeki bazı unsurları kullanarak aynı oyunları Türkiye üzerinde de oynamaya çalışacaklarının farkındaydı. Dokuz subay hadisesi de bunu gösteriyordu.
O hareketin başarıya ulaşamaması, buna mümasil başka darbe teşebbüslerinin olmayacağı mânâsına gelmezdi. Her gruplaşmayı ve hareketi darbe teşebbüsü sayıp üzerlerine gitmenin orduyu yıpratacağını düşündüğü için yaşanan siyasî, içtimaî sıkıntıları, bazı çevrelerin askeri tahrik etme çabalarını ve ihtilâl söylentilerini daha fazla çalışarak telâfi etme cihetine gitti.
(...)
Türkiye’deki işleri yoluna koyduktan ve İstanbul’a gidip imar çalışmalarını yerinde gördükten sonra 15 Nisan 1959 tarihinde deniz yolu ile İspanya’ya giden Menderes, Madrit’te İspanya Kralı ve diğer devlet yetkilileri tarafından ilgiyle karşılandı. İki ülke arasında dostluk köprüsü kuruldu, iktisadî, ticarî, kültürel antlaşmalar imzalandı.
Dış devletlerle olan münasebetlerde yaşanan böyle başarılı hamlelere nisbet, iç siyaset oldukça sert, cemiyet karışıktı. Muhalefete destek veren gazeteler ve dergiler tenkit hududunu aşan, ithama, iftiraya, hakarete varan haberler yapıyor, yazılar yazıyorlardı.
Halk Partisi’nin yayın organı olan Ulus gazetesi, 25 Nisan 1959 tarihinde başbakana hakaretten, daha sonra da İsmet İnönü’nün damadı Metin Toker’in çıkardığı Akis dergisi, İran Şahı Rıza Pehlevî’ye hakaretten birer ay kapatıldı. Yalan ve maksatlı haber yapan başka gazete ve dergilere de değişik cezalar verildi. (...)
İNÖNÜ’NÜN BEDİÜZZAMAN YALANI
İnönü’nün konuşmalarında Menderes’i itham ettiği hususlardan biri de Said Nursî’ye araba tahsis edip il il dolaştırdığı iddiası idi. Millî Şefliği zamanında Bediüzzaman’ı Emirdağ’a sürgün ettiği için onun talebelerinden gelen dâvet üzerine kiraladığı araba ile Eskişehir’e, Isparta’ya gitmesini hazmedememiş ve mezkûr iddiayı diline dolamıştı.
“Beni altı vilayetten dâvet etmeleri üzerine, giderken önümüze gelen ve Risâle-i Nur’un ve mesleğinin hakikatini anlayan dost memurlar, Emirdağ’ında istirahat etmemi ve şimdilik Emirdağ’ında kalmamı hükümetin rica ettiğini bildirdiler. Isparta’nın havası bir parça hastalığıma yarıyor. Hükümetin müsaadeleriyle bir ay Emirdağ’ında, bir ay da kiraladığım Isparta’daki evimde bulunmak arzu ediyorum.” (Emirdağ Lâhikası, s. 868.)
Risâle-i Nur Külliyatı’nda bu şekilde de yer aldığı gibi Said Nursî siyasetçilerin seyahatlerini kast-ı mahsusla istismar etmelerine fırsat vermek istemedi. Yirmi vilayetten dâvet edildiği hâlde, Emirdağ’ın ve Isparta’nın dışında bir yere gitmemeye karar verdi.
Buna rağmen İsmet İnönü, daha pek çok hadise gibi Bediüzzaman’ın seyahatlerini de Menderes’i itham bahanesi yapmaya devam etti. İzmir’den sonra gittiği İstanbul’da da benzer hadiseler yaşanması, Topkapı’da arabasının taşlanması üzerine yurt gezisini tamamlamadan Ankara’ya döndü.
Halk Partisi Uşak ve İstanbul hadiselerini meclise getirdi. Başbakan ve İçişleri Bakanı hakkında mecliste tahkikat açılmasını istedi. Gündeme alınan önerge Demokrat Partililer tarafından reddedilince Halk Partili bazı milletvekilleri Demokratlara saldırdı. Aralarında tekmeli yumruklu arbedeler yaşandı.
AB YOLUNDA İLK ADIM ATILDI
Adnan Menderes bir yandan Halk Partisi’nin ve İsmet İnönü’nün tahrikleri ile uğraşırken diğer yandan, memleket hizmetlerini aksatmamaya gayret etti. 11 Mayıs 1959 tarihinde Avrupa Ekonomik Topluluğu’na girmek için müracaat etti, yaptığı görüşmelerde müsbet gelişmeler sağladı.
Ondan bir süre sonra Ankara’ya gelen Yunanistan başbakanını, dışişleri bakanını, İtalya başbakanını, Ürdün kralını ve Alman heyetini ağırladı. Türkiye’nin ağır sanayi aksamı almasını istemeyen Alman ekonomi bakanı Erhard’ın, Menderes’e tarım ülkesi olarak kaldıkları takdirde daha fazla işçi almayı teklif etmesi üzerine ağır sanayi talebinde ısrar etti ve ekledi.
“Beş yıl bekleyin, biz sizden işçi isteyeceğiz.”
Adnan Menderes’in hedefiydi Alman bakana söylediği bu söz. Ülkede yaptığı yatırımlar ve açılışlar da söylediği hedefin hayal olmadığını gösteriyordu. Zîra o günlerde Mersin Rafinerisi’nin temelini attı, Devlet Su İşleri Müdürü Süleyman Demirel ile barajlardaki su seviyesini konuştu, Hirfanlı, Seyhan Barajları’nı hizmete açtı. Nükleer enerji santralleri kurmak için görüşmeler yaptı.
Bu maksatla Sovyetler Birliği’ne gitmeyi plânladı. Dışişleri Bakanı Zorlu’dan Sovyet devlet adamları ile gerekli irtibatı sağlamasını istedi. Menderes’in teşebbüsünü haber alan Amerika ile ve onun kışkırttığı İran’la restleşmek pahasına Sovyetler Birliği’ne gitmekten vazgeçmedi.
O günlerde İran’a giderek Şah’a, Sovyetler Birliği’ne yapacağı seyahat hususunda bilgi verip Amerika’nın propagandasından ileri gelen endişelerini izale etmek istiyordu. Lâkin İstanbul’da ve Ankara’da yaşanan talebe hadiseleri yüzünden İran’a yapacağı seyahati iptal etmek zorunda kaldı.
Hem İstanbul’daki imar çalışmalarını kontrol etmek, hem de hadiseler hakkında yetkililerden bilgi almak maksadıyla İstanbul’a geldi. Emniyet mensupları ile bazı toplantılar yapıp talimatlar verdikten sonra İstanbul’da talebe olan oğlu Aydın’la buluştu. O gün yıl başıydı ve kandil gecesine rast gelmişti.
“Gel bakalım şu camileri gezelim. İstanbulluların kandilde camilere ne kadar rağbet ettiklerini görelim” dedi Aydın’a.
Birlikte Fatih ve Sultanahmed camilerine gittiler. İki cami de doluydu. Oralarda biraz kaldıktan sonra Eyüp Sultan Camii’ne geçtiler. Menderes çok değer verdiği, imarına öncelik tanıdığı, Mekke’yi ve Medine’yi tedai ettiren bir ziyaret merkezi yapmak istediği Eyüp Sultan’a gelince heyecanlandı.
Mevsim kış, hava bir hayli soğuk olmasına rağmen Eyüp Sultan’ın da diğer camiler gibi cemaatle dolu olduğunu, buz gibi suda abdest alan insanların camide huşû içinde ibadet ettiklerini görünce gün boyu yaşadığı hadiselerin gerginliğini de, gecenin yorgunluğunu da unuttu. Gece geç saatlere kadar orada vakit geçirdiler, insanlarla hemhâl oldular.
Adnan Menderes Ankara’ya döndüğünde, Çankaya’da Cumhurbaşkanı ve Dışişleri Bakanı’nın da aralarında bulunduğu bir heyetle toplandı. Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Cemal Gürsel, kendisinin talimatı üzerine hazırladığı Doğu ve Güneydoğu raporunu takdim etti.
ASKERDEN, KÜRTLER İMHA EDİLMELİ RAPORU
Raporda mezkûr bölgelerde halkın elinde çok miktarda silâh bulunduğu, o silâhları ilerde herhangi bir hadise çıktığı takdirde devlete karşı kullanma ihtimalinin olduğu nazara verilerek Kürtlerin ileri gelenlerinden üç beş bin kişinin imha edilmesinin o muhtemel tehlikeyi ortadan kaldıracağı yazılıydı.
Raporun müzakeresi sırasında Gürsel, Kürtleri imha etme fikrinde ısrar edince, ilk olarak Dışişleri Bakanı Zorlu karşı çıktı. Ardından Menderes söz aldı. “Türkiye’de yaşayan halkımızın silâhla devlete başkaldıracağına inanmıyorum. Halkın silâh taşıması sevgisinden veya kan dâvâsı korkusundandır. Biz yanlış politika uygulamadığımız takdirde birlikte İstiklâl mücadelesi verdiğimiz Doğulu kardeşlerimizden şüphelenmeye kimsenin hakkı yoktur” (Şen, s. 178.) diyerek rapordaki teklifleri reddetti.
Onun zamanında Doğuda ve Güneydoğuda herhangi bir hadise vuku bulmadı. Lâkin ilk defa yaşanan ve bir türlü önüne geçilemeyen talebe hadiseleri yalnız o illeri, üniversiteleri, hükümeti, emniyet mensuplarını değil, bütün milleti tesiri altına aldığı; eğitimi, ekonomisi, içtimaî, siyasî, dinî, insanî değerleri ile bütün memleketin geleceğini tehlikeye soktuğu için memleketini seven herkes kendine göre çare arayışına girdi.
Bazı talebeleri vasıtasıyla memlekette yaşanan içtimaî, siyasî hadiseleri takip eden Bediüzzaman Said Nursî de hükümetin, dolayısıyla da milletin, memleketin geleceğinin tehlikeye girdiğini gördüğünden ‘İslâmiyete ciddî taraftar olan İçişleri Bakanı Namık Gedik’i görmek, İslâm kahramanı Adnan Beye ve Tevfik İleri gibi mühim zatlara bir hakikati söylemek için Ankara’ya gitti.
Ankara’da Beyrut Palas Oteli’nde kalan Bediüzzaman mezkûr zatlardan biri ile görüşmek isteyince, Ankara’da bulunan Dahiliye Vekili Namık Gedik, 21 Aralık 1959 tarihinde otele gelerek kendisini ziyaret etti. Said Nursî vekile Risâle-i Nurlar’ın resmen serbest olmasının sağlanması ve Ayasofya’nın açılması hususundaki fikirlerini söyledi.
Said Nursî’nin söylediklerini dikkatle dinleyen Namık Gedik, meseleyi başvekille görüşeceğini ifade etti. Menderes medar-ı bahs olunca Said Nursî, her sabah üç sefer öpüp başına koyduğu ve ağlayarak okuduğu Hilye-i Saadeti, yani Peygamber Efendimizin (asm) mübarek vasıflarını anlatan manzum eseri Adnan Menderes’e emaneten vermesi için kendisine teslim etti. (Yeni Şafak, 13 Nisan 2015, s. 14.)
Bu hediyeyi alan Menderes sabah namazından önce açıp okumaya başladı. Okudukça duygulandı, duygulandıkça ağladı. Fakat her sabah bu şekilde okuyarak hediyenin hakkını veremeyeceğini ve mânevî ağırlığını kaldıramayacağını hissedince, Hilye-i Saadet’i Bediüzzaman’a iade etmesi için Namık Beye verdi.
Dahiliye Vekili ile görüştükten sonra bir süre söylediği icraatların yapılmasını bekleyen Bediüzzaman, o hususlarda herhangi teşebbüsün olmadığını, ülkedeki iç karışıklıkların daha da arttığını görünce yanına bir iki talebesini de aldı ve bazı devlet yetkilileri ile görüşmek maksadıyla tekrar Ankara’ya hareket etti.
SAİD NURSÎ’DEN DEMOKRATLARA: AYASOFYA’YI AÇIN
“Demokrata ezan-ı Muhammedî gibi çok kuvvet vermek ve Risâle-i Nur’un neşrine müsaadesi gibi çok taraftar olmak ve âlem-i İslâmı hatta bir kısım Hıristiyan devletlerini de memnun etmek için Ayasofya’yı müzahrefattan temizleyip ibadet mahalli yapmaktır.” (Emirdağ Lâhikası, s. 860)
Böyle diyecekti onlardan birini veya hepsini gördüğü zaman. Çünkü memleketin içine düştüğü siyasî girdaptan ancak Cenâb-ı Hakk’ın inayeti ile çıkabileceğini, Allah’ın ihsanına, inayetine mazhar olmanın yolunun da Ayasofya’yı ibadete açıp Fatih’in vakfiyesindeki bedduânın ağırlığından devleti kurtarmaktan ve İslâm âleminin geleceğini aydınlatan Risâle-i Nurlar’ın resmen serbest bırakılmasını sağlamaktan geçtiğini düşünüyordu. Bediüzzaman’ın arabasını Polatlı’da durduran polisler, hükümetin aldığı karar mucibince kendisinin Isparta’dan ve Emirdağı’ndan çıkmaması gerektiğini hatırlattılar. Said Nursî telâşlı idi. Yaklaşan büyük bir felâketi önlemeye çalışıyor gibiydi. Polislerin bu hususta emir aldıklarını, Ankara’ya gitmek istediği takdirde cezalandırılmayı göze alarak engel olmayacaklarını söylediler.
Bediüzzaman polislerin ceza almasını istemediğinden durdu. Ankara’ya doğru dönüp elini uzatarak birkaç sefer aşağı yukarı çevirdi. ‘Eğer ben gitsem burası böyle böyle olur’ diyerek Türkiye’nin karışacağını, hükümetin devrilip tepe takla olacağını işaret etti. “Beni Ankara’dan çevirmelerini kabul ettim, kemal-i ferahla Ankara’dan döndüm” (Emirdağ Lâhikası, s. 868) diyerek Emirdağı’na hareket etti. Menderes o gün Ankara’da değildi. Talebe hadiseleri artık iyice çığırından çıktığı, bazı gazeteler de Mısır veya Kore tarzı bir ihtilâl çığırtkanlığı yaptığı için onlarla meşgul olduğundan Said Nursî’nin ikazlarını öğrenip tedbir almaya fırsat bulamadı.