"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

BEDİÜZZAMAN′IN HZ. PEYGAMBER′E (ASM) KADAR UZANAN SOY AĞACI SEYİD VE ŞERİF OLDUĞUNA DAİR ARŞİV BELGELERİ

22 Aralık 2012, Cumartesi
BEDİÜZZAMAN′IN HZ. PEYGAMBER′E (ASM) KADAR UZANAN SOY AĞACI SEYİD VE ŞERİF OLDUĞUNA DAİR ARŞİV BELGELERİ...
Bediüzzaman′ın baba tarafından şeceresi
 
1- GENEL OLARAK İSLÂM TARİHİNDE SEYYİDLER VE ŞERİFLER
Şunu önemle ifade edelim ki, İslâm’da âl-i beyt, sâdât, ehl-i beyt ve benzeri tabirlerle anılan evlâd-ı Resûle özel bir önem verilmiştir. Bunların zekât almasının yasak olması, devlet hazinesinden belli bir paya istihkakları bulunması sebebiyle, tarih boyunca Müslüman devlet adamlarının seyyidler ve şerifler denilen insanlara özel hürmet ve alâka göstermeleri, bu meseleyi daha da önemli kılmıştır. Şerîf, necib, asil, üstün gibi anlamlara gelmekte olup çoğulu şürefâ veya eşrâftır. Hz. Ali ve Fatıma’nın çocuklarından olan Hz. Hasan’ın soyundan gelenler şerîf, Hz. Hüseyin’in soyundan gelenler ise seyyid olarak anılmışlardır.1 Ancak bu genel değildir. Şunu önemle belirtelim ki, Abbasiler ve Osmanlılar zamanında seyyidlere genel manada şerîf dendiğini ve nikabet’ül-eşrâf ünvanının seyyidlik manasını da kapsadığını belirtmek gerekiyor. Zira bu gruba giren şahsiyetler, askeri hizmetlerden ve bazı vergilerden muaf tutuldukları gibi, kendilerine belli haklar da tahsis ediliyor.2
Osmanlı devletine ait arşiv vesikalarında Hz. Ali evladının unvanları ifade edilirken seyyid, şerîf veya “seyyid-şerîf” unvanları kullanılmıştır. Seyyid-şerîf unvanının bir arada kullanılması seyyid ve şerîf iki aile arasında akrabalık bağı kurulduğuna işaret etmektedir. Nitekim şerîf ve seyyid aileleri birbirlerinden kız alıp verirlerse bu suretle doğan çocuk, seyyid-şerîf unvanını taşımıştır. Bu çerçevede Osmanlı’da kadın evlendiğinde eşinin sosyal statüsü ile anılmakla beraber bu anlayışın aksine olarak seyyid veya şerîf olan kadınların neseb asaletlerine dayanılarak doğan çocuğun da hem annesi hem de babası vasıtasıyla sosyal konumunun belirlendiği görülmektedir.
   
NAKÎBÜ’L-EŞRÂFLIK MÜESSESESİ
Osmanlı Devleti’nde de ilk olarak Sâdât nikâbeti Sultan Yıldırım Bayezid zamanında Mayıs 1400 tarihinde tesis edilmiştir. Evlâd-ı Resul olan bu kıymetli insanlara daha önceleri olduğu gibi Osmanlı Devleti’nde de hürmet gösterilmiştir. Ayrıca onlara âid işleri görmek için vazifeli me’mûrlar ve başlarına da bakan statüsündeki nakîb’ül-eşraf tâyin edilmiştir. Nakîb′ül-eşraf adı verilen bu görevli, Peygamber Efendimizin (asm) torunlarının işlerine bakar, neseblerini kayd ve zapteder, doğumlarını ve vefâtlarını deftere geçirir, onları âdî işlere ve şânlarına uygun olmayan san’atlara girmekten menederdi. Fena hâllere düşmelerine mâni olur, haklarını korurdu.
Seyyid ve şerif oldukları belgelerle ispatlanmış olan bu şahıslara toplum tarafından çok büyük saygı, sevgi ve itibar gösterilmiştir. Aynı zamanda devlet de onları vergi verme ve benzeri bütün kamu yükümlülüklerinden muaf tutmuştur. Kendilerinden önceki Türk ve İslâm devletlerindeki yerleşmiş uygulama gibi, Osmanlı Devleti’nde de seyyidler askerî sınıfdan muaf tutulmuştur.
   
2- HZ. ALİ, ÇOCUKLARI VE BEDİÜZZAMAN’IN HEM ŞERÎF VE HEM DE SEYYİD OLUŞUNA DAİR ŞECERELER
Hz. Ali’nin (ra) ilk hanımı İslâm peygamberi Hz. Muhammed’in (asm) kızı Fatıma’dır. Hz. Ali, Fatıma vefat edene kadar başkasıyla evlenmemiştir. Fatıma’dan 5 çocuğu olmuştur; isimleri şunlardır: Hasan, Hüseyin, Zeyneb el-Kübra, Ümmü Gülsüm (Hz. Ömer ile evlenmiştir)  ve Muhsin. Muhsin, henüz Fatıma’nın karnındayken vefat etmiştir.
   
3- HZ. HASAN VE ŞERÎFLER: BEDİÜZZAMAN’IN BABA TARAFINDAN ŞECERESİ
Hasan bin Ali bin Ebu Talib (d. 624 – ö. 669), Ali bin Ebu Talib ve Fatıma Zehra’nın büyük oğulları ve Hz. Muhammed’in (asm) ilk torunudur. Şia çoğunlukla onu imamlarının ikincisi kabul eder, çok küçük bir fırkaya göre ise ikinci imam Hüseyin bin Ali’dir. Onun, Hz. Peygamber′in Ehl-i Beyt’inden olduğu konusunda herkes hem fikirdir. Babası ile otuz yedi yıl, dedesi ile ise sekiz yıl birlikte bulunmuştur. Hz. Hasan, hicretten elli yıl sonra Safer Ayı’nda, kendisine verilen kuvvetli zehir karşısında ciğerleri parçalanmış ve şehit olmuştur. Onun lakapları arasında Mucteba (zeki, seçilmiş) ve Sıbt-i Ekber en meşhur olanlarıdır.3
Bediüzzaman’a göre Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, gayb-âşinâ nazarıyla görmüş ki: Âl-i Beyti, Âlem-i İslâm içinde bir şecere-i nuraniye hükmüne geçecek. Âlem-i İslâmın bütün tabakatında kemalât-ı insaniye dersinde rehberlik ve mürşidlik vazifesini görecek zâtlar, ekseriyet-i mutlaka ile Âl-i Beytten çıkacak.4
Önemle ifade edelim ki, bizim yaptığımız araştırmalar, Bediüzzaman Hazretlerinin babası tarafından Hz. Hasan neslinden yani şerîf olduğu ve de aynı zamanda Abdülkadir-i Geylânî’nin torunları arasında yer aldığıdır. 5
 
Bediüzzaman′ın baba tarafından şeceresi
 
 
 
DEVAM EDECEK
 
PROF. DR. AHMED AKGÜNDÜZ
Okunma Sayısı: 15106
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı