Kainat Kitabını okumaya, keşfetmeye, ve tefekkür etmeye devam ediyoruz.
Kanada’da bilim insanları, Dünya’dan 63 ışık yılı uzaklıkta konumlandırılan (1 ışık yılı = yaklaşık 10 trilyon kilometre) bir gezegenin, kendisine tayin edilen yörüngesinde ilerleyişinin gerçek zamanlı video kaydını elde etti.
Zerrelerden yıldızlara kadar, hemen her sayfasında tefekkür nazarıyla ibretle bakan gözleri düşünen akılları kendisini okumaya davet eder şekilde sanatla ve hikmetle yaratan Cenab-ı Hakk tarafından tasarlanan kainatın derinliklerinde konumlandırılan gezegenleri fen ilimleri vesilesiyle keşfediyoruz ve Kainatın Sahibi'ni ve kainattaki tasarrufunu tefekkür ediyoruz.
Kanada’daki Toronto Üniversitesi’nde yer alan Dunlap Astronomi ve Astrofizik Enstitüsü’nün yaptığı araştırmada, 2008 yılında keşfedilen ‘Beta Pictoris b’ gezegeninin 6 saniyelik bir video kaydı oluşturuldu.
Şili’deki Gemini Güney Teleskobu'nu kullanan araştırmacılar, görüntüyü oluşturmak için Kasım 2013 – Nisan 2015 tarihleri arasında çekilmiş bir buçuk yıllık dönemin fotoğraflarını kullandı. Kayıt, Güneş Sistemi dışında sanatlı ve hikmetli yaratılışla konumlandırılan yabancı bir gezegenin şimdiye kadar elde edilmiş en net yörünge görüntüsü olarak nitelendiriliyor.
BİR GÜNÜ SADECE 8 SAAT
Çıplak gözle görülebilen Beta Pictoris yıldızı etrafındaki dönüşünü 22 yılda tamamlayan ‘Beta Pictoris b’ gezegeni, Dünya’dan tam 16 kat büyük ve 3 bin kat daha ağır olarak yaratılan bir gaz devi.
Bir günü sadece 8 saat olan ‘Beta Pictois b’ doğrudan gözlemi yapılan ilk dış gezegenlerden bir tanesi olma özelliğini taşıyor. Yıldızına uzaklığı, Dünya - Güneş mesafesinin 8 katı kadar olan ‘Beta Pictoris b’, böylece yıldızına en yakın konumlandırılan doğrudan gözlenen gezegen özelliğine de sahip.
YILDIZININ PARLAKLIĞINA RAĞMEN GÖRÜNTÜLENDİ
Astronomlar, Gemini'nin yanı sıra Kepler Uzay Teleskobu'nun da yardımıyla şu ana kadar 2 bine yakın dış gezegeni ‘yıldızın önünden geçiş’ yöntemiyle keşfetti. Bu yöntemde, yıldızın önünden geçen gezegenin gölgesinden faydalanılıyor ve gezegenin kendisi görülmüyor.
Ancak Toronto Üniversitesi’nin yaptığı bu son araştırmada ‘Beta Pictoris b’ gezegeninin kendisi de gözlemleniyor. Gezegenin, yanındaki yıldıza rağmen 1 milyon kat daha sönük olması, çalışmanın olağanüstü başarılı olduğu anlamına geliyor. Araştırma sonuçları Astrophysical Journal’da yayınlandı.
YARATILIŞ KAVRAMI NASIL ANLAŞILMALIDIR?
Yaratılışın işaret fişekleri: İbda’ ve inşa’
İKİ İŞARET FİŞEĞİ
Bu kavramlar, hilkat mu’cizesinin iki işaret fişeğidir:
1- İhtira ve ibda’
2- İnşa, terkip ve san’at
Bediüzzaman müşahede ettiği hilkat sahifelerini bu iki tür kavramla güncelliyor, gündemimize getiriyor.
1- İHTİRA VE İBDA’ MU’CİZESİ
Bunlardan ilki olan ihtira’ ve ibda, hiçten ve yoktan vücut vermeyi anlatıyor. Cenâb-ı Hak dilerse yarattığı eşyaya hiçten ve yoktan vücud elbisesi giydiriyor. Ve yine dilerse bu vücud elbisesine lâzım olan her şeyi de yine hiçten ve yoktan icat edip eline veriyor.1
İhtira’, daha önce hiç olmayan bir şeyi ilk olarak, yeni ve benzeri olmadan icad etmek demektir. İbda’ kavramı da ihtirayı tanımlıyor. İbda’, bir şeyin âletsiz, edevatsız, araçsız, gereçsiz, maddesiz, zamansız, mekânsız, örneksiz, benzersiz, misilsiz, numunesiz yaratılması demektir ki, Allah’a ait bir tasarrufu ifade ediyor. Risale-i Nur’da hilkat mu’cizesi anlatılırken başvurulan “ibda’, bedi’, ihdâs, ihtirâ, icâd, sun’, halk ve tekvin” kelimeleri birbirini açıklar mahiyette kullanılıyor.
YOKTAN VAROLMAZCILARA REDDİYE
Bu kavramlarla Bediüzzaman, Fransız kimyacısı A. L. de Lavoisier’in 1750’li yıllarda ifade ettiği ve sonradan inançsız felsefenin dört elle sarıldığı, “Hiçbir şey yoktan var olmaz ve var olan hiçbir şey vardan yok olmaz” anlayışını reddetmiştir.
Gerçi Lavoisier bu tesbitini ifade ederken “Allah’tan başka” demiştir. Lavoisier bu edebi göstermiştir. Fakat İnançsız felsefe bunu duymak istememiştir. Tıpkı Bektaşi gibi.
Bektaşi’ye “Namaz kıl” demişler. “Kur’ân ‘La takrebu’s-salah” (Namaza yaklaşmayın) diyor.” Demiş. “Devamını da oku!” demişler. “Ben hafız değilim” demiş.
(Devamında ‘ve entüm sükârâ’ (siz sarhoşken) ifadesi vardır.)
Bediüzzaman diyor ki: “Varı yok etmek ve yoğu var etmek en kolay, en suhuletli, belki daimî, umumî bir kanunudur. Bir baharda, üç yüz bin envâ-ı zîhayat mahlûkatın şekillerini, sıfatlarını, belki zerratlarından başka bütün keyfiyat ve ahvallerini hiçten icad eden bir kudrete karşı ‘Yoğu var edemez’ diyen adam, yok olmalı!”2
Keza Bediüzzaman, yaratılışı “bedi’” kavramı ile anlatıyor:
“Sâni-i Hakîm, âlem-i ekberi öyle bedî bir surette hâlk edip âyât-ı kibriyasını üstünde nakşetmiş ki, kâinatı bir mescid-i kebir şekline döndürmüş. Ve insanı dahi öyle bir tarzda icad edip, ona akıl vererek, onunla o mu’cizât-ı san’atına ve o bedî kudretine karşı secde-i hayret ettirerek, ona âyât-ı kibriyayı okutturup, kemerbeste-i ubudiyet ettirerek, o mescid-i kebirde bir abd-i sâcid fıtratında yaratmıştır. Hiç mümkün müdür ki, şu mescid-i kebirin içindeki sâcidlerin, âbidlerin mâbud-u hakikîleri, o Sâni-i Vâhid-i Ehad’den başkası olabilsin?”3
2- İNŞA VE TERKİP MU’CİZESİ
İkinci hilkat kavramı olan “inşa’, terkip ve san’at” kelimeleri de birbirini açıklıyor. Bu kelimeler, terkip ederek yapma, unsurlarını bir araya getirerek yaratma, eşyayı mevcut varlıklardan toplayarak meydana getirme, dağılan ceset hücrelerini ve çürüyen kemikleri toplayarak yeniden vücut verme4 demektir.
Allah dilerse eşyayı inşa’, terkip ve san’at ile yaratır. Yani yeni mevcudu önceden yarattığı mevcut unsurlardan toplayarak yaratır. Aslında burada Allah yine ilk ve numunesiz yaratış gerçekleştiriyor. Yani yarattığı şeyi mevcut eşyadan toplama–-hâşâ—bir zafiyet değil; bir kudret, hilkat ve san’at gösterimidir.
İnşa’ ve terkibi Bediüzzaman’ın veciz ifadesinden dinleyelim:
“İnşa ve terkip tabir edilen, mevcut olan anâsır ve eşyadan toplamak suretiyle ona vücut vermektir. Eğer cilve-i ferdiyete ve sırr-ı ehadiyete göre olsa, hadsiz derece bir suhulet, belki vücub derecesinde bir kolaylık olur. Eğer ferdiyete verilmezse, hadsiz derece müşkül ve gayr-ı mâkul, belki imtinâ derecesinde bir suûbet olacak. Halbuki, kâinattaki mevcudat, nihayet derecede külfetsiz olarak ve suhuletle ve kolaylıkla, gayet mükemmel bir surette vücuda gelmeleri, cilve-i ferdiyeti bilbedâhe gösteriyor ve herşey doğrudan doğruya Zât-ı Ferd-i Zülcelâl’in san’atı olduğunu ispat ediyor.”5
Keza Bediüzzaman inşa’ın bir sanat izharı olduğunu şöyle ifade ediyor: “Mâlikü’l-Mülk-i Zülcelâl, küçük-büyük, cüz’î-küllî herşeyi birer model hükmünde inşa ederek, yüzler tarzda taze taze nakışlarla münakkaş mensucat-ı san’atını onlara giydirir, cilve-i esmâsını, mu’cizât-ı kudretini izhar eder.”6
Süleyman Kösmene, Yeni Asya Gazetesi İlahiyatçı Yazarı
Dipnotlar:
1- Lem’alar, s. 196., 2- a.g.e., s. 196., 3- Mektubat, s. 227., 4- Sözler, s. 105. 5- Lem’alar, s. 315.
6- Mektubat, s. 227.
GÜNEŞ, CENAB-I HAKKIN EMRİNE MUSAHHAR YARATILMIŞ BİR LAMBADIR
Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur'da hikmetle yaratılan Kainat Kitabını, Kur'an-ı Hakim'in dersiyle okurken ve okuturken Güneş'i, Cenab-ı Hakk'ın Esmaü'l-Hüsnasından Nur ismine kesif bir ayine ve Dünya sarayının kubbesinde büyük bir elektrik lambası gibi tabirlerle tarif etmektedir ve nazarları, eserden sanatkara yönelmek prensibiyle Kadir Hayy ve Kayyum olan Rabbimize çevirmektedir.
İşte Güneş'le ilgili Risale-i Nur'dan bazı bölümler ve tariflemeler;
(...) On Dokuzuncu Sözün âhirinde ispat edildiği gibi, وَالشَّمْسُ تَجْرِى لِمُسْتَقَرٍّ لَهَا 1 deki tecrî kelimesi şöyle bir üslûb-u âliye pencere açar. Şöyle ki: Tecrî lâfzıyla, yani "Güneş döner" tabiriyle, kış ve yaz, gece ve gündüzün deveranındaki muntazam tasarrufât-ı kudret-i İlâhiyeyi ihtarla, Sâniin azametini ifham eder ve o mevsimlerin sahifelerinde kalem-i kudretin yazdığı mektubat-ı Samedâniyeye nazarı çevirir, Hâlık-ı Zülcelâlin hikmetini ilâm eder.
2وَجَعَلَ الشَّمْسَ سِرَاجًا Yani, "lâmba" tabiriyle şöyle bir üslûba pencere açar ki: Şu âlem bir saray; ve içinde olan eşya ise, insana ve zîhayata ihzar edilmiş müzeyyenat ve mat'ûmat ve levazımat olduğunu; ve güneş dahi musahhar bir mumdar olduğunu ihtarla Sâniin haşmetini ve Hâlıkın ihsanını ifham ederek tevhide bir delil gösterir ki, müşriklerin en mühim, en parlak mâbud zannettikleri güneş, musahhar bir lâmba, câmid bir mahlûktur. Demek, sirac tabirinde, Hâlıkın azamet-i rububiyetindeki rahmetini ihtar eder; rahmetin vüs'atindeki ihsanını ifham eder; ve o ifhamda, saltanatının haşmetindeki keremini ihsas eder; ve bu ihsasta, vahdâniyeti ilâm eder ve mânen der ki: "Câmid bir sirâc-ı musahhar, hiçbir cihette ibadete lâyık olamaz."
Hem cereyan-ı tecrî tabirinde gece gündüzün, kış ve yazın dönmelerindeki tasarrufât-ı muntazama-i acibeyi ihtar eder ve o ihtarda, rububiyetinde münferid bir Sâniin azamet-i kudretini ifham eder. Demek, şems ve kamer noktalarından beşerin zihnini gece ve gündüz, kış ve yaz sahifelerine çevirir ve o sahifelerde yazılan hâdisâtın satırlarına nazar-ı dikkati celb eder.
Evet, Kur'ân güneşten güneş için bahsetmiyor. Belki, onu ışıklandıran Zât için bahsediyor. Hem güneşin insana lüzumsuz olan mahiyetinden bahsetmiyor. Belki güneşin vazifesinden bahsediyor ki, san'at-ı Rabbâniyenin intizamına bir zemberek ve hilkat-i Rabbâniyenin nizamına bir merkez, hem Nakkâş-ı Ezelînin gece-gündüz ipleriyle dokuduğu eşyadaki san'at-ı Rabbâniyenin insicamına bir mekik vazifesini yapıyor.'' (25. Söz)
1- "Güneş de kendisine tayin edilmiş bir yere doğru akıp gider." Yâsin Sûresi, 36:38.
2- "Güneşi de bir kandil yaptı." Nuh Sûresi, 71:16.
Güneş, Cenab-ı Hakk'ın Esmaü'l-Hüsnasından Nur ismine kesif bir ayine,
-Sema denizinin yüzünde ziyadar bir kabarcık,
-Dünya sarayının kubbesinde büyük bir elektrik lambası,
-Bahar ve yaz tezgâhında dokunan Rabbanî mensucat için bir mekik, gece-gündüz sahifelerinde yazılan Samedanî mektuplar için bir nur hokkası,
-Nuranî bir ağaç. Gezegenler onun hareketli meyveleri. Ağaçlara muhalif olarak güneş silkinir, ta o meyveler düşmesin. Eğer silkinmezse düşüp dağılacaklar,
-Meczub bir serzakir. Zikir halkasının merkezinde cezbeli bir zikir eder ve ettirir,
-Sema yüzünün gözü,
-Allah'ın emrine temessül eden ve herbir hareketini O'nun meşietine tatbik eden bir çöl paşasıdır.
Güneş'ten Plüton'dan Allah'a ulaştıran bir tefekkür yolculuğuna davetlisiniz
Dünya, NASA'nın, New Horizons uzay aracının 9 buçuk yıl süren yolculuğundan sonra Plüton'un yakınlarında çektiği ilk yüksek çözünürlüklü ve yakın çekim fotoğrafını yayınladığı fotoğrafı konuşuyor.
Ve bütün dünya Plüton'un çekilen yeni fotoğraflarla elde edilen ve yinelenen ''jeolojik aktivite ve dağlar bulunduğu ve Gezegendeki buz dağlarının Kuzey Amerika'daki Rocky Dağları kadar yüksek olduğu'' şeklindeki bilgilere yoğunlaştı.
Fakat çok az kimse -eserden sanatkara geçmek- prensibiyle, muhteşem bir yaratılış, hikmet ve iradeyle Güneş sisteminde konumlandırılan Plüton gezegeninin ve bulunduğu Güneş Sistemi'nin yaratılışındaki harikalara dikkat çekti.
Özetle, günümüz Bilim dünyası 'Allah'tan bahsetmiyor', eserde takılıp kalıyor ve Sanatkara geçemiyor veya geçmek istemiyor. İşte bu noktada Büyük İslam Alimi Bediüzzaman Said Nursi'nin Kainat kitabını okuma ve okutturmak şeklindeki Kuranı ve Peygamberi metodu karşımıza çıkıyor ve imdadımıza yetişiyor.
Bu doğrultuda bizler; Bilim insanlarının, Allah'a ulaştırmayan söylemlerini değil, zerrelerden yıldızlara kadar Cenab-ı Hakkı gösteren bilimsel verilerin kendisini dinliyoruz ve sanatlı ve hikmetli yaratılışı, tefekkür ve hayranlıkla temaşa ediyoruz.
Risale-i Nur'un muhtelif bölümlerinden derlenmiş bir tefeekkür yolculuğunu istifadenize sunuyoruz;
http://www.yeniasya.com.tr/gundem/gunes-ten-pluton-dan-allah-a-ulastiran-bir-tefekkur-yolculuguna-davetlisiniz_347293
Ayet’ül Kübra
Yeni Asya Gazetesi Araştırmacı Yazar M.Latif Salihoğlu Ayet’ül Kübra Risalesi’nin mahiyetini, basım aşamalarını, telifi esnasındaki yaşananları ve insanlar üzerindeki etkileri gibi konuları ele alıyor…
''...Külliyata dahil her bir eserin, kendi sahasında bir riyaseti, bir rüçhaniyeti var. Biri diğerine tercih edilmez. Belki, her bir risâle, mektup, mecmua, müdafaa veya lâhikanın, hasseten hangi derde devâ, hangi sıkıntıya çare, hangi suâle cevap, hangi yaraya merhem teşkil ettiği cihetini ayrıca düşünüp mütalâa etmek lâzım.
Meseleye bu cihetten baktığımızda, Hz. Üstad’ın “sıkıntıların izâlesi için” hususiyetle nazara verdiği ve “duâ makamında” daha bir sıklıkla okuyup okunmasını tavsiye ettiği şu risâlelerin ismine rastlamaktayız: Münâcat ve Katre Risâleleri, 29. Lem’a–i Arabiye ve 7. Şuâ olan Âyetü’l–Kübrâ Risâlesi...''
http://www.euronur.tv/ayetul-kubra/
Haber Merkezi