05 Aralık 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Güncel

 

Çoçuğunu okula göndermeyen Veliye ceza

MİLLÎ Eğitim Bakanlığı (MEB), okula kayıt olmayan çocukların tespit edilmesi ve sorumlular hakkında yasal yaptırım uygulanması talimatı verdi.

MEB’den valiliklere gönderilen yazıda, anayasa ve yasalar gereğince, ‘’her öğrencinin velisinin, vasisinin veya aile başkanının, çocuğunun mecburî ilköğretim kurumuna muntazaman devamını sağlamakla ve özrü yüzünden okula gidemeyen çocuğunun durumunu en geç üç gün içinde okul idaresine bildirmekle yükümlü olduğu’’ hatırlatıldı. Mülki amirlerin, ilköğretim müfettişlerinin ve zabıta teşkilâtının ilköğrenim çağındaki çocukların okula devamlarını sağlamakla; veli, vasi veya aile başkanlarına ve okul idarelerine yardımcı olmakla, bu konuda her türlü tedbiri almakla yükümlü bulundukları belirtilen yazıda, il ve ilçe eğitim müdürlüklerinin okula kayıtsız öğrencileri ikametlerine uygun okullara yönlendirmeleri gerektiği ifade edildi. Okul yönetimlerinin bir ekip oluşturarak kayıtsız çocukların ikametlerini ziyaret edip kayıt yapmaları istenen yazıda, öğrencilerin yaş gruplarına ve seviyelerine uygun sınıflara alınmaları gerektiği kaydedildi. Yetkili ve sorumlu kişiyle kurumlar tarafından, devamsız öğrencilerin okula kazandırılmasına ilişkin her türlü tedbirin alınmasının önemli olduğu belirtilen yazıda, bu konuda sorumlular hakkında yasal yaptırım uygulanması talimatı verildi. Okula gitmeyen çocuklar ve aileleriyle birebir görüşülerek kayıt olmama gerekçelerinin öğrenilmesi istenen yazıda, bu çocukların okula kazandırılması için periyodik çalışmalar yapılması gerektiği belirtildi. Yazıda, okula kayıt edilemeyen çocukların gerekçelerinin belgeye dayandırılması, sağlık durumu öğrenime devam etmesine engel çocukların rapor almalarının sağlanması istendi.

İKNA EKİBİ EĞİTİME KAZANDIRIYOR

KARS Sarıkamış Millî Eğitim Müdürlüğü, oluşturduğu bilgilendirme ve ikna ekibi ile ortaöğretime devam ettirilmeyen kız ve erkek çocuklarının eğitimlerinin devamı için aileleri ikna çalışması başlattı. Sarıkamış Millî Eğitim Müdürü Bülent Dağdelen, Şube Müdürü Yener Kamiloğlu başkanlığında altı kişiden oluşan ikna ekibi kurduklarını iletti. 1 idareci, 3 öğretmen, 1 bayan polis memuru ile 1 bayan subay ve 1 imam-hatibin ekipte bulunduğunu aktaran Dağdelen, mevcut ekip ile ulaşım, barınma ve benzeri sosyal ve ekonomik sebeplerden okula gönderilmeyen özellikle kız çocuklarını eğitime kazandırmayı amaçladıklarını belirtti. Ortaöğretime kaydolmayan çocukları ve ailelerini ikna ederek eğitimlerini sürdürmelerini sağlamaya çalıştıklarını ifade eden Kamiloğlu de, birçok vatandaşın maddi imkânsızlıktan çocuklarını okutamadığını söyledi. Kamiloğlu, kurulan ikna ekibi ile maddî imkânsızlıktan okuyamayan çocukların aileleri ile görüşüp bütün masraflarını üstlenip okumalarını sağladıklarını ifade etti. Sarıkamış’a bağlı 55 köy ve ilçedeki 6 mahalleyi tarayacaklarını belirten Kamiloğlu, “Bugün itibariyle 5 köyümüzde ailelerle görüştük. Yenigazi köyünden 8 kız çocuğumuzun ailesini ikna ederek ortaöğretime devam etmelerini sağladık. İkna ekibimizle çalışmalarımızı sabırla ve inatla sürdüreceğiz.” diye konuştu.

05.12.2010


 

En iyi 2000 üniversite’de 62 üniversitemiz var

ORTA Doğu Teknik Üniversitesi Enformatik Enstitüsü bünyesinde 2009 yılında kurulan URAP Araştırma Laboratuvarı tarafından açıklanan ‘’Dünyanın En İyi 2000 Üniversitesi’’ listesinde, Türkiye’den 62 üniversite bulunuyor.

Harvard Üniversitesinin 1. sırada bulunduğu listede, Hacettepe Üniversitesi 399, İstanbul Üniversitesi 415, Ankara Üniversitesi ise 488. sırada yer alıyor. ODTÜ Kültür ve Kongre Merkezi’nde düzenlenen ‘’Uluslararası Akademik Performansa Göre Sıralama Sempozyumu’’na dünya üniversitelerinin sıralamasını yapan ARWU-Jiao Tong (Çin), Webometrics (İspanya), TIMES (İngiltere) ve Leiden’in (Hollanda) yöneticileri katıldı. Dünyadaki üniversitelerin sıralamalarının amaca daha uygun hale getirilebilmesi ve puanlandırma sistemlerinin bilimselliğinin artırılabilmesi, akademik performansın değerlendirilmesine yönelik uygun ölçütlerin geliştirilmesi amacıyla düzenlenen sempozyumda, ‘’Dünyanın En İyi 2000 Üniversitesi’’ sıralaması da açıklandı. ODTÜ Enformatik Enstitüsü bünyesinde akademik performansa dayalı sıralama sistemleri üzerinde bilimsel çalışmalar yapmak üzere kurulan URAP Laboratuvarı’nda geliştirilen ‘’Dünyanın En İyi 2000 Üniversitesi’’ listesinde Türkiye’den 62 üniversite bulunuyor. Listeye göre, dünyanın en iyi 10 üniversitesi sırası ile şöyle: ‘’Harvard Üniversitesi, Johns Hopkins Üniversitesi, Toronto Üniversitesi, Stanford Üniversitesi, Washington Seattle Üniversitesi, California Berkeley Üniversitesi, California Los Angeles Üniversitesi, Oxford Üniversitesi, Michigan Ann Arbor Üniversitesi ve Tokyo Üniversitesi.’’ Türkiye’deki üniversitelerden Hacettepe Üniversitesi 399., İstanbul Üniversitesi 415., Ankara Üniversitesi 488. Ege Üniversitesi 512. ve ODTÜ 516. sırada yer alıyor.

05.12.2010


 

KPDS bugün yapılıyor

YABANCI dil tazminatı almak isteyen kamu personelinin yabancı dil bilgisi seviyesini belirlemek için düzenlenen Kamu Personeli Yabancı Dil Bilgisi Seviye Tespit Sınavı (KPDS), bugün yapılacak.

Sınav, Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezince (ÖSYM) Adana, Ankara, Antalya, Bursa, Diyarbakır, Erzurum, Eskişehir, İstanbul, İzmir, Konya, Malatya, Samsun, Sivas, Trabzon ve Van ile Lefkoşa’da gerçekleştirilecek. Almanca, Arapça, Bulgarca, Çince, Danimarkaca (Danish Dili), Ermenice, Farsça, Fransızca, Gürcüce, Hollandaca (Dutch Dili), İngilizce, İspanyolca, İtalyanca, Japonca, Korece, Lehçe, Macarca, Portekizce, Rumence, Rusça, Sırpça, Ukraynaca ve Yunanca dillerinde yapılacak sınav 3 saat sürecek. Sınav sonuçları, ÖSYM tarafından internet yoluyla duyurulacak ve adayların bildirdikleri adreslerine postalanacak. ÖSYM tarafından daha önceki sınavlarda alınan güvenlik tedbirleri, bu sınavda da devam edecek.

05.12.2010


 

Kur’ân-ı Kerîm’in indirilişinin 1400. yılı kutlanacak

İZMİR’İN Gaziemir İlçe Müftülüğü, Kur’ân-ı Kerîm’in indirilişinin bin 400. yılını, Kur’ân ziyafetiyle kutlayacak. Gaziemir Müftüsü Mustafa Temel, programa dünyaca ünlü hafızların katılacağını belirtti.

İlçe Müftüsü Temel, “Kur’ân-ı Kerîm ziyafetine Güney Afrikalı Abdurrahman Sadyen’in yanı sıra İsmail Coşar, Adem Kemaneci, İbrahim Eker, Hüsamettin Karadaş gibi birçok hafız çağırıldı.” dedi. Mustafa Temel, programın bugün, Gaziemir Merkez Camii’nde öğle namazından sonra başlayacağını ve herkesin dâvetli olduğunu kaydetti.

05.12.2010


 

Minikler 49 günde okuma ve yazma öğrendi

ANTALYA’NIN Manavgat ilçesi Özel Sema İlköğretim Okulu 1’nci sınıf öğrencisi 49 günde okuma ve yazmaya geçti.

Okul müdürü Adil Özçetin, sınıf öğretmenleri Hüseyin Karabulut ve Mustafa Çelik, okuma ve yazma seviyesine ulaşan öğrencilere diploma verdi. Özçetin, 49 iş gününde öğrencilere okuma ve yazma öğretmenin büyük başarı olduğunu belirtti. Öğrencilere kısa sürede okuma yazma öğretmeyi takım ruhuna borçlu olduklarını belirten Özçetin, böylesine başarıdan ötürü birinci sınıf öğrencileriyle gurur duyduğunu kaydetti.

05.12.2010


 

Toplu taşımada para ödeme devri bitiyor

AKILLI kart sistemine geçilen Antalya’da toplu taşıma araçlarına 5 Aralık tarihinden itibaren para ödeyerek binilemeyecek. Antalya Büyükşehir Belediyesi, toplu taşımada elektronik biletleme sistemini (Halk Kart) devreye soktu.

5 Aralık Pazar gününden itibaren toplu ulaşımda kartlı biniş zorunlu hale getiriliyor. Kartı olmayanlar, kart dolum noktalarında satışa sunulan 2 ve 5 binişlik kâğıt elektronik biletlerle seyahat edebilecek ya da sürücüye dağıtılacak kartları kullanacak. Kâğıt bilet ya da şoför kartlarını kullananlar herhangi bir indirimden faydalanamayacak ve standart 1,75 lira ödeyecek. Sadece şehir içi hatlarda geçerli olacak 2 binişlik kâğıt bilet 3,50 lira, 5 binişlik kâğıt bilet ise 8,75 liradan satılacak. Akıllı kartları okuyan makinenin arızalı olması, eğer sürücü bunu bildirmezse vatandaşları ücretsiz taşımak zorunda kalacak.

05.12.2010


 

5 yıl önce cezaevinden firar eden kişi yakalandı

ŞANLIURFA’DA 5 yıl önce annesini öldürmeye teşebbüs suçundan bulunduğu cezaevinden bir arkadaşıyla firar eden ve daha sonra bir infaz koruma memurunu öldürdüğü iddia edilen kişi yakalandı.

Alınan bilgiye göre, 2005 yılında Adana’da annesini bıçakla yaralayarak, ‘’adam öldürmeye teşebbüs’’ suçundan tutuklanan Medet Evren, cezaevinden bir arkadaşıyla birlikte firar etti. Evren’in birkaç gün sonra da cezaevi baş gardiyanı, 5 çocuk babası 49 yaşındaki Halil Aykut’u, cezaevinin yanındaki otoparkta silâhla öldürdüğü iddia edildi. Cinayetin ardından kaçan Evren’in, birlikte firar ettiği arkadaşı ise güvenlik güçlerince yakalanıp yeniden cezaevine konuldu. Polis ekipleri, 5 yıldır firarî olan Evren’in, önceki gün Hilvan’da ikamet eden ablasının yanına geldiği bilgisine ulaştı. Zanlının bulunduğu adrese operasyon düzenleyen ekipler, cezaevi firarisini yakaladı. Evren, Hilvan İlçe Emniyet Müdürlüğündeki işlemlerinin ardından, Şanlıurfa Asayiş Şube Müdürlüğüne götürüldü. Buradaki sorgusunda baş gardiyan cinayetini kendisinin işlemediğini iddia eden Medet Evren, çıkarıldığı mahkemece tutuklandı.

05.12.2010


 

ASKER DEMOKRASİ İSTEMİYOR

Askerin AB'ye karşı olduğunu belirten gazeteci-yazar Hasan Cemal bunun sebeplerini şöyle sıraladı: "Birinci sınıf demokrasi, askeri bu ülkede sivil otoriteye tabi kılar. Asker, devlet içinde devlet olmaktan çıkar. Çünkü bizde asker devlet içinde devlettir. Daha da ötesi eli silâhlı bir siyasî partidir. Ayrıca AB karşıtlığı, bizde askerin genlerinde vardır."

TEK PARTİ DÖNEMİ HUKUK KATİLİ

“Bu topraklarda ‘demokrasinin ve hukukun katillerini’ daha yeni yeni görüyoruz biz” diyen Cemal "Dersim’deki katilleri görüyoruz, 90’lardaki katilleri görüyoruz. Bu katillerin, nasıl bir mekanizmanın, sistemin ürünü olduklarını tarihimizi öğrendikçe aydınlatacağız. Bütün mesele, katil üreten bu sistemi demokratikleştirmektir!" açıklamasında bulundu.

GAZETECİ-YAZAR HASAN CEMAL: AB karşıtlığı askerin genlerinde var

Askerlerin, sivil iradenin emirlerini dinleyeceği bir döneme girdiğimizi sanıyorduk ama galiba yanılmışız. Hükümet, darbe sanığı generallerin terfilerini, yasanın kendisine verdiği hakkı kullanarak durdurmak istiyor. Ama ordu, o generallerin terfi etmesi için uğraşıyor. Ordu niye bu konuda bu kadar direniyor?

Direniyor... Çünkü bugüne kadar Türkiye’de asker hep başına buyruk davrandı. Kendine laf söyletmedi. Kendini hep halktan yukarıda gördü. Önce darbe anayasalarıyla kendine özel bir hukuk sistemi yarattı ve kırmızıçizgiler çizdi. Sonra bu rejimin içine kırmızıçizgileri uygulayacak bazı kurumlar yerleştirdi. Böylece hem önemli konularda son sözü daima kendisi söyledi hem de kendini, hukukun üstüne oturtarak dokunulmaz kıldı. Bu yüzden de şimdi, üç paşasına el sürdürmek istemiyor. “Bunlar hakkında kararı ben veririm, son sözü ben söylerim” diyor. (...)

Türkiye tam olarak nasıl bir sürece girdi?

Balyoz, Ergenekon gibi davalar bu ülkede askere ilk defa hukuku hatırlattı. Onlara, “hukuk var” dedi. Ve asker, Balyoz davasında üniformalı kişilerin sanık olmalarını engelleyemedi.

Engelleyemeyince ne oldu?

Engelleyemeyince, asker, şimdi bu kez, Balyoz’da sanık oldukları için hükümet tarafından terfi ettirilmeyen üç paşasıyla ilgili direniyor ve onları terfi ettirmeye çalışıyor. Şunu söyleyeyim... Zaten bütün bu Balyoz ve Ergenekon davaları aslında askerin demokrasiyle ve hukuk düzeniyle olan sorununu ortaya koyuyor.

Bu davalar beraatla sonuçlanırsa ne yaşanacak peki? Askerin demokrasiyle ve hukukla bir sorunu olmadığı mı ortaya çıkacak?

"Ben bunu kendi gençliğimde yaşadım. Biz 12 Mart 1971 darbesinden önce cuntasal faaliyetler içindeydik. Darbe yoluyla siyasi partilerin kapısına kilit vurup, çok partili rejime son verip, tek partili askerî sistemi, yani bir tür Baas rejimini Türkiye’ye getirecektik. Darbe ortamını hazırlamak için de sağa sola bomba atmak ve attırmakla uğraştık. Meselâ Ankara’da orduevinin önünde polisin üzerine iki yönden bomba atılacak ve Sıhhiye tarafından gelen gençlik, “ordu-gençlik el ele” diye bağırtılarak orduevine yürütülecekti. Anlayacağın, bir darbe ortamının hazırlanması için bu ülkede böyle bir sürü şey yapılıyordu.

Bu bombadan ötürü polisler ölmeyecek miydi?

Bilmiyoruz... Hafif bomba olacaktı... İşte bu yaşadıklarımızın sonucunda Madanoğlu davası ortaya çıktı. Fakat bu dava beraatla sonuçlandı. Benim görebildiğim kadarıyla, 9 Mart darbe girişiminde bulunanlar masumiyetten beraat etmediler. Madanoğlu davası, ordunun üst kademesine uzandığı, Faruk Gürler, Muhsin Batur Paşalar da işin içinde olduğu için bu davanın önü kesildi. Balyoz ve Ergenekon davalarında bazı hukuka aykırılıklar yaşansa da, bu davalarda da çok fazla masumiyet durumu yok. Özden Örnek günlüklerini, ardından da Mustafa Balbay günlüklerini okuduğunuzda... Bir de Balyoz döneminde, 2002’nin aralık’ından itibaren yapılan toplantıları ve oradaki konuşmaları, daha sonra 2003- 2004’te planlanan Sarıkız, Ayışığı, Yakamoz darbe hazırlıklarını üst üste oturttuğunuzda, bu işleri biraz bilen biri olarak ben, darbe tezgâhlarının çok açık olduğunu görüyorum. (...)

Ama ordu, darbe sanığı generallerin terfilerinde ısrar ediyor. Bu generallerin darbe sanığı olması Genelkurmay’ı hiç rahatsız etmiyor mu?

Bu çok önemli bir soru. Rahatsız etmesi lazım. Zaten rahatsız etmeye başladığı vakit, Türkiye’de demokrasi ve hukuk devletinin önü açılacak.

Bu darbe sanıklarından biri aynı zamanda

Çukurca’da kendi mayınlarımızla kendi askerlerimizi öldürdüğümüzde, “olur böyle şeyler” diyerek gerçeği halktan gizlemiş ve suçu PKK’ya atmış biri. Niye ordu böyle birini korumak istiyor?

Vahim. Ama en az söylediğin kadar vahim olan bir de şu... O zamanki Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ idi. Kara Kuvvetleri Komutanı bugünkü Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner’di. Onlar da bunu mutlaka biliyorlardı. Ama bu olayın üstü örtülmek istendi. Aslında bu bir zihniyetin sonucudur. (...)

Üstelik, terfi ettirilmek istenen bu general,

baskına uğrayan Hantepe Karakolu’nun bulunduğu bölgenin de komutanıydı. Heronların saptadığı PKK’lıları, “çoban sandıklarını” söylemişti ve dolayısıyla baskına uğrayan o askerlere yardım gönderilmemişti. Ordunun normalde bütün bunları yapan generali soruşturması gerekmiyor mu?

Dağda yaptığı yanlıştan ötürü askerin sorgulanmadığına dair böyle o kadar işaret ve örnek var ki! Zaten Kürt sorunu, bu ülkede 12 Eylül askerî yönetiminden itibaren yeniden parladı. Ve konulan hiçbir hedefe varılmadı. 2003’te, Necati Özgen Paşa bana, “kazandık diyemem” demişti. Şunu da anlatayım. Çok tanınmış bir komutan var.

Kim?

Hakkâri’de görev yapmış çok önemli bir komutan olarak geçiyor adı... Onunla ilgili olarak PKK’nın önde gelenleri bana, “Ne kadar mutluyduk... O kadar büyük yanlışlar yapmıştı ki... Böylesine başarısız bir komutanı ordu hâlâ nasıl tutuyor diye hayret ederdik... Ama hiç sesimizi çıkarmadık... Duyulmasın diye bunu aramızda bile konuşmuyorduk” demişti. Kürt sorununu askerî yolla çözmek mümkün değil. Zaten PKK da Kürtlerin içinde, 1990’ların cehenneminde kök saldı. Yoksa daha önce PKK ile Kürt sorunu iki ayrı sorundu. Şimdi ikisi birbirinin içine girdi. Aslında bu sorunun dibine baktığın vakit...

Sorunun dibinde ne var?

Cumhuriyet, “Ben bir ulus-devlet kuracağım. Bu ulus-devleti yaratabilmek için önce benim yeni bir ulus yaratmam lazım. Ulusun adı Türk, devletin adı da Türk Devleti olacak. Bunun için de Müslüman olanlar Türkleştirilecek. En başta Kürtler Türkleştirilecek” diye yola çıkıyor ve 1924-25’te Şark Islahat Planı’nı yapıyor. “Kardeşim hepiniz Türksünüz. Ben Kürt mürt tanımıyorum. Kürt de yoktur, Kürtçe de yoktur” diyor. Sorunun dibinde işte hâlâ bu yanlış, devlet ve millet anlayışı var. Fransa’da da ulus-devlet böyle başlıyor ama o, üniter ulus-devleti AB standartlarına göre demokratikleştiriyor ve katılıktan vazgeçiyor. Bizde ise Kürt sorunu çözüldüğü takdirde, üniter ulus-devletin elden gideceği düşünülüyor. Asker AB konusuna da böyle yaklaşıyor.

Asker, AB’yi niye istemiyor?

Asker, AB’nin birinci sınıf demokrasi olduğunu gördü. Onun için de AB’ye, “Üye olacaksam, kendi koşullarımla üye olacağım” diyor. Yani, “Sen beni üçüncü sınıf demokrasimle üyeliğe kabul et. Çünkü birinci sınıf demokrasi olursam, Kürt sorunu beni böler” diyor...

Peki, Türkiye birinci sınıf demokrasi olursa,

askerin konumu ne olur?

Birinci sınıf demokrasi, askeri bu ülkede sivil otoriteye tabi kılar. Asker, devlet içinde devlet olmaktan çıkar. Çünkü bizde asker devlet içinde devlettir. Daha da ötesi eli silahlı bir siyasi partidir. Ayrıca AB karşıtlığı, bizde askerin genlerinde vardır. 2003-2004’te Kıbrıs sorununu bu yüzden kullanmak istediler. Balyoz, Sarıkız, Ayışığı, Yakomoz darbe tezgâhlarının hepsi, “Biz ne yapıp edip bu AB üyeliğini engelleyelim. Engellemek için de topa önce Kıbrıs’ta vuralım, Annan Planı’nı kabul ettirmeyelim. İşte o zaman bize müzakere tarihi vermezler” dediler. Anlayacağınız, Balyoz ve Ergenekon’un arkaplanında demokrasi ve AB korkusu var. Ayrıca bu hikâyelerin hepsinin arkasında 28 Şubat’ın yarattığı hayal kırıklığı da bulunuyor tabii.

28 Şubat’ta post-modern darbe yaptılar. Nerede hayal kırıklığı yaşadılar?

Bakın... Bütün bu darbe tezgâhları, 2002 yılının sonunda başladı. Çünkü “Biz 28 Şubat’ta post-modern darbeyle Erbakan’ın hükümetini yıktık. Ama sonuç ne oldu? Gene yapamadık, seçimde gene bunlar geldi” dediler. Bu yüzden Balyozları, Sarıkızları hazırladılar. Darbe tarihini de 9 Mart 2004 olarak aralarında konuştular. Ben şimdi, “Evet, biz darbe planları yaptık” diyen bir tek delikanlı paşa arıyorum! Bir tek delikanlı paşa çıkıp bunu bugüne dek söyleyemedi. (...)

Üç paşanın terfilerine dönersek... Terfi edilmek istenen bir paşanın komutası altındaki bir bölgede, tuhaf bir karakol baskını olursa... Ve o karakoldaki askerlere yardım gitmezse... Bizim orduya göre bu durum, eksi bir puan sayılmıyor mu?

Sayılmıyor... “Kol kırılır yen içinde kalır” davranışı bizim askerde hiç bitmiyor. Örnek vereyim... 1980 12 Eylül darbesi yeni olmuştu. Ben Cumhuriyet Gazetesi’nin yayın yönetmeniydim. Daha sonra Genelkurmay Başkanı olan beşli Konsey’in genel sekreteri Necdet Üruğ bizi Ankara’ya çağırdı. Madanoğlu Paşa’nın anılarını yayımlamayı kesmemizi istedi. Madanoğlu, 1930’lardaki Sason harekâtını anlatıyordu. Bir komutanın halka karşı kötü muamelesinden söz ediyordu. Askerin moralini bozuyor diye diziyi yarıda kestirdiler.

Bizim ordu, mesela Dağlıca’daki o şaibeli

baskından sonra, o karakolun komutanına madalya vermişti. Neden PKK’lıların baskın yaptığı bölgelerdeki komutanları böyle koruyorlar?

Zihniyet dedim ya... Bu açıdan baktığında, TSK’nın terfi sicili birçok açıdan lekelidir. Öyle terfiler vardır ve öyle asker kişiler terfi ettirilmiştir ki, hukuk, insan hakları ve demokrasi ölçülerine göre bu terfiler, insanın pek hazmedebileceği örnekler değildir. Böyle çok örnek var.

Mesela, PKK baskınlarından önce tedbirlerin

alınmadığı belgelerle de kanıtlandı. Bu açık kanıtlara rağmen, ordunun, bu baskınları önlemeyen subayları böylesine sahiplenmesi size başka ne düşündürüyor?

“Bu bir savaş ve savaşın bazı koşulları var. Biz bu komutanları sahiplenmek zorundayız. Yoksa sonra terörle mücadele edemeyiz” diyorlar. Bakın... Türkiye’de asker “hayır” deseydi, yeşil ışık yakmasaydı, bu ülkede bu kadar çok faili meçhul cinayet işlenebilir miydi?(...)

CHP’de de bir grup, bu darbe sanığı generallere sahip çıktı ve onların terfi ettirilmelerini istedi. Seçmen tarafından bu nasıl değerlendirilecek?

Şu anda CHP’nin içinde bir kavga var. Bir yanda, Baykal gibi “28 Şubat’ta Türk Silahlı Kuvvetleri sivil toplum örgütü gibi davrandı” diyebilmiş, askerî vesayete, 28 Şubat, 27 Nisan muhtıralarına selam çakmış, 367’nin mimarlığını yapmış bir lider ve onun kadroları var. Kısacası sivil paşalar var. Bu zihniyet “sivil darbe” dedi. Üç generalin açığa alınmasını “sivil darbe” olarak nitelemek ayıptır. Demokrasi kültüründen bu kadar nasipsizlik olur mu? Bu üç paşa darbecilikten yargılanıyor. Ayıptır, günahtır bu memlekete! CHP’nin içinde diğer yanda da Kemal Kılıçdaroğlu ve grubu var. Kılıçdaroğlu, CHP’yi sivil paşalardan temizleme niyeti taşıyorsa, ki ben olduğuna inanmak istiyorum, CHP’nin önünü açar.

CHP’nin orducu tavrı neden hiç değişmiyor?

(...)

Türkiye’nin de, Halk Partisi’nin de genlerinde bu var. Bu, Cumhuriyet’in kuruluşuna kadar gidiyor. Cumhuriyet’i de, Halk Partisi’ni de kuran askerler. Bir de tabii onlarla birlikte siviller. Bürokratik oligarşi, Halk Partisi’nde somutlaşıyor. Ama genlerine rağmen, gene de sivil bir damar var CHP’de. 12 Mart’ta darbeye karşı en güçlü tepkiyi Ecevit verdi. Askerle arasına mesafe koydu ve 1973, 1977 seçimlerini kazandı. O dönemde Ecevit zamanın ruhunu yakaladı, Kılıçdaroğlu da yakalayabilir. CHP’nin Kılıçdaroğlu yönetiminde daha sivilleşme ve demokrat olma ihtimali var.

Kılıçdaroğlu’nun zamanın ruhunu yakalayıp

yakalamadığını ne zaman anlayacağız?

CHP 18 aralıkta olağanüstü kurultaya gidecek. Kılıçdaroğlu orada Baykal zihniyetiyle yani Baykalizm’le hesaplaşmak zorunda. Klasik Halk Partisi çakallığıyla karşılaşabilir. Bu çakallık, “Genel başkana dokunmayalım ama etrafını çevreleyip onu teslim alalım. Sonra da onu bir kukla haline getirelim” demektir. Baykal böyle bir klasik Halk Partisi çakallığı yapmak istiyor olabilir. Kılıçdaroğlu’nun kendi yönetimini kurultaydan çıkarması şart.

Askerî yargıya gelirsek.... Generalleri, darbe

sanığı olmalarına rağmen Askerî Yüksek İdare Mahkemesi terfi ettirdi. Neden hâlâ bizde ayrıca bir askerî yargı var?

Askerin, devlet içinde devlet olabilmesi için kendine ait bir hukuk düzeni kurması gerekiyordu. Nitekim bunlar bu hukuk düzenini 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül darbelerini yaparak kurdular. Kendilerine ayrı bir hukuk yarattılar ve dokunulmazlık zırhı sağladılar. Askerî Yargıtay, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi (yani Askerî Danıştay) devlet içinde devlet olmanın ürünleridir. Türkiye’de siviller, “böyle bir demokrasi olabilir mi” diye ordunun kendine kurduğu bu ayrı yapıyı hiç sorgulamadılar. (...)

Peki, ordu, gerçek bir demokratik ülkenin ordusu gibi davranmamak için daha ne kadar direnecek sizce?

Türkiye’de demokrasinin ve hukuk devletinin yolunu tıkayan askerî vesayet sistemi artık çöküyor. Askerin eski tarz direnişi artık kırılıyor. (...)Ama unutmamalıyız. Türkiye’deki asker sorunu, aynı zamanda bir sivil sorunudur. Bu ülkede sadece askerin değil, sivillerin zihniyeti de demokratikleşmeli.

Bundan sonra ne olacak sizce?

Bazı çatışmalar yaşanabilir ama son tahlilde asker, demokrasinin kurallarını içine sindirecek. Ayrıca bu ülkede tarihi karanlıkta tutmaya kimsenin gücü de yetmeyecek. Tarihimizi aydınlattıkça da bizim önümüz aydınlanacak. Cumhuriyet’in kuruluşunda katiller var.

Hangi katiller?

Katiller derken, tırnak içinde katiller bunlar. Demokrasinin ve hukukun katilleri bunlar. Bu topraklarda “demokrasinin ve hukukun katillerini” daha yeni yeni görüyoruz biz. Mesela Dersim’deki katilleri görüyoruz, 90’lardaki katilleri görüyoruz. Bu katillerin, nasıl bir mekanizmanın, sistemin ürünü olduklarını tarihimizi öğrendikçe aydınlatacağız. Bütün mesele, katil üreten bu sistemi demokratikleştirmektir!

Balyoz darbesinden sanık başka generaller de var. Onlar ne olacak sizce?

Bana kalsa, terfi sırası gelmiş gelmemiş, Balyoz davasında sanık olanların hepsini görevden alırım. Normali budur. Herhangi bir memura yapılan da budur. Hükümet nasıl üç paşayı görevden aldıysa, Balyoz davasında yargılanan diğer subayları da terfi sıraları geldikçe görevden alacak. Bir kısmı emekliye sevk edilecek. Yani bu iş, zamana yayılarak yapılacak.

Konuşan: Neşe Düzel, Taraf, 4 Aralık 2010

05.12.2010


 

Erdoğan rektörlerle buluştu

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan’ın geçen hafta rektörlerle başlattığı görüşmenin ikincisi dün yaptı.

Dolmabahçe’deki Başbakanlık Çalışma Ofisi’ne 10.20’de gelen Erdoğan, toplantıya katılan rektörlerin elini teker teker sıkarak, ‘’Hoş geldiniz’’ dedi. Toplantıda, İçişleri Bakanı Beşir Atalay, Millî Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu, Sağlık Bakanı Recep Akdağ, Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan da hazır bulundu.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, rektörlerle buluşmada yaptığı konuşmada, ‘’Bir yandan üniversite kapısına gelmiş kız çocuklarını umutsuzluğa ve geleceksizliğe mahkûm edenler, bir yandan da çıkıp, bu ülkede kız çocuklarının okutulmamasından şikâyet edemezler’’ dedi. Erdoğan, üniversitelerden Türkiye’nin iddialarını sahiplenmelerini, Türkiye’ye yol açmalarını, yol göstermelerini, topluma vizyon çizmelerini istediklerini belirterek, şunları söyledi: ‘’Açık söylüyorum; biz, asla ve asla, üniversitelerin bizimle her konuda bire bir aynı düşünmelerini istemeyiz ve böyle bir hakkımız da yok. Böyle bir arzu, üniversitenin de, bilimin de ruhuna aykırıdır.’’

Erdoğan şöyle devam etti: ”Kendi öğrencilerini yurt dışındaki üniversitelerde okumak zorunda bırakanlar, takdir edersiniz ki, Türkiye’nin eğitimde uluslar arası bir cazibe merkezi olması gibi bir vizyonu taşıyamazlar. Hocalarımızın büyük çoğunluğu ABD ve Avrupa görmüş. Buraların üniversitelerinde hiçbir öğrencinin kılık ve kıyafetiyle kimsenin uğraşmadığı çok açık ve net ortadayken, kendi ülkesinde bu tür engellemeler ve bariyerler oluşturmanın, yani şairin ifade ettiği gibi ‘Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya’ haline yavrularımızı getirmenin hiçbir türlü izahı olamaz. Sormayan, sorgulamayan, araştırmayan, eleştirmeyen, hele hele toplumla iletişim kuramayan bir kurumun, sadece tabelâsında üniversite yazar. İşte biz bunu kırmaya, bu zihniyeti değiştirmeye, üniversiteleri asli işlerine, özlerine döndürmeye gayret ediyoruz.’’

DİRENCİN DEVLET-MİLLET

KAYNAŞMASIYLA KIRILMASI

Türkiye’nin önceki dönemlerden bu yana kız çocuklarının okutulmaması, okula gönderilmemesi diye bir meseleyle uğraştığını dile getiren Erdoğan, ‘’Ailelerin kız çocuklarını okula göndermeme noktasında cehalet ne kadar büyük bir etken ise güvensizlik de önemli bir etkendir. Vatandaş ile devlet arasındaki güven eksikliği, devletin kurumlarına karşı da bir güvensizliğin oluşmasına neden olmuştur’’ diye konuştu. Şu anda Batman Üniversitesi’nin yarıya yakınının kız öğrencilerden oluştuğunu belirten Erdoğan, kız öğrencilerin şehir dışından değil, Batman’da yaşayan ailelerin kızları olduğunu belirterek, on yıllardır kırılamayan direncin şu anda devlet-millet kaynaşmasıyla kırıldığını söyledi. Erdoğan, özellikle Doğu, Güneydoğu ve Orta Anadolu’da yeni kurulan üniversitelerin İstanbul’a göçü engelleyeceğini kaydetti.

OLMAYAN ŞEYİN BELGESİ OLMAZ

BAŞBAKAN Erdoğan, Wikileaks’de yayımlanan iddiaların ardından muhalefet partilerinin sergilediği tutumu eleştirdi. Başbakan Erdoğan, şunları söyledi: ‘’Böyle bir ortamda, meseleyi hiç analiz etmeden, düşünmeden, üzerinde tartışmadan, istişare etmeden hemen ilk çıkan iddia ve iftiralara sarılmak, sığ, çapsız, vizyonsuz ve ufuksuz bir siyasetin göstergesinden başka bir şey olamaz. Devlet ciddiyetine sahip, vizyonu olan, dış politika diye bir derdi olan hiç kimse özellikle de hiçbir siyasetçi ortaya çıkan iddialara sevinç çığlığıyla sarılıp bunlardan medet ummaz, çare beklemez ve başbakanına ‘İsviçre’den bunun belgesini al gel’ demez. Olmayan şeyin belgesi olmaz ve hukuktaki tabirle müfteri iddiasını ispatla mükelleftir. Biz, muhalefet de medya da dahil bu ülkenin bütün kurumlarının güçlü bir vizyonla, geniş bir ufukla geleceğe bakmalarını, Türkiye kadar büyük düşünmelerini, bu aziz millet kadar büyük ve itibarlı olmalarını istiyor ve bunun mücadelesini veriyoruz.’’

05.12.2010


 

Kayıt dışılık ciddî sorun

ÇALIŞMA ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer, kayıtdışılığın topyekun mücadele edilmesi gereken sorunlardan birisi olduğunu belirterek, ‘’1 puanlık kayıtdışını azaltmamız halinde ülkemizin geliri 820 milyon lira artacak’’ dedi.

Dinçer, Gaziantep Valiliği’ni ziyaretinde yaptığı konuşmada, Uzmanlaşmış Meslek Edindirme Merkezleri (UMEM) Projesi’nin açılışı ve kamuoyuna duyuruluşu nedeniyle geldiğini, ayrıca Sosyal Güvenlik Kurumu, İŞKUR ve bakanlığına bağlı olan kurumlarda denetimler yapacağını ve kurumlarda çalışanların performansını gözden geçireceklerini belirtti.

Bir gazetecinin, Türkiye’de kayıtdışılık oranını sorması üzerine Bakan Dinçer, şunları söyledi: ‘’Şu anda istihdamda kayıtdışılık yüzde 43,7 civarında, yaklaşık yüzde 44. Kayıtdışılık ülkemizin en ciddî sorunlarından birisi. Bu sorunun boyutlarını göstermesi açısından ve ülkenin kaybını ifade etmesi açısından şunu söyleyeyim; 1 puanlık kayıtdışını azaltmamız halinde ülkemizin geliri 820 milyon lira artacak. Dolayısıyla topyekun mücadele etmemiz gerekmen sorunlarından birisi. Biz elimizden geleni yapıyoruz. 2002 yılından bu zamana kadar oldukça önemli mesafe kat edildi, yaklaşık yüzde 49’lardan yüzde 43’e kadar düşürmeyi başardık. İnşallah önümüzdeki yıl çok daha aktif şekilde mücadele edeceğiz. Kısa zamandaki hedefimiz yüzde 40'lara doğru çekmeyi başarmak.’’

05.12.2010


 

TAM GÜN YASASINA KISMÎ İPTAL

‘’Tam Gün Yasası’’nın bazı hükümlerinin iptaline ilişkin gerekçeli karar, Resmî Gazete’nin dünkü sayısında yayımlandı.

CHP, Sağlık Bakanlığı ve üniversite hastanelerinde görevli doktorların tüm gün çalışmasını öngören Üniversite ve Sağlık Personelinin Tam Gün Çalışmasına ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un bazı hükümlerinin iptali istemiyle Anayasa Mahkemesi’ne dâvâ açmıştı. Yüksek Mahkeme’nin gerekçeli kararında, iptal gerekçeleri yer aldı.

05.12.2010


 

Şeker operasyonunda “Yolsuzluk” tutuklaması

“Kayseri Şeker Fabrikasında yolsuzluk yapıldığı’’ iddiaları üzerine yürütülen soruşturma kapsamında gözaltına alınan 24 kişiden, aralarında Kayseri Şeker Fabrikası Yönetim Kurulu Başkanı Vedat Ali Özışık’ın da bulunduğu 11’i tutuklanırken, 13 kişi ise tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Ankara Adliyesi’ne dün öğleden sonra getirilen 24 kişinin sorgusu dün sabah saatlerine kadar sürdü.

Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi Nöbetçi Hakimliği, aralarında Kayseri Şeker Fabrikası Yönetim Kurulu Başkanı Özışık’ın da bulunduğu 11 kişiyi tutuklarken, 13 kişiyi ise tutuksuz yargılanmak üzere serbest bıraktı.

Mahkeme tarafından tutuklanan 11 kişinin isimleri şöyle: “Kayseri Şeker Fabrikası Yönetim Kurulu Başkanı Vedat Ali Özışık, kardeşleri Savaş ve Cengiz Özışık, Yönetim Kurulu üyeleri Oktay Efe ile Mehmet Akdeniz, Genel Müdür yardımcıları Mustafa Matur, Cuma Karataş, Vedat Ali Özışık’ın eski makam şoförü Kemal Kılıç, özel kalem müdürü ve aynı zamanda eniştesi olan Ahmet Öztürk, reklâm şirketi sahibi Ercan Varol ve Fazlı Kalaycı.”

Kayseri Şeker Fabrikası’nda yürütülen yolsuzluk operasyonu sonrasında, yöneticilerinin de tutuklanmasıyla yaşanacak gelişmenin nasıl olacağı değerlendiriliyor. Kayseri Şeker Fabrikası’nın, üyeleri çiftçilerden olan Pancar Ekicileri Kooperatifi’ne ait olması dolayısıyla buradaki yönetime Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nın el koyması bekleniyor.

05.12.2010


 

Protestocu öğrenciler İstanbul’a alınmadı

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan’ın rektörlerle buluşmasını protesto etmek için Ankara’dan gelen bir grup öğrencinin Çamlıca gişelerinden geçmesine izin verilmedi.

Öğrencileri taşıyan 3 otobüs, İstanbul dışına çıkarıldı. Protesto için Ankara’dan 3 otobüs ile İstanbul’a gelen yaklaşık 150 öğrenci, sabah erken saatlerde Çamlıca gişelerde durduruldu. Otobüsler, çok sayıda çevik kuvvet polisi eşliğinde terör ve güvenlik şube ekiplerinin de katılımıyla bir süre gişelerde bekletildi. Kimlik kontrolleri yapılan öğrencilere İstanbul’a girişlerine izin verilmeyeceği belirtilerek, ayrılmaları istendi. Yaklaşık 3 saat boyunca gişelerde bekletilen araçlar, daha sonra polis eskortluğunda gişelerden geçerek İstanbul dışına çıkarıldı. Yaklaşık 3 saat boyunca gişelerde duran öğrenciler, daha sonra TEM otoyolundan Kurtköy’e doğru hareket etti. Polis de öğrencilerle birlikte seyretti. Kurtköy mevkiinde otobüslerden inmek isteyen öğrencilere polis izin vermedi. Polisle öğrenciler arasında arbede yaşandı. Polis, uyarıları dikkate almayan öğrencilere biber gazı sıkarak müdahale etti. Bazı öğrenciler fenalık geçirdi.

05.12.2010


 

ADL’den, Erdoğan’a teşekkür mektubu

TÜRKİYE'NİN İsrail’deki orman yangınına yardım etmesi, Amerika’daki en büyük Yahudi kuruluşu olan İftira ve İnkârla Mücadele Birliği’ni (ADL) harekete geçirdi.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a ADL Başkanı Abraham Foxman bir mektup yazarak, yardımdan duydukları memnuniyeti dile getirdi. Foxman, yayınladığı mesajında, İsrail’deki yangının söndürülmesine yardım eden ya da yardım teklifinde bulunan ülkelerden Azerbaycan, Avustralya, Bulgaristan, Kanada, Hırvatistan, Fransa, Almanya, Yunanistan, Gürcistan Romanya, Rusya, İspanya, ABD, İngiltere ve daha diğer ülkelere teşekkür ederken, Türkiye’ye özellikle değindi. Foxman, özellikle Ankara’nın yardım teklifine değinerek, yangın uçakları ve Başbakan Erdoğan’ın kaybolan 41 İsrailli için yayınladığı mesajı çok anlamlı bulduğunu söyledi. Zor dönemlerin eski dostları tekrar bir araya getirmeye vesile olabileceğini belirten Foxman, bunun aynı zamanda da ilişkileri eskiye oranla daha da güçlendirme ihtimalinin olduğunu kaydetti. Türkiye’nin vermek istediği güçlü yardım desteğinin yangının küllerinden yeniden bir olumlu ilişkiler başlatacağına olan inancını dile getiren Foxman, Erdoğan’a teşekkürlerini ifade eden bir mektup yazdı. Foxman, Erdoğan’a gönderdiği mektupta şunları kaleme aldı: “Türkiye’nin acil ve yapıcı bir şekilde yangına vermiş olduğu yardım desteği iki ülke arasındaki dostluğu gösteren önemli bir eylem. Bu destek bizlere iki ülke arasındaki derin ve tarihi ilişkiyi bir kez daha hatırlatması bakımından önem arz ediyor.”

05.12.2010


 

İsrail’e gösterilen duyarlılık keşke Haydarpaşa’da da gösterilseydi

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Türkiye’nin İsrail’e yangın söndürme uçağı göndermesinin ‘’insanî davranışın sonucu olduğunu’’ belirterek, ‘’Son derece olumlu görüyoruz.

Bu duyarlılık güzel bir şey, ama aynı duyarlılık Haydarpaşa yanarken de keşke gösterilebilseydi’’ dedi. Kılıçdaroğlu, İstanbul’a hareketinden önce Esenboğa Havalimanı’nda basın mensuplarının sorularını cevapladı. Bir gazetecinin ‘’Türkiye’nin İsrail’de çıkan yangınla ilgili yangın söndürme uçakları göndermesini nasıl değerlendiriyorsunuz?’’ sorusu üzerine Kılıçdaroğlu, ‘’İsrail’e gönderilen uçaklar insanî davranışın sonucudur. Son derece olumlu görüyoruz. Bu duyarlılık güzel bir şey, ama aynı duyarlılık Haydarpaşa yanarken de keşke gösterilebilseydi’’ diye konuştu. Kemal Kılıçdaroğlu, partisinin 18 Aralıkta yapılacak olağanüstü kurultayıyla ilgili sorulara da ‘’Hiçbir sorun yok’’ cevabını verdi.

05.12.2010


 

Bankalar soyguncu

Tüketici Dernekleri Federasyonu Genel Başkanı Sıtkı Yılmaz, bankaların tüketici kredilerine ya da bankadan maaş alan memur ve işçilere de kullandırdığı krediden ek hesap adı altında yüzde 5,25’e kadar faiz veya komisyon ücreti almasının, ‘’soygundan başka bir şey olmadığını’’ söyledi.

Yılmaz, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) önünde yaptığı basın açıklamasında, son günlerde bankalarla tüketiciler arasında, Kaynak Kullanımı Destekleme Fonu (KKDF) dolayısıyla ciddî sorunlar yaşandığını hatırlattı. Tüketiciye kredi kullandırılırken çeşitli isimler altında ek hasep açtırıldığını belirten Yılmaz, ek hesaplara yüksek faiz uygulandığını kaydetti.

Banka yetkililerinin ek hesabın yararlarını anlattığını, ancak ek hesabın faizinin yüksekliğinin tüketiciden saklandığını ileri süren Yılmaz, şöyle devam etti:

‘’Bundan birkaç yıl önce, kredi kartı faizinin yüzde 6 olduğu dönemlerde ek hesaba uygulanan faiz düşük gibi göründüğü için pek fark edilmiyordu. Banka Kartları ve Kredi Kartları Kanunu’nun yürürlüğe girmesinden sonra kredi kartı faizleri Merkez Bankası’nın kontrolüne geçti. Geldiğimiz süreçte de her üç ayda bir tesbit edilerek faiz oranları aşağıya çekildi. Şimdi kredi kartı faizi 2,44 olarak uygulanmaktadır. Kredi faizleri ise yüzde 1’in altında gösteren reklâmlarla cazip gösterilirken, ek hesaba uygulanan faiz ise bazı bankalarda 5,25’e kadar uygulanabilmektedir. Maaş ve ücretlerde ise durumuna göre yüzde 5’e kadar çıkmaktadır.’’

‘’İhtiyaç kredisi kullanan milyonlarca tüketicinin sömürülmesine, bankaları denetimden sorumlu kurumların her şey yolundaymış gibi seyirci kalmasının düşündürücü’’ olduğunu ifade eden Yılmaz, ‘’Bankaların tüketici kredilerine ya da bankadan maaş alan memur ve işçilere de kullandırdığı krediden ek hesap adı altında 5,25’e kadar faiz veya komisyon ücreti alması soygundan başka bir şey değildir’’ dedi. Tüketicilere, kredi alırken iyi düşünmelerini, mali durumlarını iyi planlamalarını ve ek hesap açtırmamalarını öneren Yılmaz, karşılaşılan sorunlarda TÜDEF’in, tüketicilere her türlü hukuki desteği vereceğini bildirdi.

05.12.2010


 

MEHDİ EKER: PİYASA DENGELENİNCEYE KADAR ET İTHALATI SÜRECEK

Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehmet Mehdi Eker, et ithalatıyla ilgili ‘’Piyasa dengeleninceye kadar bu regülasyon görevini Et ve Balık Kurumu sürdürecek.

Kasaplık canlı hayvan ithalatı, kasaplık ve besilik hayvan ithalatıyla ilgili çalışma sürüyor’’ dedi. Bakan Eker, Konya Bahri Dağdaş Uluslararası Tarımsal Araştırma Enstitüsü’ndeki Kuraklık Test Merkezi’nin açılışında, gazetecilerin sorularını cevapladı. Bir gazetecinin, ‘’Besiciliğin merkezlerinden biri olan Konya’da besiciler et ithalatının yılbaşından sonra da devam edip etmeyeceğini merak ediyor. Bu konuda neler söylersiniz?’’ sorusuna Bakan Eker, bugüne kadar spekülatif haberler yayınlandığını, ancak bu haberlerin gerçekleşmediğini ifade etti. Türkiye’de bu yıl her seneki kadar kurban kesildiğini, kurbanlıkların hepsinin de satılmadığını ifade eden Eker, şunları kaydetti: ‘’Besicinin elinde kalan bu kurbanlıkları Et ve Balık Kurumu olarak satın alırız ve bir kısmını da satın aldık. Dolayısıyla aldığımız tedbirlerle de fiyatlar düşüş eğilimine girdi. Tabii henüz bizim arzu ettiğimiz düzeyde değil hâlâ üretici fiyatları ile tüketici fiyatları arasında bir dengesizlik var. Yani piyasa tam bir dengeye oturmuş değil. Bu durum son açıklanan enflasyon rakamlarına da yansıdı. Piyasa dengeleninceye kadar bu regülasyon görevini Et ve Balık Kurumu sürdürecek. Kasaplık canlı hayvan ithalatı, kasaplık ve besilik hayvan ithalatıyla ilgili çalışma sürüyor. Şu an itibariyle söyleyebileceğim bu, devam edecek bir süre daha.’’

05.12.2010


 

İthal et yerli eti geçti

Et fiyatlarındaki artışı dengelemek için et ve kasaplık hayvan ithalatına izin verilmesinden sonra, bugüne kadar ithalatı için kontrol belgesi düzenlenen et miktarı, Türkiye’de geçen yılki resmî kayıtlı üretim miktarını aştı.

Alınan bilgiye göre, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, bugüne kadar 413 bin ton et, 360 bin büyükbaş kasaplık hayvan ithalatı için kontrol belgesi düzenledi.

Türkiye İstatistik Kurumunun verilerine göre, geçen yıl Türkiye’de, mezbahane ve derisi Türk Hava Kurumuna (THK) verilen kurban bayramı kesimlerini kapsayan kırmızı et üretimi 412 bin 621 ton oldu. Buna göre, ithalat için kontrol belgesi düzenlenen et miktarı, geçen yılki resmi üretim rakamının üzerine çıktı.

Düzenlenen kontrol belgeleri kapsamında şimdiye kadar yaklaşık 27 bin ton etin ithal edildiği belirtiliyor. Türkiye’de resmi istatistik verilerinde et üretimi ortalama 450 bin ton gösterilmesine karşın, kayıt dışı üretim dolayısıyla toplam üretimin 1,1 milyon ton civarında olduğu tahmin ediliyor. Bakanlık ayrıca, kurbanlık amacıyla, 730 bin başa yakın küçükbaş hayvan ithalatı için kontrol belgesi düzenlemişti. Bu kapsamda 200 bin başa yakın koyun ithal edildiği belirtiliyor. Bu arada, alınan tedbirlere ve ithalata karşın et fiyatlarındaki düşüşün yeterli bulunmadığı, bu sebeple yıl sonunda sona erecek düşük vergilerle et ithalatına ilişkin sürenin uzatılabileceği ileri sürülüyor. Yetkililer, ‘’bazı kesimlerin (nasıl olsa ithalat yılbaşında bitecek, et fiyatları yeniden yükselecek) diye beklentisinin bulunduğunu’’ belirterek, et fiyatları belli bir dengeye ulaşıncaya kadar, haksız kazanç beklentisinin önlenmesi için düşük vergiler ile ithalatın sürdürülmesinin değerlendirildiğini söyledi.

05.12.2010


 

CHP demokratikleşirse, ülke demokratikleşecek

CHP Genel Başkan Yardımcısı Alaattin Yüksel, partisinin, biri ülkeyi demokratikleştirme, diğeri de CHP’yi demokratikleştirme olmak üzere iki önemli projesi olduğunu söyledi.

Yüksel, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu ile birlikte Denizli’de CHP İl Başkanı Zafer Gönenç, il ve ilçe yönetimi ve belediye başkanlarının da katılımıyla toplantı düzenledi. Yüksel, toplantı öncesi gazetecilere açıklamasında, kurultayda belirlenecek parti meclisinde, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun yeni tüzüğe göre daha güçlü bir MYK seçeceğini ifade etti.

Kurultayda her konuda uzman MYK üyelerinin belirleneceğini ifade eden Yüksel, ‘’Belki de biz parti tarihine en kısa genel başkan yardımcılığı dönemini yaşayan üyeler olarak geçeceğiz. Ama bunun hiçbir önemi yok’’ dedi.

Yüksel, ‘’Türkiye’de demokrasiden söz etmek mümkün değil. Tekrar demokrasiyi kuracak olan parti CHP’dir. Bununla ilgili CHP’nin iki önemli projesi var. Biri ülkeyi demokratikleştirme, diğeri de CHP’yi demokratikleştirme projesi. Genel Başkanımız her zaman bunu açıklamaktadır. Biz parti içinde baştan başa demokratik bir yapıya kavuşacağız ki, diğer siyasi partilere örnek olacağız ve güven vererek Türkiye’de demokrasiyi yeniden kuracağız’’ diye konuştu.

05.12.2010


 

Çalışan kadın zorluk yaşıyor

Çalişan kadınlar, sadece kadın olmalarından kaynaklanan farklılıklar nedeniyle çalışma hayatında çeşitli zorluklar yaşıyor.

Türk Sağlık-Sen, 5 Aralık Kadınlar Günü dolayısıyla genelde tüm çalışan kadınların, özelde sağlık hizmet kolunda görev yapan kadınların çalışma hayatında karşı karşıya kaldıkları sorunlara yönelik bir rapor hazırladı. Rapora göre,kadın çalışanlar, erkeklere oranla hasta ve hasta yakınlarının olumsuz yaklaşımlarına, baskılarına ve fiili şiddetlerine daha fazla maruz kalıyor. İdarecilerin kadın çalışanların fiziksel ve psikolojik durumlarına uygun yaklaşımlar sergilememesinin sıkıntıları beraberinde getirdiği ifade edilen raporda, kadınların, fizikî yeterliliklerinin göz önüne alınmaması nedeniyle ağır iş yükleriyle karşı karşıya kalabildiği belirtildi. Raporda, kadınların, çalışma ortamı fiziksel şiddete, tacize ve tehdide maruz kalınacağı endişesi yaşadığı kaydedildi.

05.12.2010


 

Otomotiv sektörü hurda indirimi istiyor

Mersın Yetkili Otomotiv Satıcıları Derneği (MODER) Başkanı Hüseyin Kış, çevreye duyarlı, daha modern araç kullanan tüketiciler profili oluşturmak için hurda indirimi sağlanması gerektiğini bildirdi.

Kış, yazılı açıklamasında, birçok Avrupa ülkesinde Türkiye’deki uygulamaların aksine eski araçlardan daha fazla vergi alındığını belirtti. Böylelikle piyasadaki eski araç sayısının sürekli olarak azaldığını ifade eden Kış, ‘’Bu sayede de araçların yıpranmasına bağlı olarak kaza riski azalıyor ve sektör sürekli olarak canlı tutuluyor’’ görüşüne yer verdi. Kış, Türkiye’deki araçların yüzde 35’lik kısmının 16 yaş ve üzerindeki araçların oluşturduğunun belirterek, Bu nedenle artık, ülkemizde çevreye duyarlı, daha modern araç kullanan tüketiciler profili oluşturmak için hurda indirimi sağlanmalı’’dedi.

05.12.2010


 

Nükleer santralde yeni, teknik bir süreç başlıyor

Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, Mersin Akkuyu’daki nükleer güç santralinin yapım sürecinin problemleri olan bir süreç olduğunu ve zaman zaman sorunlar çıkabileceğini belirterek, ‘’Süreci hem Rusya Federasyonu tarafından hem Türkiye tarafından değişik kademelerde takip eden yerler olacak.

En başta sayın Seçin ile ben bu konuda kendimizi görevli addediyoruz. Yeni bir teknik süreç başlıyor’’ dedi. Yıldız, Türkiye İnşaat Sanayicileri İşveren Sendikasının (İNTES) Ankara Swiss Otel’de yapılan 24. olağan genel kurulu öncesinde gazetecilerin sorularını cevapladı. Bir gazetecinin, Sinop’ta yapılması planlanan nükleer güç santraliyle ilgili Japonya’ya gideceğini hatırlatması üzerine de Bakan Yıldız, hem Akdeniz’de hem Karadeniz’de birer tane nükleer güç santrali inşası konusunda kararlı olduklarını söyledi.

05.12.2010


 

Sazak şehitleri için anıt

Tokat’in Reşadiye ilçesinde geçen yıl terörist saldırı sonucu şehit düşen 7 asker için, acı olayın yaşandığı yere İl Jandarma Komutanlığı’nca anıt yaptırıldı.

Bölgedeki çalışmaların sürdüğü, 7 Mehmetçiği temsil eden ve her birinin üzerinde ay yıldızın dalgalanacağı anıtın son düzenlemeleri yapılıyor. Hain pusunun olduğu virajda yol kenarına yapılan anıtın bulunduğu yere de ‘’Şehitler Anıtı’’ yazıldığı görüldü. Kısa sürede tamamlanan anıtın açılışının da acı olayın birinci yılı olan 7 Aralık günü gerçekleştirilmesinin planlandığı, açılış törenine saldırıda şehit düşen 7 şehidin yakınlarının da dâvet edildiği öğrenildi.

05.12.2010


 

Başörtülüye seçilme hakkı ne zaman?

Kocaeli Gönüllü Kültür Teşekkülleri Platformu 294. hafta basın açıklaması dün MAZLUMDER Kocaeli Şubesi Yönetim Kurulu üyesi Medine Küçük tarafından yapıldı.

Basın açıklamasında, “5 Aralık kadına seçme hakkının verildiği gün. Fakat nüfusun yüzde 70’ini oluşturan başörtülü kadınların seçilme hakkı yok. Başörtülü kadınların değil seçilme, sandık müşahidi olma hakkı dahi yok” denildi. İzmit İnsan Hakları Parkı, özgürlük anıtına Türkiye’nin bu ayıbını protesto için siyah çelenk de bırakıldı. Çelenkte ”2010 yılında Türkiye’de başörtülü kadınların hâlâ seçilme hakkı yok” yazıyordu. Ellerinde “Başörtümle milletvekili, başbakan, belediye başkanı, sandık görevlisi olmak istiyorum” yazılı pankart tutan bayanlar yıllardır süren

keyfî yasağı protesto etti.

05.12.2010

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Son Dakika Haberleri

Bütün haberler

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.