05 Aralık 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Görüş

Gençler ve ebeveynler

Genç Yaklaşım Dergisi’nin Antalya’daki dinamik okurları, geçen yıl başlattıkları “Genç Yaklaşım Seminerleri” adlı aktivitelerini bu yıl da sürdürmeye kararlı görünüyorlar. Bu meyanda, Sebahattin Yaşar kardeşimle bir açılış yapmış oldular.

“Pozitif Pencere”sinden kişisel gelişime Risâle-i Nur eksenli bir bakış getiren Sebahattin Yaşar’ı tebrik ediyorum. Boş bir sahada iyi bir başlangıç yaptığını düşünüyorum.

Kendisi pozitif bakışı şöyle tarif ediyor: “Pozitif bakış, güzelliklerin farkında olmaktır. Hatta zahiren çirkin görünen şeylerin bile arkasındaki güzellikleri, hikmetleri görebilmek, okuyabilmektir.”

“Pozitif düşünen insan mutlu olacaktır. Onun için hayat, kendisine hangi açıdan baktığımızla çok alâkalıdır.”

Bu ifadeler bize Bediüzzaman’ın “Güzel gören güzel düşünür. Güzel düşünen, hayatından lezzet alır” sözünü hatırlatmıyor mu?

Antalya’daki konuşma, bu anlamları içeren bir ezber bozandı diyebilirim. Belki de salonda bulunan gençler ve ebeveynler nezdinde yeni başlangıçlara, yeni kararlara vesile oldu. Bunu konuşma boyunca ve konuşmadan sonraki hâl ve tavırlardan okumak mümkündü. Bu anlamda, hemen önümde oturan bir baba-oğul, zaman zaman birbirlerine işaret parmaklarını sallayarak gülümsüyorlardı. Kim bilir, kendi dünyalarına düşen hakikatleri paylaşarak bir nefis muhasebesi mi yapıyorlardı?

Eve geldiğimizde kendi oğlum bana, “Baba, bu konferans senin için faydalı oldu mu?” dedi. Ben onun ne demek istediğini gayet net anlamıştım. “Evet” dedim; “Ya senin için?” O da aynı cevabı vermişti. Bu noktada, oğlumun etkilenerek bir şeylerin farkına varması beni mutlu etmişti. Böylece, bu hâl ve etvâr onunla karşılıklı adımlar atmamıza ve ilişkilerimizi gözden geçirmemize vesile oldu.

Aslında bütün mesele, ilişkileri kurabilmenin ve sürdürebilmenin yollarını çok iyi bilmekten geçiyor. Yani her iki taraf da tavırlarını neyin üzerine binâ edeceğini ve nasıl hareket edeceğini bilmiyor. Sebahattin Beyin deyimiyle, evliliğe niyetlenen gençler, evliliğe dair ne derece hazırlıklılar? Çocuk isteyen anne-babalar, çocuk yetiştirmeyle ilgili ne derece bilgililer? Yaşanılan sürecin, eğitim açısından, bütün safhalarının içini ne derece doldurabiliyoruz?

Sebahattin Bey, aileler nezdindeki acı gerçekleri şu şekilde dile getiriyor:

“Bugün aile müessesesinin ahiret misyonu yıkılmış, sadece dünyaya bakan ciheti esas alınır olmuş, bu durum da dünya hayatını dahi zindan eden bir sürecin ve problemlerin başlangıç noktası olmuştur. Benim gözlemlediğim kadarıyla aile ile ilgili bütün problemlerin eş seçimi, ailedeki huzursuzluk, çocuk yetiştirmedeki problemler, gençlik dönemi problemleri vs. bütün sıkıntıların dayandığı temel nokta, ailelerin ahiret misyonunu kaybetmiş olması veya ihmal etmiş olmasıdır.”

“Ahiret misyonunu kaybeden aileler dünyevîleşmiş, bütün kötülüklerin başı olan dünyevîleşme hastalığının neticesinde de, enaniyetler şişirilmiş, emniyet ve sadakat zedelenmiştir. Böylelikle evlenenlerin yarısı hayatının geri kalan kısmını boşanmış olarak geçirmekte, olan ortada kalan, yürekleri iki parçaya bölünen çocuklara olmaktadır. Aile tahassüngâhlarının bozulması, aile bireylerinin her birinde psikolojik ve ahlâkî çöküntülere sebep olmuştur. Ortada yarım erkekler, yarım kadınlar ve onların yetiştirdiği yarım kişilikli evlâtlar dolaşmaktadır.”

Gençlik ve anne-baba ilişkilerinde çözüm olarak da, “Müslüman aile modelinin, Hazret-i Peygamberi sadece ibadetleriyle, savaşlarıyla değil, aynı zamanda Hazret-i Peygamberin nasıl bir baba olduğunun, gençlerle neleri konuştuğunun, nasıl konuştuğunun bilinmesi, onun günlük hayattaki davranışlarının da model kabul edilmesi ve yaşanması ile aşılacaktır” diyor.

Onun (asm) günlük hayattaki davranışlarının da model kabul edilmesi ve yaşanması duâsıyla…

Hasan BULUT

05.12.2010


Maçtan kaçtım, o halde yaşıyorum

Hava rüzgârlı, ben ve cılız kediler halı sahanın kenarında ısınma hareketleri yapıyorduk! Ben sürekli olarak İsmail Abiye beni oyuna alması için olmadık yağlar döküyordum. ‘’Ben boynuma asılı bu maç davuluyla, gecenin bir yarısı burada durmayı hak edecek bir adam mıyım?’’ diye haykırdım. İsmail Abi yüzüme uzun uzun baktı ve dudaklarına kavis verip bir şeyler sıraladı. Ama üşümenin etkisiyle duymadım… Sonra ben yokmuşum gibi davrandı, ama ben vardım ve karşısındaydım.. ‘’Len oğlum baştan söyleseydin ya, seni direkman kadroya alırdım. Gocunduğun bu mu, oyuna alayım seni?’’ O an ben ne diyeceğimi bilemedim. “Oysa bana ‘Sen iyi top topluyorsun kalenin arkasına geç’ diyen sen değil miydin?” diyemedim. ‘’Al abi al. Peki, oyuna al beni. Kemal’i çıkar beni al’’ dedim. Sabahtan denize gittiğimiz için şortum altımdaydı. Gittim soyunma kabininden bir forma aldım. Birkaç artistik hareket yapıp, halı sahanın kapısında durdum. Kemal somurtarak ayakkabıları çıkartı. İğrenç kokuyordu, ama ben belli ettirmeden, bi de Kemal’e yaranmak için ‘’ooo güzel ayakkabılar’’ dedim. Zor, belâ giyip, oyuna daldım. Yıldız Spor sürekli baskı yapıyordu, bizim Kereste Spor da ehhh fena değildi o ana kadar. İlk önce mevkiim belli olmadığından saha içinde her yerde dolandım.

Kimseye minnet etmeme, bireysel çabalarımla bir yere gelme isteğiyle yoğrulmuş kişiliğim sebebiyle bir müddet şahsî oynadım. Benim yüzümden Yıldız Spor tehlike oluşturacak iki pozisyona girdiler, ama Allah’tan golcüleri olan Nejat Abi sayesinde bi şey olmadı çünkü Güiza’dan beterdi. Bu tehlikenin ardında bizim kaptanımız ve kalecimiz olan Yusuf Emre ‘’Çetiiiiiiiin! Ulan geri gel, geriii’’ diye komut verdi. Bireysel çabayı bir kenara bırakıp defansı kendime mevki edindim. Oyun karşı tarafın kalesinde cereyan ettiği için, ben sürekli Yusuf’la muhabbet etmek için yanına gidiyordum. Ama bir türlü sağlıklı muhabbet edemiyordum. Tam bi konuyu açacakken gümbür gümbür kaleye gelen karşı takımın forvetine karşı Yusuf beni itip ‘’alırsın sen onu alırsın’’ dedi. Basıyordum basıyordum, ama alamıyordum bi türlü. Aldığım birkaç topu da takım arkadaşlarımın aç gözlülükleri, ‘’benimle oyna’’ feryatları yüzünden ikilemde kalıp kaybediyordum. Yusuf’tan gelen bütün şimşekleri üzerime çekiyordum haliyle.

Zor bir dönem geçirdiğimden Yusuf’a karşı tavır aldım. Diğer takım arkadaşlarımla samimiyetimi yer yer ‘’sen onu yazarsın, çok güzel’’ diyerek, yer yer de atamadıkları golleri olgunlukla karşılayıp ‘’olsun’’ deyip el çırparak pekiştirdim. Bir süre böyle Leyla gibi oynadım. Baktım bizimkiler yenilecek ve İsmail Abi ahını ben çıkaracak hemen İsmail Abiye ‘’bademciklerim şişti beni değiştir’’ dedim. İsmail Abi ters bir bakış fırlatıp, Furkan’a hazırlanmasını söyledi. Böylelikle oyundan yara almadan kurtuldum. Tribüne yaylandım. İsmail Abi beni suskun görünce; ‘’bağırmayan taraftar istemiyorum, basıp, gitsin’’ gibi söylendi. Ben hayatımın tehlikede olduğunu kavradım. Tabanları yağlayıp oradan kaçtım. Sonra bizimkilerin 10 tane yediğini anlayınca hayatımın en kârlı işini yaptığımı anladım.

NOT: Geçen gün Şener Abinin vesilesiyle gazetede 5 yıldızlı olmasa da ona yakın bir yemek yedik. Gerçi, gitmemiz deveye hendek atlatmak gibi olduysa da Murat ve Şeref sayesinde. Dönüşümüz iyiydi. Murat arabayı o kadar yavaş sürüyordu ki... Şeref’in ona akıl vermesiyse ayrı bir dertti. ‘’Sağdan git, gazete binası orada, ben gazeteyi biliyorum’’ dedi. Bizi yanlışlıkla Hürriyet gazetesine götürdü. Bir saat yanlış mevkide top koşturan bizler nihayetinde gazeteye vardık. Geldiğimizde herkes 4 gözle bizi bekliyordu. Sahte gülücüklerle içeri girip, hayatımızın hiçbir karesinde rastlamadığımız yemekleri yemeye koyulduk. Bi baktım bizim Ceylan da orada. Afra tafra yaptı bana, ama büyük yerde bulunmamız hasebiyle bonus saçına bişey demedim. Genel Müdür Recep Taşcı bizi her zaman gazetede görmek istediğini, hatta masa bile vereceğinden bahsetti. Bu sözü söyleyince yemeği bırakıp ‘’abi evde bile masam yok, bi masa verseniz çok makbule geçer’’ diyecektim ki, Ceylan araya girip felsefi şeyler söyledi…Ben de öylece kalakaldım…

ÇETİN KASKA

[email protected]

05.12.2010


Pazarlık’la başlarken

Afyon temsilciler toplantısında gazete yöneticilerimiz, okuyudan gelen talep üzerine, geçmişte yayınlanan “PAZAR OLA” sahifesini çıkarmak istediklerini belirttiler. Bu konuda eski ve yeni kalemlerden yazı beklediklerini ifade ettiler. Ben de bu sahifeyi hatırlatmak için yazmaya başlayacağım; ta usta kalemlerin “sessiz sesleri” sahifeleri doldurana kadar.

Nükte yazmak bir maharet işidir. Karadenizli dostlarımız bu konunun uzmanıdırlar. Biz onların ihtisas alanlarına girmeden yandan geçmeye çalışacağız. Aslında lâtif ve edepli olduktan sonra nükte güzel olur. Bizim bazı ölçülerimiz var:

“Batılı tasvir safi zihinleri idlâl eder!”

Buna uymakla beraber “ulvî duyguları hatıra getiren ifadeleri” yazmaya çalışacağız.

İftira yok, çamur yok, hakaret yok…

Her cümlemiz ve sözümüz “doğruyu” anlatacak.

Bu doğruyu söylerken de “her doğruyu her yerde söylemek doğru olmadığını” da bileceğiz.

Ola ki bilmeden yanlış yazmış olur da hataya düşersek şimdiden özrü beyan ile affınıza sığınacağız.

Gayret bizden, duâlar sizden.

Pazarınız “Pazar Ola” diyerek “Pazarlığa” başlıyoruz.

Kaskımı bekliyorum

CHP, Türkiye siyaset tarihinde nice “ilkleri” olan partidir.

27 yıl tek başına mecliste bulunduğu halde “Cumhuriyet” olan adını değiştirme gereği duymamıştır.

O kendini hem “halk” görmüş; hem de “cumhur”.

Durum böyle olunca da

Kurultaylara o kadar gider olmuş ki,

Uçuşan sandalyeler, atılan yumruklara rağmen…

Hizipler bitmemiş, yeni bir kurultaya kadar üstü örtülmüş.

“Olağan” kurultaylar yerini “olağanüstü” olanlara bırakmış.

Ben kurultaylarını izlerken zevk alırım.

Tabiî ki yanımda “kaskım” olursa…

İlhami kardeşim, 18 Aralık'ta CHP kurultayı var.

Sen ârifsin, ama gene de ben hatırlatayım: Kaskım ne âlemde?..

CHP çöker mi?

Geçende bir haber gözüme ilişti: “Demir aksamlı beton zeminli 42 yıllık köprü, mıcır yüklü kamyonun geçişi sırasında çöktü” (DHA, 06.11.2010)

Güldüm, etrafımdakiler galiba “tırlattığımı” zannettiler.

Ama ben 42 yıllık köprü gibi “CHP de çöker mi?” diye düşündüm.

Çünkü tarihinde toplam 32 “olağan” ve 14 “olağanüstü” kurultay gerçekleştirildi.

Kim bilir “olağan” veya “olağanüstü” bir durum da olabilir.

Ama galiba “olağanüstü” olması daha muhtemel...

ŞİRİN ŞEMDİNOĞLU

[email protected]

05.12.2010

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Son Dakika Haberleri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.