Enstitü |
Muhâkemât'ın telifine dair |
SORU: Bediüzzaman Said Nursî’nin Muhakemât’ı yazma maksadını izah ettiği aşağıdaki metni açıklar mısınız? “Ey benim şu kitabıma im’an-ı nazar ile nazar eden zât, malûmun olsun! Bu kitapla istediğim hizmet budur: İslâmiyet’te olan tarîk-ı müstakimi göstermekle ehl-i tefrit olan a’da-yı dinin teşkikatını red ve yüzlerine vurmakla beraber; tarîk-ı müstakimin öteki canibini ve sadîk-ı ahmak ünvanına lâyık olan ehl-i ifrat ve zahirperestlerin tevehhümlerini tard ve asılsızlığını göstermek ve asıl rehber-i hakikat ve âlem-i İslâmiyet’in ikbal ve istikbaline yol açan ve sırat-ı müstakimde kemal-i ümid-i zafer ile çalışan muhakkikîn-i İslâm ve âkıl sıddıklara yardım etmek ve kuvvet vermektir.” (Muhakemat, s. 9)
CEVAP: Bediüzzaman İslâmiyet güneşinin geçmişte insanlığı aydınlatmasına sekiz perdenin engel olduğunu 1911 yılında Şam’daki Emeviye Camii’nde verdiği vaazında açıklamıştır. Bu engellerin 5’inin yabancılardan, 3’ünün ise Müslümanlardan kaynaklandığını belirtmiştir. Yabancıların eski zamandaki cehaletleri, vahşetleri, dinlerine taassupları ve ruhânî reisleri körü körüne taklit etmeleri ilk dört engeldir. Beşincisi ise papazların ve ruhanî reislerin baskıları ve riyasetleridir. Müslümanlardan kaynaklanan iki engel ise istibdat ile dinin gereği gibi yaşanmamasından kaynaklanan kötü ahlâkın varlığıdır. Fakat Bediüzzaman, sekizinci bir sebebi diğer yedi sebepten çok daha büyük bir engel olarak görmüştür. Bu ise İslâmiyet hakikatlerinin bir kısım zahiri mânâlarının fenlerle uyuşmadığı ya da çatıştığı vehmidir. Oysa gerçekte İslâmiyet fenlerin ve bütün ilimlerin ilham kaynağı ve mürşididir. (Bkz: Muhakemat, s. 8; Hutbe-i Şamiye, s. 34–35) Üç Makale’den oluşan Muhakemât’ın Birinci Makalesi, Bediüzzaman’ın ifadesiyle “İslâmiyet’e saykal vurmanın beyanıdır”. İslâmiyet hakikatlerini elmas kılıca benzeten Üstad, amacının o elmas kılıcı parlatmak olduğunu dile getirmiştir. Birinci Makale’de dünyanın küreselliği, öküz ve balık üstünde bulunması, Kafdağı, sedd-i Zülkarneyn ve Cehennemin yerin altında olması gibi meseleler ele alınmıştır. Coğrafyanın en basit ve bilinen bir meselesi olan dünyanın yuvarlaklığı gibi bir meselenin bile, zamanında bir kısım Müslümanlar tarafından kabulde zorlanılmasına dikkat çekilmiştir. Eski Said zamanına ait bu eserinde kısa, öz bir şekilde bu konulara açıklık getiren Bediüzzaman, daha sonra Yeni Said devrinde Risâle-i Nur’un 25. Söz’ünde, fennin iliştiği bütün âyetlerde aslında Kur’ân’ın i’cazının olduğunu çok daha parlak bir surette göstermiştir. Tenkit konusu yapılan noktaların aslında Kur’ân’ın mu’cize oluşunun bir yönü olduğunu izah etmiştir. Aslında hakikati anlaşıldıktan sonra, en inatçı bir filozofun bile İslâmiyet hakikatlerine teslim olmaya mecbur kaldığını vurgulamıştır. Bediüzzaman’ın Muhakemat’ta ilk muhatabı “hasm-ı din”dir. Bu muhatabının özellikleri olarak “zahirperest”, “nazar-ı sathi sahibi”, “ehl-i tefrit” ve “cemal-i İslâm’ı görmeyen” tabirlerini kullanmıştır. İkinci derecede ise “dinin cahil dostları” diye tabir ettiklerine hitap etmiştir. Bu gruptakileri ise “ehl-i tefrit” ve “iyilik bilerek fenalık eden” olarak nitelemiştir. (Bkz: Muhâkemât, s. 67) Bediüzzaman eserinde ifrat ve tefritin ortasında sırat-ı müstakîmi göstermek ve İslâm’ın parlak geleceği için ümitle çalışanlara yardımcı ve destek olmak amacını taşımıştır. Diğer taraftan da ehl-i tefritin şüphe ve vesveselerini yüzlerine vurmak ile eh-i ifratın kuruntularının ve vehimlerinin asılsızlığını da göstermek istemiştir. Bediüzzaman tefriti ifrattan daha zararlı görmüştür. Fakat ifratın tefrite sebep olması nedeniyle, ifratın daha fazla suçlu olduğunu da dile getirmiştir. Yani, dinin cahil dostları olan ifrat sahipleri bir kısım çürük şeylerin İslâmiyet hakikatlerine karışmasına müsamaha göstermişlerdir. Bu ise insansız tefrit sahiplerinin haksız itirazlarına ve İslâmiyet’in gerçek kıymetini takdir edememelerine yol açmıştır. Defineye dışarıdan sahte, silik para karışması misali Kur’ân ve İslâm hakikatlerine karışan çürük şeyler dolayısıyla elmas değerindeki hakikatleri kıymetsiz zannedilmişlerdir. (Bkz: Muhakemat, s. 17) Bediüzzaman, tefrit meylinin her şeyi zahire dayandırmakla Zahiriyyun mesleğini, ifratın ise her şeye mecaz bakışıyla baktırdığından Batiniyyun mesleğine yol açtığını belirtmiştir. Ona göre tefrit ile ifratı kırarak orta, istikametli yolu mantıkla hikmet gösterebilir. Çünkü zaman değişmiştir ve her zamanın bir hükmü vardır. Eski hikmetin iyiliklerinin ve faydalarının az olması ve hurafelerinin ise çok fazla bulunması dolayısıyla İslâm âlimleri bu hikmeti yasaklamışlardı. Oysa yeni hikmetin maddî açıdan pek çok iyilikleri ve faydaları bulunmaktadır. Ayrıca Bediüzzaman, yeni hikmetin bir kısım küçük zararlarına ise ehvenüşşer olarak bakılması gerektiğini vurgulamıştır. (Bkz: Muhakemat, s. 23–24) Sonuç olarak, Üstad çocukluk yıllarından itibaren mesleğinin esasının, hem ifrat hem de tefritle İslâmiyet hakikatlerine sürülen lekeleri temizlemek ve o elmas gibi hakikatlere saykal vurmak, cilâlamak olduğunu dile getirmiştir. Çünkü o cahil dostun düşman kadar zarar verdiğini görmüştür. Bu anlamdaki gayretine dair örnek olarak dünyanın yuvarlaklığıyla ilgili düşmanların itirazlarını ve dindarların vesveselerini ortadan kaldırmak için çabasını zikretmiştir. Üstad’ın bu çabasının önemli bir sebebi de bu yaklaşımın medreselere de bulaşmasından kaynaklanmıştır. Medreselerin tekrar hayatiyet kazanması için İslâmî ilimler ile fen ilimleri arasında herhangi bir çatışmanın olmadığını ispat etmeye büyük önem vermiştir Bediüzzaman. Medresetüzzehra projesinde din ilimleri ile fen ilimlerinin beraber okutulması yaklaşımını kabul etmesinin altında yatan önemli sebeplerden biri de bu sır olsa gerektir. |
05.11.2010 |