Enstitü |
Bediüzzaman’dan CHP’ye mektup var |
Bediüzzaman, 1947 yılında, iktidar partisi CHP’nin genel sekreteri Hilmi Uran’a bir mektup yazmış ve bu mektubu daha sonra Emirdağ Lâhikası’nda yayınlatmıştır. Geçen hafta, basında, CHP’de yaşanan değişim sancılarını bilhassa bu mektuptan yola çıkarak eleştiren bir yazı yayınlandı. (Said Nursî’den CHP’ye Mektup, Soner Yalçın, Hürriyet, 24 Ekim 2010) Yazıda özetle, — CHP’nin 1947’de yaptığı “Demokratikleşme Kongresi”nde aldığı kararlarla demokrasiye önem vermeye başlamış olmasının bu parti açısından politik bir hata olduğu, — Bu taleplerin aslında ABD kaynaklı ve komünizmin yayılmacı yaklaşımına karşı bir kalkan oluşturmaya yönelik sun’î talepler durumunda olduğu, — Halkın laiklik ilkesine zıt taleplerine kısmen de olsa olumlu cevap verilmesinin bir tür “popülist yaklaşım” olduğu, — Bu durumun, din lehinde yaşanan bu değişikliklerin Said Nursî tarafından da yeterince beğenilmemesinden anlaşılabileceği savunulmaktadır. Hem o yazıya bir tavzih ve tashih, hem de okuyucularımız için bir güncelleme denemesi olmak üzere aşağıda Üstadın bu mektubunu değerlendireceğiz.
ÜSTAD’IN MEKTUBU Önce mektubun en önemli ve bir tür özet sayılabilecek olan kısmını aktaralım: “Eğer şimdi siz Kâtib-i Umumî olduğunuz hamiyetperver, milliyetperver adamlar, şimdiye kadar cereyan eden ve medeniyet hesabına mukaddesatı çiğneyen usûlleri muhafazaya çalışıp, üç dört şahsın inkılâp namında yaptıkları icraatı esas tutarak mevcut haseneleri ve inkılâp iyiliklerini onlara verip ve mevcut dehşetli kusurları millete verilse, o vakit üç dört adamın seyyiesi üç dört milyon seyyie olup bu kahraman ve dindar milleti ve İslâm ordusu olan Türk milletinin geçmiş asırlardaki milyarlar şerefli merhum ordularına ve milyonlarla şehidlerine ve milletine büyük bir muhalefet ve ervahına bir manevî azap ve şerefsizlik olmakla beraber; o üç dört inkılâpçı adamın pek az hisseleri bulunan ve millet ve ordunun kuvvet ve himmetiyle vücut bulan haseneleri o üç dört adama verilse, o üç dört milyon iyilikler, üç dört haseneye inhisar edip küçülür, hiçe iner; daha dehşetli kusurlara kefaret olamaz.” (Emirdağ Lâhikası, s. 191).
ÜSTADIN MEKTUBUNUN DEĞERLENDİRİLMESİ 1- Bediüzzaman bu mektubu, hayatının—kendi tabirince—Üçüncü Said devresine henüz geçmeden önce kaleme almıştır. Bu göstermektedir ki, Üstad, siyaset kurumu ve devlet idaresi ile ilgisini 1925 ile 1950 arasındaki İkinci Said döneminde de “ara sıra ilgilenmek ya da mecburen bakmak” biçiminde sürdürmüştür. Bu ilgilenme hâlinin bir sebebi ise, bilhassa İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki dönemde dünya siyasetinde ortaya çıkan yeni oluşumların âlem-i İslâm’ın ve dolayısıyla âlem-i İslâm’ın manevî çekirdeği durumunda olan Nur iman hizmetinin mukadderatıyla ilgisinin görülmesidir. 2- Bediüzzaman’ın bu mektupta muhatabına hitap ediş biçimi, mektubu hususî bir mektup gibi gösterse de, aslında durum böyle değildir. Mektubun yayınlanmış olması da göstermektedir ki, mektubun muhatabı bir kişi değil, öncelikle bir kitle (CHP’liler) ve bütün siyaset erbâbı ve hatta bütün insanlıktır. Dolayısıyla bu mektubun verdiği dersten herkes muhatap olma biçimi ve niyeti nisbetinde istifade edebilir. (Soner Yalçın’ın mektupta yer alan bilgi ve tavsiyelerden istifadesinin de bu yazı ile artacağını ayrıca ümit ediyoruz). 3- Bediüzzaman, mektubunda konunun aslî muhatabına1 nasihat etmektedir. Üstadın, CHP hakkındaki diğer bazı beyanları da aynı istikamettedir: “… bir parti bana binler vecihle sıkıntı verdiği halde, … hakkımı helâl ettim. Ve azaplarına mukabil, o biçarelerin yüzde doksan beşini tezyif ve itirazlara, zulümlere mâruz kalmaktan kurtulmaya vesile oldum ki, ‘ve lâ tezirû vaziretun vizra uhrâ’ âyeti hükmünce kabahat ancak yüzde beşe verildi.” (Emirdağ Lâhikası, s. 459.) “Hem eski partinin bana karşı zulümlerini helâl ettiğim …sebebiyle, âsayişe tam kuvvetli bir tarzda hizmet edilmiş. …Risâle-i Nur eski partinin dört beş hatâsını yüz derece ziyadeleştirmeye mânidir. Yüzde beş adamın hatâsını doksan beşe de verip yirmi otuz derece ziyadeleştirmemiş. Onun için umum o partinin ekserisi, iktidar partisi kadar Risâle-i Nur’a minnettar olmak lâzımdır. Çünkü, bu dersi, bu kanun-u esasiye-i Kur’âniyeyi Risâle-i Nur ders vermeseydi, o beş adamın hatâsı binler adamı da hatâkâr yapardı.” (Emirdağ Lâhikası, s. 451.) Buna göre Bediüzzaman CHP’nin zulüm ve hatalarını dahi CHP’nin içindeki yüzde beşlik çekirdek kadroya vermektedir. Bu izah, Üstadın, umumî duâlara rağmen gelen umumî musîbetlerin sebeplerini izah ettiği mektupta yer alan “azınlığın azınlığı” kavramını da açıklamaktadır: “…ekall-i kalîl olan ehl-i dalâlet ve tuğyan, safdil taraftarla ekseriyet teşkil ederek, ekseriyetin hatasına terettüp eden musîbet-i âmmenin devamına ve idamesine, belki teşdidine kader-i İlâhiyeye fetva verirler; ‘Biz buna müstehakız’ derler.” (Kastamonu Lâhikası, s. 24.) 4- Diğer partilerin de en az CHP kadar hitaba ve muhatap alınmaya hakkı vardır. Gerçekten, yönlendirilmeye ve irşad edilmeye ehil olmak yönünden, partiler arasında fark yoktur. Nurun irşadına daha yatkın ve yakın olmak hususunda bazı farklar görülebilir ki, bu da sadece irşad için “öncelik” tesbitinde yardımcı olacak bir bilgi niteliğindedir. 5- Ancak CHP’nin ıslâhı için gayret edilmesi CHP’nin seçimlerde desteklenebileceği mânâsına da gelmez. Nitekim mektupta da CHP’nin muarızı olan DP’nin gelecekteki iktidarına işaret edilmektedir: “Size karşı bir muârız çıkmış. Eğer o muarız mükemmel bir reis bulup hakaik-i imaniye namına çıksaydı, birden sizi mağlûp ederdi.” Gerçekten, Bediüzzaman, geniş ferasetiyle, CHP’nin gerçek bir halk desteğiyle yani çoğunluk desteğini alarak bir daha iktidar yüzü göremeyeceğini tesbit etmiştir: “Üstadımızdan, niçin Demokrat Partiyi muhafazaya çalıştığını sorduk. “Cevaben: ‘Eğer Demokrat Parti düşse, ya Halk Partisi veya Millet Partisi iktidara gelecek. Hâlbuki, Halk Partisi İttihatçıların bozuk kısmının cinayetleri ve hem Cumhuriyetin birinci reisinin Sevr Muahedesiyle ve çok siyasî desiselerin icbariyle on beş senede yaptığı icraatının kısm-ı âzamı tamamıyla eski partiye yüklendiği için, bu asil Türk milleti ihtiyarıyla o partiyi kat’iyen iktidara getirmeyecek. “Çünkü Halk Partisi iktidara gelecek olursa, komünist kuvveti aynı partinin altında bu vatana hâkim olacaktır.2 Halbuki, bir Müslüman kat’iyen komünist olamaz, anarşist olur. Bir Müslüman hiçbir zaman ecnebîlerle mukayese edilemez. İşte bunun için, hayat-ı içtimâiye ve vatanımıza dehşetli bir tehlike teşkil eden bu partinin iktidara gelmemesi için, Demokrat Parti’yi, Kur’ân ve vatan ve İslâmiyet namına muhafazaya çalışıyorum’ dedi.” (Emirdağ Lâhikası s. 422.) 6- Bediüzzaman’ın bu mektuptaki öncelikli amacı, tek parti döneminde yürütülmüş olan inkılâplardaki yanlışlardan dönülmesini sağlamaktır. Bu hususta mektupta şunlar ifade edilmektedir: “Siz, şimdiye kadar gelen inkılâp kusurlarını üç dört adamlara verip şimdiye kadar umumî harp ve sair inkılâpların icbarıyla yapılan tahribatları—hususan an’ane-i diniye hakkında—tamire çalışsanız, hem size istikbalde çok büyük bir şeref ve ahirette büyük kusuratlarınıza kefaret olup, hem vatan ve millet hakkında menfaatli hizmet ederek milliyetperver, hamiyetperver namına müstehak olursunuz.” 7- Bediüzzaman bu mektupta toplumsal dönüşüm beklentisini de açıkça ifade etmektedir. Nitekim Bediüzzaman, siyasî partileri tahlil ettiği mektubunda, halkın yüzde altmış yetmişinin tam dindar olması hâlinde, bu sosyolojik değişim basamağının siyaset âleminde de bazı değişikliklere vesile ya da basamak olabileceğini bildirmektedir: “İttihad-ı İslâm Partisi, yüzde altmış, yetmişi tam mütedeyyin olmak şartıyla, şimdiki siyaset başına geçebilir.” (Emirdağ Lâhikası, 386.)
BUGÜNE YANSIMALAR Toplumsal dönüşüm, toplumun bütün katmanlarının ve bütün siyasî tonlarının az ya da çok dönüşümüyle mümkündür. Dolayısıyla dönüşümden bu günkü CHP de nasibini alacaktır. O halde bu günkü CHP de, aynen 1947’deki CHP gibi, Bediüzzaman’ın görüşlerini ve tavsiyelerini nazara almalıdır. Gerçek bir cumhuriyetçiliğe ve demokratlığa dönmek kaçınılmaz bir sonuçtur. Bir partinin demokratik çok seslilik içinde dile getirilen toplumsal talepleri siyasal talebe ve projeye dönüştürmesinin amacı, elbette, halka yakın olmak ve kendisini beğendirmek suretiyle gelecek seçimlerde de halktan oy alabilmektir. Bu, popülizm değil, “Halka hizmet hakka hizmettir” anlayışının yansımasıdır. Zira “halkın teveccühü” siyasetin temel belirleyici değeridir.
DİPNOTLAR:
1- Mektubun muhatabının makamı olan “Kâtib-i Umumi”lik ya da bu günkü adıyla “Genel Sekreterlik”, tek parti diktatörlüğü olarak anılan bütün yönetimlerde, yönetimi elinde tutan partilerde görülen “iç reislik” niteliğindedir. Partinin genel başkanı aynı zamanda “dış reis”tir yani devlet başkanıdır ve dolayısıyla partinin iç işleriyle ilgilenmeye vakti yoktur. Parti işlerini ise iç reis takip eder. Diğer ifadeyle CHP’de tek parti idaresi dönemindeki genel sekreterlik makamı, bu günkü “genel başkanlık” makamına eş değerdedir. Bu mektup da bir iç reislik işi olan “kongre” sonrası yazıldığı için doğru muhataba yazılmıştır. 2- CHP ile komünizm arasındaki bu bağı ancak CHP’nin siyasî felsefesinin arka planındaki materyalizmi ve pozitivizmi bilen az sayıda CHP’li idrak edebilecektir. (Enstitü’nün notu) Üstad’ın mektubundan “Eğer şimdi siz Kâtib-i Umumî olduğunuz hamiyetperver, milliyetperver adamlar, şimdiye kadar cereyan eden ve medeniyet hesabına mukaddesatı çiğneyen usûlleri muhafazaya çalışıp, üç dört şahsın inkılâp namında yaptıkları icraatı esas tutarak mevcut haseneleri ve inkılâp iyiliklerini onlara verip ve mevcut dehşetli kusurları millete verilse, o vakit üç dört adamın seyyiesi üç dört milyon seyyie olup bu kahraman ve dindar milleti ve İslâm ordusu olan Türk milletinin geçmiş asırlardaki milyarlar şerefli merhum ordularına ve milyonlarla şehidlerine ve milletine büyük bir muhalefet ve ervahına bir manevî azap ve şerefsizlik olmakla beraber; o üç dört inkılâpçı adamın pek az hisseleri bulunan ve millet ve ordunun kuvvet ve himmetiyle vücut bulan haseneleri o üç dört adama verilse, o üç dört milyon iyilikler, üç dört haseneye inhisar edip küçülür, hiçe iner; daha dehşetli kusurlara kefaret olamaz.” (Emirdağ Lâhikası, s. 191) |
29.10.2010 |