13 Ekim 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Güncel

 

TIR’ın dönüşü muhteşem olacak

Bir aylık sürede Türkiye’yi dolaşıp Bediüzzaman ve Risale-i Nur’u tanıtan Hizmet TIR'ı, Pazar günü İstanbul’da yapılacak veda programıyla turunu tamamlıyor.

Hizmet TIR’ı, son olarak, 17 Ekim Pazar günü saat 14.00’de Bediüzzaman Hazretlerinin hayatında önemli bir mekân olan Beyazıt Meydanında konaklayacak ve dolu bir programla misafirlerini ağırlayacak. BİR aylık sürede Türkiye’yi dolaşıp Bediüzzaman ve Risâle-i Nur’u tanıtan Hizmet TIR'ı, Pazar günü İstanbul’da yapılacak veda programıyla, turunu tamamlıyor. Bediüzzaman Tanıtım ve Hizmet TIR’ı, Bediüzzaman Hazretlerinin hayatında önemli bir mekân olan Beyazıt Meydanında konaklayacak. Dolu bir programla misafirlerini ağırlayacak Hizmet TIR'ına, insanların geniş bir katılımla eşlik etmesi bekleniyor. Bediüzzaman Tanıtım ve Hizmet TIR’ının projesinin son durağı, Bayezıt Meydanında yapılacak program, Pazar günü saat 14:00’de başlayıp 16:00’da sona erecek. Yeni Asya Medya Grup Genel Müdürü Recep Taşcı’nın konuşmasıyla açılacak programda, İslâm Yaşar da bir konuşma yapacak, ardından Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Kutlular, projenin değerlendirmesi ile bir teşekkür konuşması yapacak. Program sonunda emeği geçenler, plaketle ödüllendirilecek. Sinevizyon gösterisi, kitap dağıtımı, ikram ve müzik yayınları ile program akşam saatlerine kadar devam edecek. Bunun yanı sıra Yeni Asya Neşriyat yazarları, kitaplarını imzalayacak. Beyazıttaki programda ayrıca Yeni Asya Hanım okuyucularının hazırlayacağı kermes standı da yer alacak.

Beyazıt Meydanında yapılacak programa, Yeni Asya Medya Grubun bütün birimleri katılacak. TIR’ın çevresinde kitap standları, Bizim Aile, Genç Yaklaşım, Can Kardeş ve Köprü dergilerinin tanıtımı; takvim, gazete tanıtım standları kurulacak. Ayrıca Bizim Radyo canlı olarak programı dinleyicilerine aktaracak.

Bediüzzaman Tanıtım ve Hizmet TIR’ı 16 Ekim Cumartesi günü Sakarya’dan İstanbul’da ulaşacak. İstanbullu Yeni Asya okuyucularının oluşturduğu araç konvoyu, saat 11.00’de TIR’ı Otoyol üzerindeki Kurtköy OPET benzin istasyonunda karşılayacaklar ve birlikte İstanbul’a girecekler. TIR buradan konvoy eşliğinde Güneşli’deki Yeni Asya tesislerine getirilecek. Akşam, tesislerde yapılacak sohbetten sonra Bediüzzaman Tanıtım ve Hizmet TIR’ı, 17 Ekim Pazar günü akşama kadar konaklayacağı Bayezıt Meydanındaki yerine çekilecek.

13.10.2010


 

Ekranlar çocukların psikolojisini bozuyor

EKRAN önünde uzun zaman geçiren çocukların psikolojik sorunlarının olma riskinin daha fazla olabileceği belirlendi.

İngiltere’deki Bristol Üniversitesi’nden bilim adamlarının, 10-11 yaşındaki bin 13 çocuk üzerinde yaptıkları araştırmada, çocukların, zamanlarının ne kadarını bilgisayar başında oyun oynayarak ya da televizyon seyrederek geçirdiği ve ekran başında zaman geçirmenin çocuklar üzerindeki etkileri araştırıldı. Psikolojik durumlarını belirlemek için çocuklara bazı sorular soran araştırmacılar, fiziksel faaliyetlerinin yoğunluğunu ölçmek için katılımcılardan 7 gün boyunca bellerinde bir cihaz taşımalarını da istedi. Amerikan ‘’Pediatrics’’ dergisinde yayımlanan araştırmada, her gün ekran başında 2 saat ya da daha fazla zaman geçiren çocukların fiziksel faaliyetleri yoğun olsa da, sosyal ilişkilerinde daha fazla güçlükle karşılaştıkları ve daha fazla duygusal sorunlara sahip oldukları görüldü. Bugüne dek yapılan araştırmalar, fiziksel faaliyetlere sahip çocukların ekran önünde geçirilen saatlerin olumsuz etkilerini telafi ettiğini göstermişti.

13.10.2010


 

Ehliyet çetesine operasyon yapıldı

KARAMAN'DA başkalarının yerine sürücü belgesi sınavına girdikleri ve araç sürücülerine sahte psikoteknik belgesi düzenledikleri öne sürülen suç örgütüne yönelik düzenlenen operasyonda, 60 kişi gözaltına alındı.

Karaman’ın Sarıveliler ve Ermenek ilçeleri ile Antalya ve Konya’da başkalarının yerine sürücü sınavına girdikleri öne sürülen suç örgütüne yönelik eş zamanlı operasyon düzenledi. Zanlılardan 43’ü savcılıkça alınan ifadelerinin ardından serbest bırakıldı, 17 kişi ise tutuklama talebiyle nöbetçi mahkemeye sevk edildi.

13.10.2010


 

Diyalize 10 yılda 1 trilyon dolar harcandı

DÜNYA Dünya genelinde 2000 yılında diyaliz tedavisi gören kişi sayısı bir milyon iken, bu sayı 10 yıl içinde iki katına çıktı.

Uzmanların verdiği bilgiye göre, dünyada son on yıllık süre içinde diyaliz tedavisi için toplam bir trilyon dolar harcama yapıldı. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Nefroloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Tevfik Ecder, yaptığı açıklamada, kronik böbrek yetmezliğinin tüm dünyada en başta gelen sağlık sorunları arasında yer aldığını ve son yıllarda giderek artış gösterdiğini söyledi. Dünyada diyaliz tedavisi görmekte olan hasta sayısının 2000 yılında yaklaşık 1 milyon olduğuna dikkati çeken Ecder, ‘’Aradan geçen 10 yıl içinde bu sayı iki katına çıktı. Bu on yıllık süre içinde diyaliz tedavisi için toplam bir trilyon dolar harcama yapıldı. Her on yılda hasta sayısının iki katına çıkışı devam edecek olursa, ilerleyen yıllarda ekonomik açıdan iyi düzeyde olan ülkeler bile hastalarının tedavilerini sürdürmekte zorlanacaklardır’’ diye konuştu. Ecder, bu nedenle konu ile ilgili olarak tüm dünyada acil önlemlerin alınması gerektiğini söyledi.

13.10.2010


 

Demir parmaklık ardında üniversite

KURULDUĞU 1982 yılından itibaren 1 milyonu aşkın mezun veren ve 1 milyon 100 bin öğrenci sayısıyla dünyanın en büyük üniversiteleri arasında yer alan Anadolu Üniversitesi (AÜ), uzaktan eğitim sistemi olan açık öğretimle, cezaevindeki mahkûmların eğitimine de imkân sağlıyor.

AÜ Rektörlüğünden alınan bilgiye göre, öğrencinin iletişim teknolojilerinden yararlanarak eğitimini amaçlayan ve çağdaş bir uygulama olarak görülen AÜ uzaktan öğretim sistemi, gelişmiş pek çok ülkede uygulanıyor. AÜ Açıköğretim Fakültesi’nde (AÖF) öğretim görenler arasında mahkumlar da bulunuyor. AÖF sınavlarına her yıl ortalama 1500 mahkûm giriyor. Sınavdan yaklaşık 3 hafta önce Adalet Bakanlığından AÜ Açıköğretim Fakültesine, o sınav döneminde cezaevlerinde sınava girecek mahkûmların listesi geliyor. Bu listelerde sadece isimler ve cezaevleri belirtiliyor. Sınavlar ise oluşturulan komisyon eşliğinde cezaevlerinde gerçekleştiriliyor. Bakanlıktan gelen listede de 2010 yılında gerçekleştirilen AÖF ara sınavına 134 cezaevinden 1524 öğrenci, dönem sonu sınavına 132 cezaevinden 1511 öğrenci, bütünleme sınavına da 140 cezaevinden 1075 öğrenci katıldı.

13.10.2010


 

Said Nursî ne dediyse katılıyor ve paylaşıyorum

İstanbul’da gerçekleşen 9. Uluslararası Bediüzzaman Sempozyumuna katılan bazı ilim adamlarıyla yaptığımız özel görüşmelerde öne çıkan ortak nokta, Bediüzzaman ve Risale-i Nur’un onları çok etkilediğiydi.

ABD Georgetown Üniversitesinden Thomas Michel, “Ben Said Nursî ne dediyse katılıyor ve paylaşıyorum” derken, Umman Din ve Vakıf İşleri Bakanlığından İbrahim Habib, “Özellikle Hutbe-i Şamiye çok önemli bir eser, İslâm âleminin problemlerinden bahsedip bunlara çözümler sunuyor” diyerek takdirlerini dile getirdi. Thomas Michel (Georgetown Üniversitesi, ABD) “SEMPOZYUMUN konusu gayet manidar bu asırda. Müslüman olsun, Hıristiyan olsun Allah’a inanan herkesin ortak meseleleridir. Bediüzzaman’ın da gayet derecede önem verdiği bahisler bunlar: İlim, iman ve ahlâk. Ben de Said Nursî ne dediyse katılıyor ve paylaşıyorum. Aslında bütün dünyanın, bütün insanlığın ihtiyaç duyduğu şeyler bunlar. Ben de makalemde Said Nursî’nin ‘Allah merkezli bir hayat tarzı’ndan bahsetmekle ne demek istediğini ve Allah’ı hayatımızın merkezine aldığımızda nasıl değişeceğimizi, hayatımıza nasıl değer katacağımızı Risâle-i Nur’dan örneklerle ele aldım. Georgetown Üniversitesi ile iki bağlantım var. Biri ‘Müslüman-Hıristiyan Anlayış’ adında bir merkez. İslâmiyet ve Hıristiyanlık arasında ve Müslüman âlemiyle Batı arasında güçlü köprüler kurmak ve ilişkileri geliştirmek amacıyla kurulan bir merkez bu. Ben de akademik konseyleri arasındayım. Diğeri ‘Woodstock İlahiyat Merkezi’. Orada da vazifem var. Üniversitemde birçok Müslüman öğrenci de bulunuyor. Hatta öğrencilerimden biri bu sempozyumda sunum yapacak. Mastır Tez konusu da bu. Şu an Ankara’dayım, işlerimi bitirince Georgetown’da işimin başına döneceğim. Umarım sempozyum hayırlara vesile olur. Böyle bir toplantıda olduğum için çok mutluyum. Burada dünyanın her tarafından toplanıyoruz. Risâle-i Nur’la ilgili fikirlerimizi okuyoruz ve Allah’a iman ve ibadet etmenin şuuruna varıyoruz. Risâle-i Nur’daki maneviyat beni gerçekten çok etkiledi. Ve ben ‘İnsanlara nasıl hizmet edebiliriz?’ sorusunun cevabını buldum. Said Nursî çok sıkıntılara maruz kaldı, hapishanelere de atıldı, ama asla isyan etmedi, ümitsizliğe düşmedi. Bu onun karakterinin en güçlü tarafıydı.”

ERHAN AKKAYA-ÖZGÜR NİZAM

13.10.2010


 

Said Nursî, yüzyılımızın en büyük ve en önemli âlimlerinden

Lazar Puhalo (papaz): Said Nursî yüzyılımızın en büyük ve en önemli âlimlerindendir.

Sempozyum çok güzeldi.

13.10.2010


 

Bediüzzaman büyük İslâm âlimlerindendir

Prof. Dr. Abdullah Saidî: Bediüzzaman büyük İslâm âlimlerindendir.

Sempozyum güzel, katılım güzel.

13.10.2010


 

Risâle-i Nurları herkese tavsiye ederim

Bachir Assouab (Fas): “Sempozyumların önemi büyük.

Bunu katılımdan, konuşmacıların dile getirdiklerinden ve Başbakan dahil gönderilen mesajlardan anlayabiliyoruz. Risâle-i Nurları 4 yıldır okuyorum. Marokko’da bir profesör arkadaşım ve orada halen bulunan bir Türk arkadaşım vesilesiyle Risâle-i Nurları tanıdım. Çok güzel eserler, herkese tavsiye ederim.”

13.10.2010


 

Beni en çok etkileyen, Said Nursî’nin modern dünyaya yaklaşımı

Prof. Dr. David J. Goa (Kanada Alberta Üniversitesi: “Bediüzzaman Said Nursî’nin beni en çok, modern dünyaya açık olması etkiliyor.

Bir çok dinî lider modern hayattan korkmuş, çekinmişlerdir. Fakat o, modern dünyadan korkmuyor. Modern dünyadaki zorlukları görüyor. Biliyor ki, İslâmiyet böyle modern bir dünyaya, güzel neticeler doğuracak şekilde cevap verebilir. Modern dünyadaki bir kısım güzellikleri de görüyor, bunları tanıyor, meselâ fen bilimleri gibi. İslâm dünyasının da, modern dünyanın bu yönleriyle ilişki içerisinde olması gerektiğine inanıyor. Dolayısıyla ben Said Nursî’nin bilhassa modern sivil topluma göstermiş olduğu yakınlığı çok beğeniyorum. Bana göre bu, İslâmiyetin modern dünyaya karşı en sağlıklı yaklaşımıdır. Amerika, Kanada ve Avrupa’da yaşayan bizler de bunu duymalı ve görmeliyiz. Ve Said Nursî’nin görüşlerinin gençler üzerindeki etkisine; onların akıl, kalp ve ruhlarını nasıl fethettiğine şahit oluyoruz ve bunu da görmeliyiz.”

13.10.2010


 

Hutbe-i Şamiye, İslâm âleminin problemlerine çözümler sunuyor

İbrahim Habib (Din ve Vakıf İşleri Bakanlığı, Umman): “Bir yıldır Risâle-i Nur okuyorum, arkadaşım vesilesiyle tanıdım.

Çok güzel eserler. Özellikle Hutbe-i Şamiye çok önemli bir eser, İslâm âleminin problemlerinden bahsedip bunlara çözümler sunuyor. Sempozyumların çok büyük faydaları olduğuna inanıyorum. Dünyanın muhtelif yerlerinde bu tarz organizasyonlar yapılıyor. İnşâallah diğer sempozyumlarda da görüşürüz. Duâ ile.”

13.10.2010


 

Said Nursî’nin İslâm hakkındaki yorumları beni çok etkiledi

Prof. Norton Mezvinsky (Connecticut Üniversitesi): “İbrahim Abu Rabi ve Faris Kaya vesilesiyle Risâle-i Nurları tanıdım. 2004’ten beri okuyorum.

Said Nursî’nin, birinci dereceden, Müslümanlara yazdıkları, İslâm hakkında yorumları bir Yahudi olarak beni de çok etkiledi. Aslında diyebiliriz ki, tabiî bazı Yahudi filozoflar karşı çıkıyorlar, bütün dinlerde olan ve olması gereken birşey var: Hoşgörü. Kendi fikrinle aynı olmayana karşı hoşgörü çok önemlidir ve dinler arası diyalog da bu açıdan çok önemlidir. Dinler arası diyalog sadece benzerlikleri değil, farklılıkları da tartışabilmemiz açısından önemlidir. Uluslar arası sempozyumların da bu açıdan yeri çok büyük ve benim de burada olmamın en büyük sebebi bu.”

13.10.2010


 

İttihad-ı İslâm açısından Risâle-i Nur’un kıymeti büyük

Sudanlı Katılımcılar: “Birkaç yıldır Risâle-i Nur’u okuyoruz, Sudan’da her Cuma toplanır, 3-4 saat okuruz.

Çok güzel ve faydalı eserler. Her açıdan. Özellikle Müslümanların birlik ve beraberlikleri açısından. Sempozyumların da bu bakımdan önemi büyük, İttihad-ı İslâmın buradan gerçekleştiğine şahit oluyoruz. İttihadın başının Osmanlı, yani Türkiye olacağını görüyoruz. Bediüzzaman’ın Türkiye’den başka bir yere gitmemesinin altında yatan gerçek de budur. Biz de her yıl inşâallah Türkiye’ye geleceğiz ve Sudanlı arkadaşlarımıza da bu hakikatleri anlatacağız. Bu toplantının hayırlara vesile olması ümidiyle...”

13.10.2010


 

Risâle-i Nur’un fütuhâtı gerçekleşiyor

Şükran Vahide (Risâle-i Nurları İngilizceye çeviren) “Çok güzel bir ortam, çok iyi bir katılım, görünce çok mutlu oluyoruz.

Çok şahane bir şey. Hizmetler çok güzel, mâşâallah. Burada açıkça görüyoruz ki, o zaman ekilen Nur tohumları şu an çiçek açmış durumda. Her taraftan konuşmacılar var ve ifadelerinden de anlaşılıyor ki, Risâle-i Nur’un fütuhâtı gerçekleşiyor. Lâhikaların, İşârâtü’l-İ’câz’ın çevirileri yapıldı, Eski Said eserleri de kısmen yapıldı, devam ediyoruz, diğerleri de daha basılmadı. Tashihleri sürüyor.”

13.10.2010


 

İnsanlık Bediüzzaman’ın eserlerine muhtaç

İnsanlık Bediüzzaman’ın eserlerine muhtaç...

Ahmed Maranki:

“Bu sempozyum ittihad-ı İslâmın bir örneği, hatta ilk ışıkları. İsevîlerin burada bulunması Bediüzzaman Hazretlerinin fikirlerinin ne kadar önemli olduğunu ve insanlığın Bediüzzaman’ın eserlerine ne kadar muhtaç olduğunu gösteriyor.”

13.10.2010


 

İzmirli'nin BEDİÜZZAMAN hasreti sona erdi

BEDİÜZZAMAN Tanıtım ve Hizmet Tırı nihayet Türkiye turunun dördüncü bölümünü de tamamlayıp son bölüme varmak üzere yolculuğuna devam ediyor...

Önceki gün İzmir’in iki güzel ilçesi Tire ve Ödemiş’te iki program yapan tırımız bu ilçelerde yoğun bir ilgiyle karşılandı.

Önce Tire’ye varan tırımızı Tireliler şehrin girişinde karşıladı. Atılan kısa şehir turunun ardından tırımız Tire eski belediye binasının önünde konakladı. Tırımız konaklayacağı alana giriş yaptığı anda Tireliler tarafından uzun bir alkış ve tezahürat fırtınası koparıldı. Hanımlar ellerindeki çiçekleri sallarken, beyler de alkışlarıyla bu tezahürata destek verdi. Burada Tire ve çevre ilçelerden gelenlerin iştirak ettiği bir tanıtım programı icra eden tırımıza gösterilen ilgi, projenin ilk duyulduğu günden itibaren hissedilen hasret ve beklentinin bir tezahürüydü adeta. Bilhassa Tireli şefkat kahramanı hanımların arı gibi çalışıp muhteşem bir organizasyona imza attıkları Tire’de nurun bir bayramı yaşanmaktaydı. Güzel ve güneşli bir havada başlayan programı Melih Atom sundu. Programın açılış konuşmasını Gökçe Ok yaptı. Ok’un ardından sözü tırımızın koordinatörü Abdullah Eraçıkbaş devraldı. Eraçıkbaş, Yeni Asya Medya Grubu’nun amacının “Vatan sathını bir mektep yapmak olduğunu” vurguladığı konuşmasında, Bediüzzaman Tanıtım ve Hizmet Tırı’nın maksadının ise Bediüzzaman’ı herkese tanıtmak ve anlatmak olduğunu belirtti.

UMUT YAVUZ / [email protected]

TİRE/ÖDEMİŞ

13.10.2010


 

Tırımız İzmir’deki yoluna devam ediyor

ÖDEMİŞ programının ardından tırımız bütün gece boyunca Hükümet Konağı’nın ve Emniyet Müdürlüğü’nün önünde emniyetli bir şekilde konakladı.

Ertesi gün sabah erkenden ise Bayındır, Torbalı ve İzmir’e gitmek üzere yola koyuldu.

13.10.2010


 

BEDİÜZZAMAN TIRI NE GÜN, NEREDE?

BEŞİNCİ BÖLGE:

13 EKİM 2010, ÇARŞAMBA

Saat: 10:00, Turgutlu

Saat Kulesi yanı

13 EKİM 2010 ÇARŞAMBA,

Saat: 13:00, Uşak.

Belediye önü

13 EKİM 2010 ÇARŞAMBA,

Saat: 17:00, Afyonkarahisar.

Anıt Park önü

14 EKİM 2010 PERŞEMBE,

Saat: 11:00, Eskişehir.

Odunpazarı Meydanı

15 EKİM 2010 CUMA,

Saat: 11:00, Sakarya.

Kent Meydanı

13.10.2010


 

Ödemiş’in kalbi fethedildi

TİRE'DEKİ programın ardından tırımız bazı Tirelilerle birlikte İzmir’in Ödemiş ilçesine doğru hareket etti.

Ödemiş’te 19. Dönem Milletvekili Mehmet Özkan tarafından karşılanan tırımız, uzun bir şehir turu attı. Şehir turunun ardından Ödemiş’in kalbinde kendisi için ayrılan yere gelen tırımız burada yine alkışlarla karşılandı. Ödemiş şehir girişinde ise ilginç bir vaka yaşandı. Yol kenarındaki polisler tarafından durdurulan tırımız ve eskort aracımız sağa çektiğinde tırımıza yaklaşan Ödemişli emniyet güçleri, “Yeni Asya ve Bediüzzaman... Hoşgeldiniz.. Yolunuz açık olsun. Bunun için durdurduk, buyurun yolunuza devam edin” diyerek kafiledeki herkesi şaşırttı. Polislerin bu güzel jesti sonrası, İlçe Emniyet Müdürlüğü, Hükümet Konağı ve Belediye Binasının hemen önünde bulunan geniş meydana şaşalı bir giriş yapan tırımız, burada yani Ödemiş’in kalbinde programının icrasına başladı. Tırın konakladığı meydanda yüzlerce kişiye Ödemiş’e özgü lokma ikramı yapılırken, Ödemişlilere ücretsiz kitap, broşür ve gazete dağıtıldı. Öte yandan yine Ödemiş’in şehir girişinde ve çıkışında sürekli duran Yeni Asya Gazetesi Hakikatin Gür Sesi yazılı tanıtım bilboardları da dikkatlerimizden kaçmadı.

SIKINTILAR RAHMETE DÖNÜŞTÜ

Melih Atom’un sunumunu gerçekleştirdiği programda tırımızın koordinatörü Abdullah Eraçıkbaş açılış konuşmasını gerçekleştirirken, İslam Yaşar da Ödemişlilere seslendi. Ödemiş’te onlarca nur talebesinin mahkemelerinin görüldüğünü hatırlatan İslam Yaşar, o zamanlar emniyet güçleri tarafından alıkonulan, zulmedilen Nur Talebelerinin bugün hoşgeldin nidalarıyla karşılandıklarını ifade etti. Tırımızın Emniyet Müdürlüğü, Hükümet Konağı ve Belediye Binası’nın hemen önünde konakladığını hatırlatan Yaşar, geçmişte çekilen sıkıntıların bugün rahmete ve rahatlığa dönüştüğünü söyledi. Yaşar’ın ardından Tire’de okuduğu şiirle herkesi duygulandıran Nazmiye Keseli yoğun istek üzerine Ödemiş’te de şiirini meydandaki kalabalıkla paylaştı. Okunan şiirin ardından sözü devralan İlahiyatçı Muhittin Ünal da bir ilâhiyatçı olarak Risâle-i Nur eserlerinin öneminden bahsetti. Daha sonra ise Ödemiş temsilciliği adına 19. Dönem İzmir Milletvekili Mehmet Özkan sözü devraldı. Özkan, Risâle-i Nur’un ve Bediüzzaman’ın bütün dünyada yankı uyandırdığını ve tanındığını anlattığı konuşmasında, Türkiye’de de Bediüzzaman’ın hakettiği ilginin gösterilmeye başlandığını ifade etti.

Konuşmaların ardından Işık Doğudan Yükselir adlı sinevizyon gösterimi yapıldı. Daha sonra ise Yeni Asya Neşriyat standında yazarımız İslam Yaşar okuyucularıyla sohbet ederek, kitaplarını imzaladı.

13.10.2010


 

Üstad İzmir’e geleceğim demişti ve geldi

TİRE'DE mülakat yaptığımız Ömer Rasin Tekeli, 1957 yılında Risale-i Nur’u tanıdığını ve 29 Ağustos 1959’da Üstad’ı Emirdağ’da ziyaret ettiğini ifade etti.

İlk gidişlerinde Üstad’ın rahatsız olduğu için kendilerini kabul edemediğini anlatan Tekeli, ikinci gidişlerinde ise ziyarete kabul edildiklerini belirtti. Tekeli daha sonra şöyle konuştu: “Üstad hazretleri oldukça hastaydı. Yatıyordu, başucunda Sungur Abi vardı. Üstad’ın sesi zorlukla çıkıyordu. O konuşuyor, Sungur Abi de bize yüksek sesle söylüyordu. İlk olarak “sefa geldiniz” dedi. İzmir’den geldiğimizi arzettik, kendisi de “Ben bu ziyaretinizi iade edeceğim. İzmir’e geleceğim” diye mukabele etti. Entresandır ki, Üstad sağlığında İzmir’e gelememişti. Bugün anlıyorum ki, Bediüzzaman Hazretleri bu iade-i ziyaretini tırımız vasıtasıyla bugün gerçekleştiriyor. Muhtemeldir ki, bugünleri o zamandan ferasetli nazarıyla görmüş ve İzmir’i ziyaret edeceğini söylemişti. Biz de bugün Üstad’ı karşılamış ve ağırlıyoruz gibi hissediyoruz.”

77 yaşındaki Ethem Bezci ise, Risâle-i Nurları 1958 yılında tanımış. Üstad’ı sağlığında ziyaret edemediğini ama Üstad’ın bugün onları ziyaretinden dolayı oldukça mesrur olduklarını anlatan Bezci, ticareti bıraktığını ve kendini Risâle-i Nur okumaya ve Yeni Asya gazetesini okumaya vakfettiğini söyledi. Bezci bu hizmeti gerçekleştirenlere teşekkür ettiklerini sözlerine ekledi.

13.10.2010


 

87 yaşındaki Nur hizmetkârı

KONUŞMALARIN ardından Işık Doğudan Yükselir adlı sinevizyon gösterimine geçildi.

Meydanda kurulan Yeni Asya Neşriyat standı ilgiden nasibini alırken, tırı ziyaret eden Tirelilere yüzlerce kitap, gazete ve broşür ücretsiz olarak takdim edildi. Tireli hanımlar gelirini hizmetlerde sarfetmek üzere tırımızın konakladığı meydanda bir kermes düzenledi. Elleriyle pişirdikleri leziz yemek ve tatlıları Tirelilerin beğenisine sunan Tireli hanımların, kermesin gördüğü ilgiden memnun oldukları gözlendi. Öte yandan program sonunda onlarca gazeteyi kucaklayarak uzaklaşan oldukça yaşlı ve zorlukla yürüyen bir dede dikkattimizi çekti. Yanına gidip konuştuğumuz ve adının Mustafa Beyaz olduğunu öğrendiğimiz 87 yaşındaki bu ihtiyar delikanlı, yaşına ve takatsizliğine bakmadan kucakladığı gazeteleri dağıtmaya gittiğini söyledi. Tır ekibi olarak duygulandığımız bu sahne karşısında, saçı sakalı da kendisi gibi beyaz olan Mustafa Beyaz amcanın ellerini öpmekten başka yapacak birşey bulamadık.

Tırımızın önünde çekilen hatıra fotoğraflarının ardından Tireli Yeni Asya Hanım Okuyucuları tarafından tır ekibimiz adına yazar İslam Yaşar’a bir buket çiçek takdim edildi. Daha sonra İslam Yaşar Yeni Asya standında kitaplarını imzaladı.

13.10.2010


 

Bediüzzaman'a duyulan hasret gözlerden anlaşılıyor

Yazarımız İslam Yaşar Tirelilere hitap etti. Yaşar, Tirelilerin Bediüzzaman’a duyduğu hasretin, meydana doluşan insanların göz yaşlarından kolaylıkla anlaşılabildiğini belirttiği konuşmasında, Bediüzzaman’ın ve talebelerinin bu duygulu anlarda manevi şahsiyetleriyle tırımızın başına teşrif ettiklerini ifade etti.

Akşam saatlerinde ise Yeni Asya Ödemiş Temsilciliği Hizmet Binasında İslam Yaşar, farklı gruplardan nur talebelerinin ve Ödemişlilerin iştirak ettiği bir sohbet toplantısında Bediüzzaman’ı ve davasını anlattı.

13.10.2010


 

Tireli şefkat kahramanı hanımlar

İSLAM Yaşar’ın ardından ise Tireli hanımlar adına Nazmiye Keseli söz aldı. Önceki gün Keseli’nin Yeni Asya Gazetesi’nde “Bediüzzaman Tırını Beklerken” adlı şiiri yayınlanmıştı.

Talep üzerine Keseli bu şiirini Tire’deki programda da okudu. Keseli’nin şiiri meydanda duygulu anlar yaşanmasına sebep oldu. Keseli, o sırada meydanda bulunan eşiyle birlikte Tire’de nur talebeleri adına çok sıkıntılı zamanlara şahit olduklarını anlattı. Gözaltılar, sorgulamalar, kovuşturmalar ve baskılar altında gizlice Risale-i Nur okudukları zamanlardan, şimdi tırlarla özgürce ilanat yapılan zamanlara gelindiğini anlatan Keseli, bu hizmete vesile olanlara müteşekkir olduklarını söyledi.

13.10.2010


 

Son şahitlerden Abdullah Battal Ağabey

Abdullah Battal, 1929 yılında Çorum’da doğmuş idi.

1951 yılında Ankara Hukuk Fakültesi’nden mezun olan Battal, Risâle-i Nur’u 1947’lerde tanımıştır. 1959 yılında Çorum’un Kargı ilçesinde savcılık görevinde bulunan Battal, Risâle-i Nur eserleri hakkındaki ilk takipsizlik kararını bu sırada verir.

Emekli Cumhuriyet Başsavcısı olan Battal, Çorum’da ikamet etmekteydi. Yaklaşık bir aydır Özel Elit Park Hastanesi yoğun bakım ünitesinde gözetim altında tutulan Abdullah Battal Ağabey, önceki gün saat 13.30’da Hakk’ın rahmetine kavuştu. 3 yıl evvel geçirdiği beyin ameliyatının ardından tedavisi süren Abdullah Battal Ağabeyin cenazesi, dün Çorum Ulu Camii’nde öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından Ulu Mezarlık’ta defnedildi.

Abdullah Battal ağabey, üç yıl önceki rahatsızlığına kadar, 2007'de Yeni Asya'da kendi imzasıyla pek çok hatıra yazıları da yazmıştı.

Şimdi hem rahmet ve duâya vesile olması niyazıyla, hem de tekrar istifade niyetiyle, kendisinin Üstad ve Risâle-i Nur’la tanışmasını, Risâle-i Nur hakkında verdiği takipsizlik kararını anlattığı bir yazısını yeniden neşrediyoruz:

ABDULLAH BATTAL

AĞABEYİN YAZISI:

Okuyanları küfür, dalâlet ve gaflet karanlıklarından Nur’a çıkaran ve her iki cihanı cennetlere çeviren Risâle-i Nur’u Ankara Hukuk Fakültesinde 1947’li yıllarda okurken Ziya Nur (merhumun) sayesinde tanımak saadetine nâil oldum.

Çocuk iken rahmetli babamdan öğrendiğim taklidî imanımı, İstanbul Kabataş Lisesi’ndeki ateist bir felsefe öğretmeninin zehirli telkinâtı etkisiyle kayıp etmiş ve o yüzden çok bedbaht, mutsuz, ruhen çökmüş, perişan bir halde kalmıştım.

Bu durumdan kurtulmak için çareler aradım. Okuduğum eserlerin hiçbiri derdime derman, kalbî hastalıklarıma şifâ, derin manevî yaralarıma tiryak olamadı.

Helâl haram ayrımı yapmadan her türlü zevk-ü sefâyı yaşamayı hayat zannederek behimî duyguların tesiri altında kalmıştım.

Fakülteden arkadaşım merhum Ziya Nur, Risâle-i Nur’dan “Küçük Sözler” isimli taşbasmalı ispirto mürekkebiyle daktiloda yazılmış eseri bana hediye etti. Dikkatlice okudum. Çok büyük feyiz aldım. Kalbim kopkoyu karanlıklardan kurtuldu, güneşin aydınlığından daha parlak bir Nur’a kavuşmanın huzuru, itminanı, sekinesi ile derhal namaza başladım.

İlhâm-ı Rabbânî olduğu muhakkak olan bu eser ile tahkikî imana kavuşmuştum. Gaflet döneminde iken terk ettiğim kazaya kalan namazlarımı coşkun bir zevk, lezzet ve huzur, huşû ile kıldım.

Beni kurtaran bu eseri Çorum’da bulunduğum sürede, benim eski perişan durumumdaki tanıdıklarıma da vermek ve onların da imanlarının kurtulmasına vesile olmak, İlâhî rızaya nail olmak için can atıyordum.

Ancak eski Türk Ceza Kanunu’nda, Müslümanların giyotini olan 163. maddesi yürürlükte olup, Risâle-i Nur’la yakalananlar için 3 seneden 8 seneye kadar ağır hapislere mahkûm olmak ve derhal tutuklanmak gibi bir risk bahis konusu idi.

Buna rağmen, Cenâb-ı Hakka tevekkül edip üç arkadaşıma verdim; okumalarını, bir lütf-u İlâhî ile sağladım.

Son derece geçim sıkıntısı çeken, pazarlarda manifatura malını seyyar olarak satan arkadaşlarım, aşk-u şevkle Risâle-i Nur’a-aile boyu-sarılmalarının bereket ve kerâmetiyle maddeten de zengin, müreffeh ve şükreden iş adamı oldular.

“Risâle-i Nur ile okumak, dinlemek, yazmak sûretiyle meşgul olanın rızkı bereketlenir” buyuran Üstadın müjdesinin tam mânâsıyla mazharı oldular.

Risâle-i Nur’u böylece hayırlı bir arkadaşımın irşadı ile tanımanın faziletiyle serfirâz olarak mezun oldum fakülteden.

RİSÂLELER HAKKINDAKİ

TAKİPSİZLİK KARARI

Çorum-Kargı İlçesinde görev ifa ediyordum. O ilçede Yaşar Keten isimli (merhum) bir memurun ilçenin Merkez Camii’nde sabah namazından sonra Risâle-i Nur’u cemaate okuduğu haber verilince, hakkında soruşturma başlattım. Maksadım onu mahkûm ettirmek, tutuklamak değil, o olay vesilesi ile Nurlar hakkında takipsizlik, yani savcılıkça beraat kararı vermek idi, onu serbest bıraktım.

Bu niyetimi gerçekleştirmek için Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan ve ceza hukuku profesörlerinden mütalâa ve raporlar aldım.

O lehteki ilmî, hukukî objektif beyanların ışığı altında üç sahifelik gerekçeli takipsizlik, yani beraat kararı verdim.

Bu karar merhum Sinan Omur’un sahibi ve naşiri olduğu Hür Adam dergisinde 1. sahifede takdirkâr bir üslûpla haber yapıldı.

Kararın, Hz. Üstad ve avukatı merhum Bekir Berk’e sûretleri çoğaltılıp merhum M. Emin Birinci ve M. Fırıncı tarafından gönderildiğini, ibraz edildiği bazı mahkemelerdeki tutuklu Nur Talebelerinin tahliyesine, eserlerin iâdesine ve beraat kararlarına vesile olduğunu öğrendim.

ÜSTAD’LA

İLK GÖRÜŞMEM

Hz. Üstad’ın Ankara’ya 1959 yılında teşrif buyurduğunu bir telgraf ile öğrenince, Kargılı olup Ankara Hukuk Fakültesi talebesi olan Rıdvan ile kamyonla geceleyin Ankara’ya hareket ettik.

Ertesi gün, Beyrut Palas Oteline gittik; orada yatan Hz. Üstad’ı görebilmek iştiyakı ile 20–30 kişilik bir talebe grubu otel önünde bekliyorlardı.

Ancak otel, sivil polislerin tarassudu, kordonu altında olup, kimseyi otele yaklaştırmıyorlardı.

Biz otele doğru birkaç adım yaklaşmak üzere iken, bir genç merdivenlerden otele çıkıyordu. Görevli polisler ona yönelip engellediler.

Otel müşterisi olduğunu ve çantasını almaya geldiğini söyledi ise de, polisler onu da uzaklaştırdılar. Bu karambolden faydalanarak hiçbir engel ile karşılaşmadan otelin 3. katına çıktık. Üstad’ın hizmetinde bulunan ağabeyler, onun Ankara milletvekilleriyle görüştüğünü, onlar çıkınca bizi kabul buyuracağını bildirdiler. Oturup beklerken çok heyecanlandık.

80 senelik bereketli ömrünü iman ve Kur’ân hakikatlerine seve seve feda eden, bu uğurda ve imanlı örnek bir nesil yetiştirme adına her türlü sıkıntıya, meşakkate katlanan, kutlu dâvâsından asla feragat etmeyen; ömrünün 28 senesi hapishanelerde, sürgünde, gözaltında tek kişilik soğuk taş hücrelerde geçirmesine rağmen yılmayan; kâfirlere, zındıklara tabasbus, asla teslim-i silâh etmeyen; İslâm’ın ve yüce ilminin izzetini her olumsuz şartlar altında şerefle koruyan, evlenmek, çoluk-çocuk sahibi olmak gibi meşrû dünya zevklerinden hak dâvâsının zaferi için feragat eden fedakâr ve cefakâr büyük bir insanın saadet ve şerefine ve ayrıcalığına nâil olacaktık. Onun heyecanı ile dizlerimiz titriyordu.

Huzura, hamden lillah, kabul edildik.

“BİN SAVCI KADAR

ASAYİŞE HİZMET

EDİYORUZ”

Hz. Üstad çok mütevazî bir dekor içinde eski, madenî bir karyolada uzanmış idi.

Merhum Zübeyir Ağabey ve Sungur Ağabey, Üstad’ın karşısında kemal-i hürmet ve tazim ile el pençe divan duruyorlardı.

Rıdvan ile birlikte karyolaya bitişik şekilde yaklaştırılmış sandalyelere oturduk. Mübarek elini öptük.

Pek zayıflamış ve ruhaniyet-i tâmme kesb etmiş, adeta şeffaflaşmış idi. Ancak gözlerinde o kadar keskin bir cevvaliyet, canlılık, derinlik vardı ki, son derece etkilendik. O mübarek gözler ile uhrevî âlemden projektörler gibi ışık aksettiriyor idi. Nazarları, ruhumuza işliyordu.

Bizden nereli olduğumuzu ve vazifemizi sordu. Sesi çok kısık idi. Konuşmaya başladıktan sonra “Cenâb-ı Hakk’ın inayeti ile sesim açıldı” buyurdu.

Bendeniz, savcı olduğumu arz ettikten sonra; Üstad:

“Ben de Risâle-i Nurlarla müdde-i umumi (savcı) gibi hizmet ediyorum. Bu eserlerin okunması sayesinde imanını kurtaranlar, toplumda emniyet ve huzurun, asayişin fahrî bekçileri olurlar. Bu sayede herkes canından, malından, ırzından emin ve mahfuz olur.

“Risâle-i Nurlar, savcıların vazifelerini en tesirli kılıcı, istikrarlı bir şekilde, kâmil mânâda ifa eder.

“Siz savcılar, emniyet müdürleri ve polislerle bu memleketin huzur ve asayişine hizmet ediyorsunuz. Ben bin savcı, bin emniyet müdürü kadar huzur ve asayişe hizmet ediyorum.

“Savcılar Hukukullah için çalışırlar. Onlar, açtıkları dâvâlarla Nurların cemiyette tanınıp, tetkikine vesile oldular. Bu sebeple ehl-i iman olan hepsine haklarımı helâl ediyorum” buyurdu.

Ben kendisine “Av. Bekir Berk ile birlikte avukatlık yapmak üzere savcılıktan ayrılmam teklif ediliyor. Ne buyurursunuz efendim?” diye sormam üzerine, “Hayır hayır, savcılıktan ayrılma, görevinde kal” buyurdu.

(...)

“SENİ KARDEŞLİĞİME KABUL ETMİŞİM”

Üstadla görüşmek isteyenler, sıra bekleyenler çok olduğundan, istemeyerek kudsî huzurundan ayrılırken, Hz. Üstad bana hitaben, “Seni kardeşliğime kabul etmiş ve duâlarıma dahil etmişim” buyurdu.

Minnet ve şükranlarımızı sunarak odadan dışarı çıktık. Ancak cazibesi sebebiyle o kapıdan bir türlü ayrılamıyorduk.

Yarım saatten fazla bir süre geçtikten sonra Üstadın, muhterem Said Özdemir Ağabey ve Tosyalı Hulusi Ok’un kollarına dayanmış olarak çıktığını gördük.

Üstadla kapı eşiğinde göz göze gelince—çok sayıda zevâtla bu arada görüşmesine rağmen—ben acizi unutmamış. Bana “Sikke-i Tasdik-i Gaybî eserleri, polislerce zabt edilip Ankara Savcılığına teslim edilmiş. O eserlerin iadesi, kurtulması için o savcılığa dilekçe yazıp ver” buyurdu. “Baş üstüne Üstadım” dedim. Bir yazı makinesi ile uzun, gerekçeli bir dilekçe yazıp Ankara Savcılığına ibraz ettim. Duruşma sonunda mahkeme, okuyan Nur Talebelerinin beraatına ve o eserlerin iadesine karar verdi.

Büyük Tarihçe-i Hayat’taki resim, bu görüşmeden birkaç dakika sonra Üstad, Beyrut Palas otel merdivenlerinden inerken, Prof. Dr. İbrahim Canan tarafından çekilmiştir.

O resmin arka planındaki siyah fotürlü kişinin, Ankara Emniyet Müdürlüğü Siyasî Şubesi ajanı olduğu bildirildi.

Bu, o zamandaki yöneticilerin dostlarını düşmanlarından ayırt edebilme idrak ve ferasetinden mahrum olduklarını ve bindikleri sapa sağlam dalları hoyratça kestiklerini göstermesi bakımından da bir ibret levhasıdır.

Mübarek atalarımız ne güzel söylemiş:

“Hak belâ vermez kul azmayınca, / Kul belâ görmez Hak yazmayınca.”

Resûl-i Ekrem, Nebiyy-i muhterem, Avrupalı bir fikir adamına mal edilen şu hikmetli sözü, o adamdan 13 asır evvel şöyle buyurmuş:

“Bulunduğunuz hâl üzere idare olunursunuz” (Her millet lâyık olduğu hükümetle idare olunur.)

(Bu yazı, 7-8 Mayıs 2007 tarihli

Yeni Asya’da yayınlanmıştır)

13.10.2010


 

Başörtüsü yasağı vicdanı sızlatıyor

TÜRKİYE Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, başörtüsü konusunun vicdanını sızlattığını dile getirerek, sorunun bireysel özgürlükler çerçevesinde çözülmesi gerektiğini söyledi.

Hisarcıklıoğlu, TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi’nde öğrencilere ‘’Girişimcilik’’ konulu konferans verdi. Girişimciliğin en önemli gereklerinden birinin ‘’hür düşünce’’ olduğunu belirten TOBB Başkanı, kafalar ne kadar özgür olursa düşüncelerin de o kadar güçlü olacağını, özgürlüğün önü açıldıkça girişimciliğin gelişeceğini dile getirdi.

Topluma ve insanlara gem vurulduğunda onlardan yenilikçi düşünmelerinin beklenemeyeceğini kaydeden Hisarcıklıoğlu, hürriyetsiz ekmeğin olmayacağını söyledi.

Bugün dünyada, gıda, su, enerji güvenliği, döviz kuru savaşları tartışılırken, daha fazla nasıl zenginleşiriz, işsizliği nasıl çözeriz sorularına cevap aranırken, Türkiye’de üniversitelerde kılık kıyafet konusunun tartışıldığını belirten Hisarcıklıoğlu, ‘’Enerjimizi o kadar lüzumsuz şeylere veriyoruz ki...Doğru şeyleri tartışmalıyız, başörtüsü konusuna takılıp kalmamalıyız’’ dedi.

Başörtüsü konusunun vicdanını sızlattığını dile getiren Rifat Hisarcıklıoğlu, sorunun bireysel özgürlükler çerçevesinde çözülmesi gerektiğini söyledi. ‘’Birisinin başörtüsü var diye eğitim hakkının elinden alınmasını ben kesinlikle kabul edemiyorum. Üniversite kılık kıyafetin bekçisi olamaz’’ diyen Hisarcıklıoğlu, Cumhuriyetin Türk insanına kazandırdığı en önemli şeyin fırsat eşitliği olduğunu, bunun sağlanması gerektiğini kaydetti. Gençlere güven duyulması, başlarına ne örttüklerine değil, başlarının içini nasıl doldurduklarına bakılması gerektiğini vurgulayan TOBB Başkanı Hisarcıklıoğlu, ‘’Bu üniversiteye herkes özgürce, başı açık ya da kapalı girecektir’’ dedi.

13.10.2010


 

Derse alınmayan bize başvursun

Selçuk Üniversitesi ve Trabzon KTÜ’de başörtülü öğrencilerin sınıflara alınmaması ile Aksaray Üniversitesinde ek yerleştirme için giden bir kız öğrencinin başörtülü olduğu için içeri alınmamasını değerlendiren YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan, üniversitelerde başörtüsü diye bir sorunun kalmadığını söyledi. Özcan, “Bu öğrencilerimiz bir dilekçe ile bize şikâyetlerini bildirsinler, biz gereğini yaparız. Artık üniversitelerimizde başörtüsü diye bir problem yok” dedi

YÜKSEKÖĞRETİM Kurulu (YÖK) Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan, hiçbir öğrencinin başörtüsü sebebiyle sınıftan çıkarılamayacağını belirterek, “Sınıftan çıkarılan öğrenciler bize başvursun, gereğini yaparız” dedi. Faruk Saraç Tasarım Meslek Yüksekokulu’nun akademik yılı açılış törenine katılmak üzere Bursa’ya gelen Özcan, üniversitelerdeki başörtüsü serbestisi konusundaki soruları cevaplandırdı. Selçuk Üniversitesi ve Karadeniz Teknik Üniversitesi’nde bazı başörtülü öğrencilerin sınıfa alınmaması, Aksaray Üniversitesi’nde ise ek yerleştirme için giden bir kız öğrencinin başörtüsü sebebiyle içeri alınmamasını değerlendiren Prof. Dr. Özcan, üniversitelerde başörtüsü diye bir sorunun kalmadığına dikkat çekti. Özcan, “Bu öğrencilerimiz bir dilekçe ile bize şikâyetlerini bildirsinler, biz gereğini yaparız. Artık üniversitelerimizde başörtüsü diye bir problem yok” dedi.

Başörtülü öğrencilerin başörtüsüzlere “mahalle baskısı” yapacağı şeklindeki söylemlerin yersiz olduğunu kaydeden Özcan, “Bu asla gerçekleşmez. Aynı şekilde başı açık öğrencilerde başörtülülere baskı yapmaz. Ben buna kefilim. Bunu CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na da söyledim” diye konuştu.

18 yaşına gelmiş kızlara nasıl giyinmeleri gerektiğini söylemenin onur kırıcı olduğunu belirten YÖK Başkanı, “Başörtüsü konusunda herkes uzlaşmacı bir noktaya geldi. Bundan sonra yapılması gereken şey liderlerin ‘biz bu konuda anlaştık’ deyip halka duyurmalarıdır. Bu bir daha açıklanırsa güçlü pozisyonda oluruz diye düşünüyorum” dedi.

13.10.2010


 

Dört dörtlük şov

AKP Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulundan (HSYK) istifaları, ‘’dört dörtlük şov’’ olarak nitelendirerek, ‘’Geç de kaldınız’’ dedi.

Erdoğan, sistemin yolunda olduğunu ve herhangi bir aksamanın söz konusu olmadığını, boşlukların doldurulacağını ifade etti. Başbakan Erdoğan, partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada, 12 Eylül halk oylamasında milletin son sözü söylediğini, herkesin bu karara uymak zorunda olduğunu ifade ederek, HSYK’dan istifalar konusunda değerlendirmeler yaptı. Erdoğan, şöyle konuştu:

‘’Halk oylaması sürecinde defalarca, ‘eğer siyaset yapmak istiyorsanız cüppelerinizi çıkarın, bir siyasî partinin şemsiyesi altına girin, orada siyaset yapın’, dedik. Onlar, ‘yargıyı yıpratıyorlar’, dediler. Siz kendi kendinizi yıpratıyorsunuz. Sizinle bizim işimiz yok ki. Ama siz rahat durmadınız, hep siyaset yaptınız. Siyasi mesajları, siyasî açıklamaları siz yaptınız, biz yapmadık. Makamlarınızı, koltuklarınızı, rütbelerinizi siyaset yapma aracı olarak kullandınız. O makamlara haksızlık ettiğinizi görmek istemediniz. Onu görmek durumundasınız. Biz siyasetçi olarak yetkimizi milleten alıyor, hesabımızı millete veriyoruz. Millet adına karar verenlerin, yetkisini milletin yaptığı Anayasa’dan alanların da milletin kararına saygı duymasından daha tabiî bir şey olamaz. Bunu görmek lazım. HSYK’da istifalar oldu. Hayırlısı olsun. Yani, elinizi tutan yok. Geç de kaldınız. Bunun adı aslında dört dörtlük şovdur. Çalıştırılmıyoruz, bilmem ne yaptırılmıyoruz... Bunların hepsi kuru bahane. 14 Ağustosa kadar çalıştırılıyordunuz da 14 Ağustostan sonra mı bu iş bitti.”

13.10.2010


 

Emekli zamlarını Erdoğan açıkladı

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 2011 Ocak ayında emekli aylıklarına yüzde 21.7-4 oranında artış yapılacağını belirterek, en düşük emekli aylığındaki artışın yıllık 80-91 lira arasında olacağını söyledi.

BAŞBAKAN Erdoğan, grup toplantısında 2011 yılındaki emekli maaşlarına ilişkin açıklamalarda da bulundu. Erdoğan, şunları söyledi: ‘’Ocak ayında en düşük aylıklara, en az 60 lira olmak üzere, artı yüzde 4 oranında artış yapıyoruz. İlk altı aydaki enflasyona bakılmadan, enflasyon daha düşük oranda çıksa dahi yüzde 4 oranında artış aynen geçerli. Bir başka ifadeyle 2011 yılının tamamında emekli aylıklarını yüzde 21.7-yüzde 4 oranında artırıyoruz. Rakamsal olarak söylersem, en düşük emekli aylıklarına yıllık 80-91 lira arasında artış sağlıyoruz.’’

13.10.2010


 

Ertosun niçin istifa etmedi?

HAKİMLER ve Savcılar Yüksek Kurulu Başkanvekili Kadir Özbek’le beraber 6 üyenin önceki günkü istifasının ardından konuşan HSYK Üyesi Ali Suat Ertosun, neden istifa etmediğini açıkladı.

Ertosun, HSYK üyelerinin istifalarını değerlendirirken, ‘’Ben kalarak buradaki kendi bilgilerimi, birikimlerimi gelecek olan arkadaşlara aktaracağım’’ dedi. Ertosun, HSYK’ya gelişinde gazetecilerin sorularını cevapladı. Bir gazetecinin HSYK Başkanvekili Kadir Özbek ile 6 üyenin istifalarını değerlendirmesini istemesi üzerine Ertosun, istifaları saygıyla karşıladığını ve istifa eden üyelerin kendilerine göre haklı gerekçeleri bulunduğunu belirtti. Kendisinin istifa etme yolunu seçmediğini ifade eden Ertosun, ‘’Ben kalarak buradaki kendi bilgilerimi, birikimlerimi gelecek olan arkadaşlara aktaracağım. Bu sonuna kadar da gideceğim anlamına gelmez’’ diye konuştu. Ertosun, gelişen durumlara göre yeni değerlendirmelerde bulunabileceğini, yeni kararlar alabileceğini söyledi.

13.10.2010


 

MHP’den destek sözü

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, ‘’(Türbandı, başörtüsüydü) ayrışmasına takılmadan, üniversitelerde başörtüsü sorununun giderilmesine biz varız ve buradayız’’ dedi.

Bahçeli, partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada, son zamanlarda CHP ile AKP’nin, başörtüsü meselesiyle ilgili yaklaşımlarının ibretlik bir hal aldığı belirterek, “Mademki, halihazırda hem iktidar partisi hem de anamuhalefet partisi başörtüsü sorununun çözümüyle ilgili görüş açıklıyor ve kararlılık mesajları veriyor, o zaman gelirsiniz, bu kangren haline gelen meseleyi Meclis zemininde hep birlikte kökünden çözeriz. ‘Türbandı, başörtüsüydü’ ayrışmasına takılmadan, başka bahanelere aldırmadan ve kamu hizmetlerinin sunumunda eşitlik ilkesine sadık kalarak, üniversitelerde başörtüsü sorununun giderilmesine biz varız ve buradayız. Elbette başörtüsü en başta inanç özgürlüğüyle ilgilidir ve bundan dolayı meseleyi başka yerlere çekmeye gerek yoktur. Konu özünde ve önceliğinde üniversite eğitimi alan kızlarımızı ilgilendirmektedir.’’ Başörtüsü sorununun bir an önce çözülmesi için Mecliste bulunan partileri bir an önce harekete geçmeye ve uzlaşma zemininde buluşmaya çağıran Bahçeli, ‘’Oluşturulacak uzlaşma ve çözüm sürecine destek vermeye hazır ve kararlıyız’’ dedi.

13.10.2010


 

Berberoğlu, dinlemelerden şikâyetçi oldu

HÜRRİYET Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Enis Berberoğlu, ‘’Devrimci Karargâh Örgütü’’ soruşturması kapsamında ‘’mağdur’’ olarak ifade verdi.

Enis Berberoğlu, İstanbul Cumhuriyet Savcısı Kadir Altınışık’a ifade verdikten sonra Beşiktaş’taki İstanbul Adliyesinden ayrılırken basın mensuplarının sorularını cevapladı. Dinlemelerle ilgili şikâyetçi olduğunu belirten Berberoğlu, gazetecilerin ‘’Niçin dinlenildiğinizi düşünüyorsunuz?’’ sorusu üzerine ‘’Zaten bana tapeleri gösterdiler. Telefonla yaptığım az sayıda görüşme var. Tamamen haber kaynaklarıyla yaptığım görüşmeler’’ diye konuştu. Görüşmelerle ilgili bir tereddüdü ve şüphesi olduğunu kaydeden Berberoğlu, “Benim tarafım da dinlenilmiş olabilir karşı taraf da dinlenilmiş olabilir. Yalnız karşı tarafta şimdi ismini vermeyi uygun görmediğim bir emniyet müdürü var. Dolayısıyla bizim gazetenin yani o tarihte 1995-96 tarihli görüşmelerden bahsediyorum, dinlenilmiş olması ihtimali üzerinde durdum.Hepimizin paylaştığı mesleki değerler benim şikâyetçi olmamı gerektirir. Çünkü demokrasi, ifade özgürlüğü, insan hakları, kişilik hakları, bunların tamamı çiğnenmiş durumda’’ dedi.

13.10.2010


 

Meclis’te seçim günü

TBMM Genel Kurulu’nda, bugün, baro başkanlarının avukatlar arasından gösterdiği üç aday arasından Anayasa Mahkemesi için bir üye seçilecek.

Anayasa değişikliğiyle Anayasa Mahkemesinin üye sayısı 17’ye çıkarılmıştı. Bu kapsamda Sayıştay Genel Kurulunca gösterilen üç adaydan Hicabi Dursun, geçen hafta TBMM Genel Kurulunda yapılan oylamada Anayasa Mahkemesi üyeliğine seçilmişti. Türkiye Barolar Birliğinde yapılan seçimlerde en çok oy alan Celal Mümtaz Akıncı (Afyonkarahisar Barosu Başkanı), Ali Dilber (Düzce Barosu Başkanı) ile Sait Sever (eski Muş Barosu Başkanı) aday gösterilmişti. TBMM Genel Kurulunda yapılacak seçimde kupalara tercih edilen adayın adı yazılı oy pusulası atılarak yapılacak gizli oylamanın ilk turunda üye tamsayısının (550) üçte ikisi (367), ikinci oylamada ise salt çoğunluk (276) aranacak. İkinci oylamada salt çoğunluğun sağlanamaması durumunda, en çok oy alan iki aday için üçüncü tur oylama yapılacak. Üçüncü oylamada en fazla oy alan aday Anayasa Mahkemesi üyeliğine seçilecek.

13.10.2010


 

Çağlayan Meydanı 6 ay trafiğe kapatılacak

İSTANBUL Büyükşehir Belediyesi, İl Özel İdare ve Karayolları Bölge Müdürlüğü ile ortak yürütülen Çağlayan Meydanı’nda trafiğin yeraltına indirilmesine ilişkin inşaat çalışmaları 22 Ekim Cuma günü başlayacak.

Konuya ilişkin yapılan yazılı açıklamada, Çağlayan Kavşağı, Piyalepaşa Bulvarı, Kâğıthane Caddesi, Mecidiyeköy, Okmeydanı, D-100 karayolunun birleştiği nokta olan ve İstanbul’un en yoğun araç trafiğinin yaşandığı bölgelerden biri olarak bilinen Çağlayan Meydanı’nın yayalaştırılması için, İstanbul Büyükşehir Belediyesinin, İl Özel İdaresi ve Karayolları Bölge Müdürlüğü ile ortak çalışmalar yürüttüğü belirtildi. Bu çalışmalar kapsamında 22 Ekim Cuma günü başlayacak inşaatla, 13 bin metrekarelik alanda yapılacak alt geçidin uzunluğunun 700 metre olacağı ifade edilen açıklamada, Çağlayan Kavşağı’nın, 2 katlı hale getirilerek, trafiğin yerin altına indirileceği kaydedildi. Çağlayan Kavşağı’ndaki trafiğin yeraltına alınması ve adalet sarayı ile beraber faaliyete geçebilmesi için 6 ay süreyle Çağlayan Meydanı’nın trafiğe kapatılacağı ifade edildi.

13.10.2010


 

ÜNİVERSİTELER NİYE GERİ KALDI?

Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Selahattin Turan “Türkiye'de yüksek öğretim topluma yön veren bir kuruluş olamadı. Daha çok bütün tartışmaların merkezinde yer alan bir kuruma dönüştü'' dedi. Turan yüksek öğretimin “zihniyet sorunu” yüzünden işlevini yerine getiremediğini söyledi.

AKADEMİSYENLER MAAŞLI MEMUR “Öğretim üyelerinin çok azı çalışkan ve entelektüel birikimi var. Akademisyenler bilimsel üretim yerine idarî görevlere ilgi duyuyor. Herkes dekan ve rektör olmak istiyor. Türkiye'deki akademisyenlerin yüzde 15'i Batılı anlamda entelektüeldir. Gerisi maaş alan devlet memurudur” diyen Turan, yüksek öğretimin kendisini en kısa zamanda yeniden yapılandırması gerektiğini vurguladı. Yüksek öğretimin “zihniyet sorunu” var Eskişehir Osmangazi Üniversitesi (ESOGÜ) Eğitim Bilimleri Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Selahattin Turan, yüksek öğretimin “zihniyet sorunu” yüzünden işlevini yerine getiremediğini söyledi. Prof. Dr. Turan, yaptığı açıklamada, yüksek öğretimin Türkiye’de ve dünyada her zaman tartışmalı bir alan olduğunu belirterek, üniversitelerde yaşanan herhangi bir sorunun tüm topluma sirayet ettiğini söyledi. Üniversitelerin toplumun gelecek vizyonunu belirleyen, geleceğini tasarlayan ve karşılaştığı siyasal, kültürel ve ekonomik sorunlarına çözüm üreten merkezler olduğunu dile getiren Prof. Dr. Turan, ‘’Türkiye’de yüksek öğretim topluma yön veren bir kuruluş olamadı. Daha çok bütün tartışmaların merkezinde yer alan bir kuruma dönüştü’’ dedi. Soğuk savaş sonrasında her ülke kendi var olma stratejisini yeniden gözden geçirerek, bilimsel ve akademik çalışmaları ön plana çıkaran bir strateji belirlediğine işaret eden Selahattin Turan, sözlerine şöyle devam etti:

Türkiye bilimsel araştırma önceliklerini belirlemiş bir yüksek öğretime sahip değil. 1950’lerden sonra yüksek öğretimdeki talebi göremedi, kurgulayamadı. Türkiye’deki üniversitelerin çok ciddî temel sorunları var. Sorunları yönetimsel ve akademisyenlerin niteliğine ilişkin iki ana grupta toplayabiliriz. Yönetimsel sorunlar; nitelikli, formasyon ve iyi eğitim almış profesyonel kişilerin yüksek öğretimi yönetememesinden kaynaklanıyor. Yüksek öğretimin finansmanıyla ilgili sorunlar da var. Akademisyenin özgürce hareket edebilmesi, özgürce dışardan finansal destek bulabilmelerinin önünde çok ciddî yasal engeller var.’’‘

’AKADEMİSYEN DEVLET

MEMURU KÜLTÜRÜYLE

YETİŞMİŞ’’

Prof. Dr. Selahattin Turan, üniversitedeki kaynakların etkin kullanımı konusunda da sıkıntı yaşandığını belirterek, ‘’Türk yüksek öğretiminde para ve insan var ama bunların etkin kullanımı söz konusu değil’’ dedi. Türkiye’de akademisyenlerin bölümlere adil bir şekilde dağıtılmadığını savunan Turan, şöyle devam etti:

‘’Aynı öğrenci sayısına sahip bir bölümde 50, diğerinde 10 öğretim üyesi görev yaparken ötekinde hiç öğretim üyesi yok. Batı’daki bazı üniversitelerde bizdeki kadar öğretim üyesi yok. Önemini kaybeden bazı bölümler, anabilim dalları kapatılmalı. 40 yıldır aynı anabilim dalı olmaz. Klasik bilimin sonu geldi. Biyoteknoloji, mikro elektronik, yeni malzeme bilimi, robot ve sivil havacılık gibi yeni alanlar açılmalı. Türk yüksek öğretimi işlevini yerine getirmekten uzak. Türk yüksek öğretiminde finansal sorun yok, zihniyet sorunu var. Öğretim üyelerinin çok azının çalışkan ve entelektüel birikimi var. Akademisyen çok yönlü olmalı. Türkiye’de bu maalesef yok. Saat 08.00’de üniversiteye gelip, 17.00’te evine giden akademisyen tipi çok tehlikeledir. Kampüsler 24 saat açık, gece gündüz çalışan platformlar olmalı. Bunu devlet memurluğuna dönüştürürseniz, bu toplumun beynini sakatlar ve tüm topluma sirayet eder. Üniversiteler diploma değil, beceri kazandırmalı. Türkiye’nin sosyal sorunlarına çözüm üreten akademisyen yok. Üreten insan gerekçe üretmez. Türkiye’de akademisyenliğe giriş ve akademik terbiyenin alınış sürecinde sorun vardır. Araştırma görevlisi olarak alınan kişi ikinci gün devlet memuru algısına giriyor. Akademisyen devlet memuru kültürüyle yetişmiş. Sabah 08.00’de gelip, akşam 17.00’de ayrılıyor.’’

“HERKES DEKAN VE REKTÖR OLMAK İSTİYOR’’

Prof. Dr. Turan, kampüslerin 24 saat yaşanılan alanlara dönüştürülmesi gerektiğini belirterek, şunları kaydetti: ‘’Kampüs içindeki kütüphaneler bile belli bir saatten sonra kapanıyor. Bir kişi bile kullanacaksa kütüphaneler 24 saat açık kalmalı. Birey ve yaratıcılığı artık çok önemli. Türkiye’de güzel kampüsler yapılıyor, ancak fiziki mekân çok önemli değil. Harvard’ın kampüsü bizim bir çok üniversitemizin kampüsünden kötüdür. Önemli olan öğretim üyesinini ve öğrencinin kalitesidir. Türkiye’de üretilen bilimsel bilginin büyük bir kısmı yardımcı doçentler tarafından yapılıyor. Türkiye’de profesör olduktan sonra hiçbir şey yapmak zorunda değilsiniz. Böyle bir şey dünyada yok. Türkiye’de akademisyenler bilimin zirvesinde idari görevlere ilgi duyuyor. Rektörlük için onlarca kişi başvuruyor. Gelişmiş ülkelerde bölüm başkanı bile zor bulunuyor. Bizde ise herkes dekan ve rektör olmak istiyor. Türkiye’deki akademisyenlerin yüzde 15’i batılı anlamda akademisyendir, dünya çapında entelektüeldir. Gerisi maaş alan devlet memurudur. Yüksek öğretim en kısa zamanda kendini yeniden yapılandırmalı.’’

13.10.2010


 

Abdullah Battal dualarla uğurlandı

Risale-i Nur hakkında ilk takipsizlik kararı veren, emekli cumhuriyet başsavcısı, son şahitlerden, yazarımız Abdullah Battal Çorum’da Hakkın rahmetine kavuştu ve dün dualarla toprağa verildi.

Rİsâle-İ Nurlar hakkında ilk takipsizlik kararı veren, emekli cumhuriyet başsavcısı, son şahitlerden Abdullah Battal Ağabey vefat etti. Battal Ağabey Çorum’da duâlarla son yolculuğuna uğurlandı. Yaklaşık bir aydır Çorum Özel Elit Park Hastanesi yoğun bakım ünitesinde gözetim altında tutulan Abdullah Battal Ağabey, önceki gün saat 13.30’da Hakk’ın rahmetine kavuştu. 3 yıl evvel geçirdiği beyin ameliyatının ardından sürekli tedavi gören Abdullah Battal Ağabey için dün Çorum Ulu Camii’nde öğle namazını müteakip cenaze namazı kılındı. Son şahitlerden olan Abdullah Battal Ağabey, Ulu Mezarlık’ta duâlarla defnedildi.

ABDULLAH BATTAL KİMDİR?

Abdullah Battal, 1929 yılında Çorum’da doğdu. 1951 yılında Ankara Hukuk Fakültesi’nden mezun olan Battal, Risâle-i Nur’u 1947’lerde tanımıştır. 1959 yılında Çorum’un Kargı ilçesinde savcılık görevinde bulunan Battal, Risâle-i Nur eserleri hakkındaki ilk takipsizlik kararı veren kişidir. Abdullah Battal Ağabey, üç yıl önceki rahatsızlığına kadar, 2007’de Yeni Asya’da kendi imzasıyla pek çok hatıra yazıları da yazdı.

13.10.2010


 

Davutoğlu: Cezalandırılmayı anlamak mümkün değil

DIşİŞlerİ Bakanı Ahmet Davutoğlu, Türkiye ve Kıbrıslı Türklerin barışa dönük çabasına rağmen halen cezalandırılıyor olmasını anlamanın mümkün olmadığını söyledi.

Fransa Dışişleri Bakanı Bernard Kouchner ile görüşmesinin ardından düzenlenen ortak basın toplantısında soruları cevaplayan Davutoğlu, Türkiye’nin AB üyeliği ile ilgili bir soruya karşılık, Türkiye’nin AB üyeliği konusundaki kararının “bütün ülke tarafından paylaşılan kesin ve stratejik bir hedef” olduğunu söyledi. Türkiye’nin reform çabasının herkes tarafından bilindiğini belirten Davutoğlu, son anayasa reformunun, bütün siyasî reformların bir işareti olduğunu kaydetti. Davutoğlu, şunları söyledi: “Eğer önümüze müzakere sürecinin doğası ile ilgili olmayan siyasî engeller çıkarılmazsa ya da bu engeller kaldırılırsa çok kısa sürede çok büyük mesafe alırız. Bu siyasî engel de çok açık söyleyelim Kıbrıs sorunudur. Türkiye ve Kıbrıs Türk kesiminin 2004’te aldığı net karara ve barışa dönük çabasına rağmen hala bizim cezalandırılıyor olmamızı anlamak mümkün değildir. Şimdi bile aynı şeyi söylüyoruz, gelin bir iki ay içinde aynen 2004’te olduğu gibi bütün tarafları kapsayan büyük bir barış konferansı yapalım ve bu sorunu kökten çözelim. Böylece Türkiye’nin AB sürecinin de önü tamamıyla açılsın. Ama maalesef bu çağrılarımıza yanıt bulamıyoruz. Umarız ki BM’de süren müzakereler olumlu sonuç verir ve bu sorun çözülür. Böylelikle Türkiye-AB ilişkilerinin ufku tamamen açılır. Dolayısıyla kısa dönemdeki gelişmeler biraz da bu tür siyasî engellerin kaldırılıp kaldırılmamasına bağlı.”

13.10.2010


 

AKP’de toplu istifa

AKP Balıkesir İl Başkanı Adil Çelik ve 50 yönetim kurulu üyesi, görevlerinden istifa etti. Çelik, il başkanlığında, başkan yardımcıları Mahmut Poyrazlı ve Hasan Demirezen ile düzenlediği basın toplantısında, yaklaşık 3.5 yıldır sürdürdüğü il başkanlığı görevinden istifa ettiğini söyledi.

İstifasının referandum sonuçlarıyla ilgisinin olmadığını ifade eden Çelik, şöyle konuştu: ‘’İstifa olayı uzun süreçtir konuşulan bir şeydi. Buraya gelmesini arzu etmezdim. Bir süre önce verdiğim bir demeçte ‘partime yeteri kadar faydalı olamadığımı hissettiğim anda bu görevi bırakırım’ demiştim. Benim her zaman düsturum bu olmuştur. Yaptığım değerlendirmede, bundan sonraki süreçte benim başkan olarak devam etmemin partime yeteri kadar katkı sağlamayacağı, hatta zarar bile verebileceği gibi bir kanaat hasıl oldu. Başkan olarak devam etmemin partiye katkı sağlamayacağına inandığım için görevimden istifa ettim. Genel merkezden bir talep gelmemiştir.’’

13.10.2010


 

Deniz Feneri, Türkiye ve Pakistan için kermes açıyor

DENİZ Feneri Derneği, yüzyılın afeti olarak nitelendirilen selde derin yaralar alan Pakistan halkı ve Türkiye’deki ihtiyaç sahipleri için kermes düzenliyor.

13 -21 Ekim 2010 tarihleri arasında İstanbul Eyüp-Feshane’de gerçekleştirilecek kermeste, Şanlıurfa isotu, Gaziantep kuruları, Sakarya ıhlamuru, Gümüşhane yayla kekiği gibi yöresel ürünler de dahil olmak üzere Türkiye’nin dört bir yanından gelmiş yüzlerce çeşit malzeme ihtiyaç sahipleri yararına satışa sunulacak. Satışa sunulan çeyiz, mefruşat, giysi, züccaciye, mutfak eşyası, ev eşyası, elektronik, süs eşyaları, hediyelikler; yiyecek, kuru gıda, hamur işleri, yöresel lezzetler, içecek, bijuteri ürünleri, kırtasiye malzemeleri, oyuncak, gümüş takılar ve mobilya ürünlerinin tamamı, Türkiye’nin dört bir yanındaki hayırseverler tarafından bu kermes için Deniz Feneri’ne bağışlandı. “Sandıklarınızı iyilik için açın” sloganıyla yola çıkan Deniz Feneri, kısa sürede topladığı tüm malzemelerin gelirini Pakistan’daki afetzedeler ve Türkiye’deki ihtiyaç sahipleri için kullanacak.

13.10.2010


 

Özcan: Genelkurmay’da, İsrail’e ait özel bir oda var

MHP Ankara Milletvekili Mehmet Zekâi Özcan, 18 seneden beri hiçbir ülkeye verilmeyen bir ayrıcalığın, İsrail hükümetine tanındığını iddia ederek, Genelkurmay Başkanlığı’nda İsrail’e ait özel bir odanın olduğunu söyledi.

Partisinin Polatlı ilçe teşkilatını ziyaret eden MHP’li Özcan, “Genelkurmay Başkanlığı bünyesinde ‘İsrail odası’ ya da benzer isimlerde İsrail Devleti ile irtibatlı herhangi bir birim bulunmakta mıdır?” sorusuna ‘gizli’ gizlilik derecesi taşıdığı için cevap verilmemesini eleştirdi. Kendisinin aldığı bilgiye göre, Genelkurmay Başkanlığı’nda İsrail’e ait olan özel odada 10 ila 25 İsrail subayın görev yaptığını iddia eden Özcan, “Belki MOSSAD ajanları var. Ve orada Türkiye’nin istihbari bilgilerini İsrail biliyor. Ve bu oda ile ilgili Genelkurmay Başkanlığı’nda ciddî rahatsızlıklar var. Zaman zaman kaldırılması düşünülmüş. Hatta bu oda sakıncalı diye raporlar verilmiş. Ve bu oda sayın Başbakan’ın döneminde de devam etmiş. Ben de vermiş olduğum soru önergesi ile bunu sordum. Yani bu oda devam ediyor mu? Veya şu anda kapatılması düşünülüyor mu? Veya kapatıldı mı? Ben yakın zamanda kapatıldığını düşünmüyorum” dedi.

13.10.2010


 

Sav’ın “dinlenilme” dâvâsında beraat

CHP Genel Sekreteri Önder Sav ile Merkez Valisi Ali Serindağ’ın görüşmesini haberleştiren Yeni Akit gazetesi muhabiri Aslan Değirmenci ile yazarı Serdar Arseven beraat etti.

Ankara 2. Asliye Ceza Mahkemesi’ndeki duruşmaya, Sav’ın avukatı İlsu Çatak ile sanıkların avukatı Hacı Ali Özhan katıldı. Avukat Çatak, sanıkların suçunun sabit olduğunu öne sürerek, cezalandırılmalarını istedi. Avukat Özhan ise sanıkların suçsuz olduğunu söyledi ve beraat talebinde bulundu. Hekim, sanıklara atılı ‘’kişiler arasındaki aleni olmayan konuşmaları kaydederek, basın yoluyla ifşa etmek suçlamasının sabit olmadığını’’ belirterek, sanıkların beraatlarına karar verildiğini açıkladı.

13.10.2010

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Son Dakika Haberleri

Bütün haberler

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.