Kültür-Sanat |
Âsitâne |
Dünyanın en güzel şehri hangisi, diye sorulsa, bu soruya çok farklı cevaplar verilebilir. Ama görenler için cevap büyük ihtimalle İstanbul olacaktır. İstanbul, binlerce yıl farklı medeniyetlere beşik olmuş; büyülü renkleriyle, Boğaziçi’yle, deniziyle, akşamlarıyla, sabahlarıyla… Martıları, güvercinleri, çinileri, çil çil kubbeleri, dalga dalga köpükleri ve semaya yükselen ezanlarıyla, daima şehirlerin sultanlık tahtına kurulmuştur. Onun güzellikleri minarelerden yükselen ezanlarda farklı, boğaz kıyılarına vuran dalgalarda farklıdır… Fatih Sultan Mehmed Han da orada misafirdir, Eyüp Sultan Hazretleri de… Bu şehir hem yüzyıllarca dünyanın yönetildiği karargâh olmuş, hem de bilgiye, san'ata, âlime ve san'atkâra kucak açmış. Şairler İstanbul’dan ilham almış, bestekârlar İstanbul’a nağmeler döktürmüş. Aylar, yıllar, asırlar geçtikçe İstanbul kıvamını bulmuş, bir başka güzel olmuş. Osman Gazi, evlâtlarına bu şehrin fethi için ferman buyurmuş: “Osman Ertuğrul oğlusun, Oğuz Karahan neslisin, Hakkın kemter kulusun, İslambol’u aç, gülzar yap…” Geçmişte İslâm dünyasının diplomatik merkezi olan İstanbul, hiç şüphesiz gelecekte daha farklı alanlarda, dünyanın merkezi olacak. “Kökü mazide olan bu aziz şehir, aslında geleceğin dünyasını kuracak bir misyona da sahip.” Yüzyıldır bunalmış olan insanlığın, krizlerden krizlere koşan dünyanın, daralan gönüllerin, yüksek idealler arayan dimağların yepyeni ilhamlar alacağı bir şehir İstanbul. Çinisiyle, ebrusuyla, hüsn-ü hattıyla, tezhibiyle, sedefiyle, işlemesiyle, musıkîsiyle İstanbul, insanlığa sunulacak pek çok mirası içinde barındıran bir şehir… İstanbul, Allah’ın yeryüzüne vurduğu silinmez bir mühür… İstanbul, Peygamber (asm) müjdesi, Sahabeler misafirhanesi, evliyalar yurdu… Yazarımız İslâm Yaşar, kaleme aldığı Âsitâne isimli eserinde, İstanbul’u geçmişten günümüze öne çıkan yönleriyle, pek çok bilinmeyenleriyle anlatıyor. Âsitane’den, Cihangir’i tasvir eden bu satırları takip edelim: “Güneşin ilk ışıkları önce Âsitâne’nin altın alemlerine vurur ve her kubbe şerareli bir çerağ olur, her minare parlak alevli meş’ale endamıyla gün boyu yanar dururdu. Bütün parlak zeminler, şeffaf cisimler o alevden şala bürünmeye hazır olduğundan, meş’alelerden çıkan şerareler camları tutuşturur, vitraylara akseder, çinilerde yansır ve ışığın feri arttıkça bu zahiri yangın yayılırdı. Güneş biraz yükselince ateş suya düşer ve sular da yanmaya başlardı. Böyle bir yanışa camlardan daha müheyya olan sular, bu tulû allığını bağırlarında açılan hatt-ı zerrinler vasıtasıyla içlerine çekip, kendilerinin bir parçası haline getirirlerdi. Bu yanış kuşluk vaktine kadar gittikçe azalarak devam ederdi.” Hem İstanbul’un, hem de İstanbul’u anlatan Âsitâne isimli kitabın günümüze ve geleceğe vereceği pek çok mesaj, pek çok manevî ilham ve esinti var. Yeryüzünü cennetin küçük bir örneği haline getirmek istiyorsak; İstanbul’u tanımaya, İstanbul’a yazılanları okumaya, İstanbul hakkında söylenenleri dinlemeye mecburuz. İslâm Yaşar’a ruhumuza farklı ilhamlar veren bu güzel eseri kaleme aldığı için teşekkür ediyoruz. Bütün bu ifadeleri niçin mi kullanıyoruz? Bu müstesna eseri Yeni Asya Neşriyat olarak siz değerli okuyucularımızın istifadesine bu ay sunmuş bulunuyoruz. Neşriyatımız, bunun gibi daha birçok eseri hazırlamakla meşgul. Sırası geldikçe sizlere duyuracağız, İnşaallah. Kitapla dopdolu bir hafta geçirmeniz temennisiyle, hoşça kalın..
YENİ ASYA NEŞRİYAT |
03.09.2010 |