Görüş |
Hakkın tâyîni
Bir cezânın, suçla münâsebeti nasıl tesbît ediliyor? Hangi kusûra, hangi ölçüde müeyyide uygulamak gerektiği nasıl takdîr ediliyor? Hukùkun temellerini, ana unsûrunu kimler düşünüp, cezânın suça oranını tâyîn ediyor? “Adamın dünyâdan ve memleketten haberi yok!” dediğinizi duyar gibi oluyorum… Elbette bir takım hukùkî mevzûların, hukùk ilmini tahsîl etmiş şahısların fikirlerine mürâcaât edilerek, halk tarafından kànûn yapmaya yetkili kılınmış müesseselerce, meclis ve alâkalı komisyonlar eliyle tedvîn edildiği herkesçe biliniyor. Ancak, dikkatlerinizi çekmek istediğim husûs, neyin suç olduğu ve o suça ne mikdâr cezâ verileceğinin belirlenmesidir. Bir kişi, vicdânındaki temâyülleri tamâmen yok sayıp, hakîkî ma’nâda tarafsız olarak davranabilir mi? İşin aslının böyle olması gerek de, tatbîkàt nasıl? Hukùkun belirlenmesinde iki ana görüş olduğu mâlûmdur: biri İlâhî ve semâvî, dîğeri beşerî ve arzî… Bütün kâinâtı yaratıp terbiye eden ve mevcûdiyetinin devâmı için gerekli maddî – mânevî desteği sağlayan Cenâb-ı Hakk, onların birbiri ile münâsebetlerinde uymaları elzem usûlleri de gerek fıtrî, gerek emrî kàidelerle, onların anlayabilecekleri yollarla, yaratıklarına bildirmiştir. Tabiî, bu söylediklerimiz, bir Yaratana, yaratma fiiline, yaratık olma hâline inanan kimseler için geçerlidir. İnancı temel almayan beşerî sistemlerde hak, vazîfe, sorumluluk, kusûr ve cezâ gibi mefhûmlar, insanların çıkarlarına, fayda ve zararlarına göre binlerce yıllık târîhî hâdiselerden süzülüp gelmiştir. Her ne kadar semâvî bir asla dayanmıyor görünseler bile, ilk insan ve ilk peygamber olarak Hz. Âdem’in (as) yaratılıp görevlendirilmesi sebebiyle, bütün beşerî düşüncelerin temelinde yine İlâhî bir çizgi bulunduğu inkâr edilemez bir hakîkattir. Beşeriyetin dînden uzaklaşması nisbetinde, hukùkdaki adâlet mefhûmu, insanların nefsî ve şahsî çıkarlarını gözetip yüceltecek şekilde düşünülmekte ve işletilmektedir. “Bu suçu ben işlemiş olsam, karşılığında şöyle bir cezâ revâ mıdır?” diye düşünen insanın vicdânını İlâhî bir sâik yönetmiyorsa, nasıl hareket edeceğini anlatmaya lüzûm var mı? Ama, “Bana karşı böyle bir hareket yapılsa, karşılığında şu cezânın verilmesi âdil mi?” şeklindeki bir tefekkür netîcesinde, birinci şıkdan daha değişik bir kanâatin doğacağı da şübhesizdir… İlâhî adâlet sistemlerinde vaz’edilen cezâlar, yalnızca suç olan fiile mârûz kalanla sınırlı değildir. Bu cezâda, aynı zamanda suçu işleyenin nefsinden, kendisine Allâhu Teâlâ tarafından emânet edilen maddî ve mânevî cihazlarının hakkını almak da vardır. Bu fiil dolayısı ile bütün kâinâttaki varlıkların haklarına edilen tecâvüzlere mukabelede bulunmak düşüncesi de mevcûddur. Meselâ, günümüzde AB normlarını uygulayan ülkelerde îdâm cezâsı kaldırılmıştır. Vicdânlı ve bağımsız hâkimlerin delîl ve hüccete dayanarak verdikleri, kesinleşen bir karârın infâzı gayr-i insânî midir? Îdâmı mûcîb bir suçdan dolayı, bir mahkûma böyle bir cezâ verilmesi hak ve adâlete münâfî midir? Taammüden öldürülen mazlûm, insan değil midir? Onun gerek şahsî, gerek âilevî, gerek içtimâî zâyiâtının karşılığı nasıl sağlanacaktır? Hele, böyle müteaddid cinâyetleri, çocuk oyuncağı kabîlinden işlemekte beis görmeyen ve pek çok insanın hayâtına son veren bir kàtile gösterilen müsâmaha ve merhamet, yersiz bir tek şefkate bedel, birçok mâsûmun hayat hakkının hiçe sayılması değil midir? Meselâ, yine aynı sistemde zinâ fiili suç olmaktan çıkarılmıştır. İnsanları hayvanlardan ayırt eden husûslardan biri de âile müessesesidir. Zinâ, örfî, ahlâkî ve hukùkî–tabiî inançlı insanlara göre–yönden âile temelini dinamitleyen bir çirkin fiildir. İnsanlar nefsî ve hayvânî isteklerini bu yolla tatmîne kalktıkları takdîrde ne doğacak çocukların hakkı, ne bu iki zânînin kendi âile, akrabâ, eş, dostlarının hukùku gözetilebilecektir. Beşer sınıfında ve sıfatında yaratılan kimselerin böyle bir denâet ve fuhşu işlemeleri, insaniyete vurulacak en büyük darbedir. İnsanlar arasında, karşı cinsler arasında tabiî ve hukùkî yollardan kurulacak münâsebetler yerine, nefis ve hevânın hükmüne tâbî olanlar için, fıtratın sapkınlığı, nefsin azgınlığı, insanların şeytanlaşması sonucunda, maalesef, her türlü fezâhet, hürriyet adı altında râhatça işlenmekte; iftihârla îlân edilmektedir. Hürriyeti yalnızca hayvânî mânâda telâkkî edenler tarafından da teşvîk ve tasvîb görmektedir. Hayvanlar arasında bile olmayan böyle çirkin davranışların alenîleşmesi, yayılması, taraftar bulup teşkîlâtlanması beşer için utanılacak bir durumdur. Hâsılı, suçu belirleyip cezâsını da biçebilecek bir mercî vardır: Bütün kâinâtı ve içindekileri Yaratan ve onları terbiye edip belli görevlerle tavzîf eden Cenâb-ı Hakk!.. İnanır veya inanmazsınız; bu, gerçeği değiştirmez… |
Ekrem KILIÇ 09.08.2010 |