Röportaj |
|
Cemaatler ihtiyaçtan doğmuş |
Ben, cemaatlerin toplumsal bir ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Cemaatler dinin o toplumda yaşanabilmesi için oluşmuş yapılardır; bunlar bir ihtiyaca binaen ortaya çıkmışlardır, bir parçalanma değil… Siz üniversitede “Türkiye’de dinî akımlar” diye bir ders veriyorsunuz. Bu dersin İlahiyat dersleri arasındaki yeri ve muhtevasından bahseder misiniz?
İlahiyat Fakültesi ders müfredatı bilindiği üzere zorunlu ve seçmeli derslerden oluşmaktadır. İslâm Mezhepleri Tarihi Anabilim Dalı’nda da zorunlu ve seçmeli derslerimiz mevcuttur. Klâsik ve Çağdaş İslâm Mezhepleri Tarihi (I-II) dersleri, fakülteden mezun olabilmek için alınması ve başarılı olunması gereken zorunlu derslerdendir. Bunların haricinde tarafımızdan önerilen ve öğrencilerin tercih ettiğinde açılan seçmeli derslerimiz de vardır. İşte bunlardan biri “Türkiye’de dini akımlar” adlı derstir. Üç yıldan buyana açılan bu dersin amacı, öğrencilerimizin, halkımızı ve inanç yapılarını daha iyi tanımaları, böylece hayatta daha başarılı olmalarını sağlamaktır. Fakültede öğrencilerimizin, İslâm dininin temel esaslarını, İslâm dininin tarihî sürecini, İslâm düşüncesi içinde ortaya çıkan grup ve fırkaları öğrenmekle birlikte günümüz Türkiye’sinin dinî yapısına dair yeterli derecede bilgi alamadıklarını düşünmekteyim. Bu itibarla Türkiye’de hâlihazırda bulunan dinî akımları, cemaatleri ve grupları öğrencilerimize ilmî ve tarafsız bir bakış açısıyla sunma ya da tanıtma vazifemizin olduğunu düşünüyorum. Doğrusu Diyanet’te ya da Millî Eğitim’de vazife alacak mezunlarımızın kulaktan dolma bilgilerin ötesinde, sağlıklı ve güvenilir bilgilere ihtiyaçları vardır. Bunu kendimden hareketle söylüyorum; ben İlahiyat Fakültesinde okurken Türkiye’deki dinî cemaatler, tarikatlar, mezhebi yapılar ve temel özelliklerini anlatan bir ders okumadım. Bütün bu konularda kulaktan dolma bilgilerin ötesinde sağlıklı bilgilere sahip değildim. Bu sebeple toplumun din hizmetlerini karşılayacak ilahiyat öğrencilerinin fakülteden mezun olmadan önce dinî cemaatleri tarafsız bir bakış açısıyla tanımalarını istedim. İslâm mezhepler tarihinin metot ve üslûbunu esas alarak böyle bir dersi veriyoruz ve bunu da önemsiyoruz. Çünkü cemaatleri, tarikatları pek çok şekilde anlatabilirsiniz. Amacımız, kimseyi kırmadan, kimse hakkında önyargıda bulunmadan sadece var olanı tanımaktır. Derslerde devamlı söylüyorum, “Biz duvardaki resmi tanımaya ve gerektiğinde üçüncü şahıslara olabildiğince objektif bir şekilde anlatmaya çalışıyoruz.” Yoksa, resmin iyi ya da kötü olduğuna dair bir kanaat belirtmiyoruz. Zaten mezhepler tarihçisi olarak bu bizim işimiz de değil. Hiçbir grup ya da dinî yapı hakkında lehte olsun aleyhte olsun kırıcı ifadeler kullanmadan sadece kimdirler, nasıl bir ihtiyaçtan ortaya çıkmışlardır, hedefleri amaçları nelerdir, bu hedefe ulaşırken kullandıkları araçlar nelerdir vb. soruları cevaplandırmaya çalışıyoruz. Meselâ bir dinî cemaat kendi anlayışının yaygınlık kazanmasını arzu ederken hangi metot ve usûlleri kullanıyor, bu bağlamda eğitim faaliyetleri nelerdir, basın-medya ilişkileri nelerdir, halkla nasıl bir diyalog kuruyorlar, teşekkülleri nelerdir? Bu gibi hususlara yer vermeye çalışıyoruz. Günümüz Türkiye’sindeki dinî yapıyı İlahiyat’tan mezun olacak arkadaşların bilmesi—kanaatimce—büyük bir kazanımdır. Buradan mezun olduktan sonra ister Diyanet’te, ister Millî Eğitim’de görev alsınlar her kesimden insanlarla karşılaşacakları için hazırlıklı olmaları, onları tanımaları, bilmeleri, kimin neye ve ne kadar değer verdiği hakkında bilgileri olmasının halka yönelik faydalı hizmetler yapmalarında katkısı olacağını düşünüyorum. İşte böyle bir ihtiyaçtan dolayı bu dersi ihdas ettik ve öğrencilerimizin büyük bir teveccühü ile karşılaştık. Bir dönemlik bu ders müfredatında 10 kadar cemaate yer verebiliyoruz. Bunları belirlerken elimizde çok net kriterlerimiz yok doğrusu, ama Türkiye içindeki yaygınlıklarını, etkinliklerini dikkate alarak bunları belirlemeye çalışıyoruz.
Cemaatleri değerlendirirken neyi esas alıyorsunuz?
Aslında biz, cemaatleri değerlendirmiyor, sadece tanımaya çalışıyoruz. Bunu yaparken objektif olmayı esas kabul ediyoruz. Her cemaati kendi kaynaklarından öğrenmeyi önemsiyoruz. İmkân dahilinde söz konusu cemaatin kendi yayınlarını, eğer varsa web sitelerindeki bilgileri, yine varsa radyo ve televizyon yayınlarını dikkate alıp cemaatin kendisini nasıl takdim ettiğini ortaya koymaya çalışıyoruz. Dikkat ettiğimiz diğer bir husus da, söz konusu cemaati tanımaya çalışırken muhalif grupların onun aleyhinde yazdıkları kitap, makale, vb. malzemeyi asla ders dokümanı olarak kullanmayışımızdır. Çünkü karşıt gruplar tarafından yazılmış eserler az ya da çok karalamaya yönelik ifadeler içerebilir. Burada belirtmem gereken bir diğer husus, dersin işlenmesinde elimizde belirgin bir ders dokümanının olmamasıdır. Her yıl ders dokümanlarımızı geliştirmekte ve daha fazla bilgiye ulaşmaktayız. Bir sonraki yıl daha bol malzeme ile ders işlemekteyiz. Ayrıca dersin işenmesinde öğrenci arkadaşlarımızı da olabildiğince aktif olarak derse katmakta ve ortaklaşa dersi işlemekteyiz.
Bir kısım çevreler, belki de kasıtlı olarak, cemaatleşmeyi ihtilâf, parçalanma olarak değerlendiriyor. Bir akademisyen olarak bu fikri siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Doğrusu bu önemli bir husus. Ben, cemaatlerin toplumsal bir ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Cemaatler dinin o toplumda yaşanabilmesi için oluşmuş yapılardır; bunlar bir ihtiyaca binaen ortaya çıkmışlardır, bir parçalanma değil… Kaldı ki ülkemizdeki cemaatlerin çok önemli bir kısmı Ehl-i Sünnet/Hanefi-Maturidi çizgisindedir. Bunlar birbirlerinin alternatifleri değillerdir. Bunları, aynı hedefe doğru yol alan kardeş kurumlar şeklinde tanımlamak daha isabetli olabilir. Cemaatleri nasıl anlamamız gerektiğini derslerimde anlatırken şöyle bir örnek veririm: “Bir oda düşünün, odanın zemini ıslak ve kurutulması lâzım. On arkadaşın eline birer parça bez-havlu veriyorsunuz, birlikte bu odanın zeminini kurutalım diyorsunuz. Her biri kendi çapında çalışıyor, ama nihayetinde odanın zemini kurutulacaktır.” Tek tek fertlere ya da cemaatlere bakarak bunlar tek başına çalışıyorlar şeklinde düşünmek doğru olmaz. Bütünü gördüğümüzde hepsinin hedefi odanın zeminin kurutulması, yani ortak bir gayenin gerçekleştirilmesidir. Ancak bu hedefin gerçekleştirilmesinde usûl ve anlayış farklılıkları olabilir. Hedefler bir olduktan sonra şekil ve şemailde farklılıkların olması gayet tabiîdir. İnsan olmamız böyle bir şeydir. Herkesin aynı tip olmasını, aynı şekilde düşünüp yaşamasını savunmak doğru olmaz.
Hocam, var olan hali bir de psiko-sosyal açıdan değerlendirdiğimizde cemaat, bireyin alanını daraltıyor mu, yoksa sosyalleştiriyor mu?
Aslında sorunun cevabı sorunun içinde var diye düşünüyorum. Belki cemaatler bir takım sınırlandırmalar getiriyor, ama aynı zamanda bireyi sosyalleştiriyorlar. Cemaat içinde olan pek çok ferdin, tek başına olduğu döneme bakıldığında çok daha sosyal olduğunu görebiliyoruz.
Bu itibarla cemaatlerin sosyalleştiren boyutuna dikkat çekilmelidir. Ortak hareket edebilme bir hedefi gerçekleştirebilmek için pek çok kişinin aynı ideal etrafında toplanması güzel bir sosyalleşme işaretidir diye değerlendirebiliriz.
Peki, cemaatlerin siyasîleşmesi, dolayısıyla dünyevîleş(tiril)mesi, dinî hayatı olumsuz etkilemez mi?
Bu üzerinde önemle durulması gerekir. Bence cemaatlerimiz kurumsal olarak siyasetten olabildiğince uzak durmalıdırlar. Millet olarak geçmişe baktığımızda en büyük sıkıntılarımızın siyasî birtakım hedefleri gerçekleştirmek üzere dinin alet edilmesinde saklı olduğunu görüyoruz. Siyasî amaçlar için dinin kullanılması hususunda derslerimizde örnek olarak Osmanlı-Safevî, Sünnî-Kızılbaş ilişkilerini anlatıyoruz: Biz Türkler zaman zaman birbirimizle savaşmış, bir takım şeyleri paylaşmak için savaş meydanlarında karşı karşıya gelmişiz. Bunların her biri savaş meydanında olmuş bitmiş şeylerdir. Ancak ne zamanki Safevî-Osmanlı mücadelesi siyasî olarak din üzerinden yapılmaya başlanmıştır, o günden beri onulmaz yaralar açılmıştır. Bir Sünnî-Alevî ya da Sünnî-Kızılbaş farklılaşmasının temelinde böyle bir sıkıntı yatmaktadır. Örnekleri çoğaltabiliriz. Bunların hepsinin işaret ettiği ortak nokta siyasî amaçları gerçekleştirmek üzere dinin araç olarak kullanılmasının tehlikesidir. Bu sebeple cemaatlerimizin en azından kurumsal olarak siyasî taraftarlık göstermesinin sıkıntılar doğuracağını düşünüyorum. Din ve dini hizmetler, siyasete alet edilmemelidir.
Peki, cemaatler, dinî akımlar devletin yapısında ne gibi değişikliklere zemin hazırladı?
Ferdi olarak bir takım şeyleri dile getirmenin yaptırım gücü açısından çok bir şey ifade etmeyebilir. Ancak aynı talebin 100,1000 ya da 3000-5000 kişiyle yapılması durumunda siyasîler buna ilgisiz kalmayacaklardır. Bugün Alevî federasyonlarının yaptıkları böyle bir şeydir. Bu bağlamda cemaatlerimiz siyasîlerin üzerinde bir etkinlik kurabilmeleri açısından müthiş bir avantaja sahiptir. Bu şüphesiz demokratik yollarla olmalıdır.
Bediüzzaman Said Nursî’nin toplumun, dinî, siyasî ve sosyal hayatına olan etkileri hakkında neler söylersiniz?
Bediüzzaman Hazretleri, Cumhuriyet döneminin en büyük din âlimlerindendir. Ortaya koyduğu eserlerle büyük bir hizmet gerçekleştirmiştir. Onun eserlerini, pozitivizm ve materyalizmin bütün dünyayı kasıp kavurduğu bir dönemde insanımızın inancını ve imanını koruyan bir kale gibi değerlendirebiliriz. Kur’ân’ın çağdaş tefsiri olarak kabul edebileceğimiz Risâle-i Nur Külliyatı, dinî hayatımızın güçlenmesinde büyük bir vazife icra etmesinin yanında insanları tek tek muhatap alarak onları kazanmaya çalışması da metot açısından bir örnek teşkil etmektedir. Bediüzzaman’ı okumak, onun eserlerini anlamaya çalışmak ve yeni nesillerle bu eserleri buluşturmak için daha fazla bir şeylerin yapılması gerekiyor. Türkiye’yi anlama, tanıma adına, Türkiye’nin itikadî, dinî yapısını tanımak için ondan faydalanmalıyız. Dinî ilimler sahasında iyi bir kelâmcı olabilmek, özellikle İslâmî ilimler sahasında belli bir noktaya gelebilmek için Bediüzzaman’ın yazdıklarını muhakkak görmek, okumak, değerlendirmek, günümüze taşımak ve onun ortaya koyduğu esasları dikkate sunmak lâzım gelir.
Risâle-i Nurların Üniversitelerde bir ders olarak okutulması fikrine ne dersiniz?
Türkiye’nin entelektüel zihniyeti, birikimi anlamında eğer böyle bir şey okutulacaksa bunlardan bir tanesinin muhakkak Bediüzzaman’ın eserleri olmalıdır. Osmanlı’nın son dönemlerinden itibaren ülkemizdeki dinî, siyasî ve sosyal hayatı tanımak için Bediüzzaman’ın eserleri asla göz ardı edilemez. Cumhuriyet dönemindeki dinî hayatı bir bütün içinde ele aldığımızda o gelişmeyi dönem dönem ortaya koyarken Bediüzzaman’ın eserlerini, icraatlarını da muhakkak dikkate sunmak lâzım gelir.
Bir akademisyen gözüyle, dine hizmeti hedefleyen ekoller içerisinde Yeni Asya camiasını nasıl görüyorsunuz?
Bana göre cemaatler bir boşluğu dolduran yapılar olup, her birini kendi içinde değerlendirmek gerekir. Yeni Asya grubunun faaliyetlerine baktığımızda özellikle basın yayın konusunda belli bir noktaya geldiklerini görüyoruz. Önemli bir boşluğu doldurduklarını düşünüyorum.
Hocam son olarak eklemek istedikleriniz...
Son olarak, İlahiyat Fakültesi öğrencileri, ülkemizi, insanlarımızı ve bu bağlamda dinî cemaatlerimizi ne kadar iyi tanırlarsa mezun olduktan sonra yapacakları hizmetlerinde o denli başarılı olacaklardır. “Türkiye’de dini akımlar” dersi ile onların başarılarına bir nebze katkımız olacaksa ben kendimi mutlu kabul edeceğim. Bu vesile ile tüm okuyucularınıza selâm ve muhabbetlerimi arz ederim.
Halil İbrahim Bulut kimdir?
1968 yılında Samsun’da doğdu. İlk ve orta öğrenimden sonra 1990 yılında M.Ü. İlahiyat Fakültesinden mezun oldu. Aynı yıl yüksek lisansa ve Millî Eğitim Bakanlığında öğretmenlik görevine başladı. İstanbul’da farklı liselerde çalıştı. 1997’de Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ne intisap etti. Halen bu fakültede İslâm Mezhepleri Anabilim Dalı Başkanı olarak görevine devam etmektedir. Evli ve üç çocuk babası olan Bulut’un sahasıyla alakalı pek çok yayını bulunmaktadır.
RÖPORTAJ: SALİHA FERŞADOĞLU |
12.05.2010 |