Röportaj |
H.Hüseyin KEMAL |
Toplumu cemaatler ayakta tutuyor |
Türkiye’de değişim, dönüşüm, gelişerek değişim tartışmaları devam ediyor, ancak sistemin ne kadar değiştiği, geliştiği ise tam olarak algılanamıyor. Biz de Türkiye’deki değişim süreci, sistemi, dindarların bu dönüşümde nasıl bir etkilenme içinde olduğunu ÖZGÜR-DER Başkanı Rıdvan Kaya’ya sorduk… İslâmî kesimin kendi dilini özgürce kullandığını düşünüyor musunuz?
28 Şubat’tan sonra İslâmî kimliğin kendi kavramları ve tezleriyle kendini ifade etmesi noktasında büyük bir kırılma yaşandı. Türkiye’deki vesayetçi sistem eğitimden, siyasete, ekonomiden, medyaya kadar insanları hangi inanıştan, etnik kimlikten olursa olsun üst kimlik olarak Kemalizmi benimsemek mecburiyetinde bırakıyor. Darbelerin de amacı budur. Bu noktada belli bir kimliğe ait dilin başka bir dile dönüşmesini sağlıklı görmüyorum. Toplumsal hayatta her düşüncenin olduğu gibi İslâmî düşüncenin de kendi kimliğini yaygınlaştırmada ve ifade etmede baskılara maruz kaldığını biliyoruz. Yapılan darbeler ve zulümler insanları İslâmî kimliğin öngördüğü talepleri dile getirme noktasında imtina eder duruma soktu. Çocuklarımız okullara antla başlıyor ve eğitim boyunca resmî ideolojinin dayatmalarına maruz kalıyor.
Devlet dindarlara savaş açıyor, ancak aynı zamanda dini yönetmeye çalışıyor bunu nasıl açıklarsınız?
28 Şubat’ta devletin İslâmî görünüme savaş açtığı dönemde şehitli ve gazilik gibi değerleri araçsal olarak kullanılması “Dinin nasıl olacağına da ben karar veririm” anlayışından kaynaklanıyor. Diyanet de bunun uzantısıdır. İslâmcı kesimin baskılar nedeniyle sorunlarına liberal bir dille çözüm getirmeye başladılar. Bu süreç bir bakıma AK Parti’yi beslemiştir. AK Parti döneminde bu daha da ivme kazanmıştır.
Okur-yazar İslâmî kesimin Batı felsefesi okumalarına yönelmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Toplumsal kesimler değişik dönemlerde farklı değerlendirmelerde bulunabilir. Bunun doğal akışına bırakılması gerekir. Ancak ben Türkiye’de yaşananın toplumsal mühendislik süreci olduğunu düşünüyorum. 28 Şubat’ta askerler İslâmî görünürlülüğün engellenmesi konusunda karar verdiler ve kesintisiz eğitim yasasını geçirttiler. Bunun yanında başörtüyle üniversiteye girmeyi yasakladılar. Nasıl bazı insanlar başörtüyle üniversiteye giremeyeceklerini anlayınca peruk takmayı tercih ettiler, İslâmî kavramlar da peruklanarak başka dillerle ifade edilmeye başlandı.
Sizin isteğiniz nedir?
Diğer hayat görüşlerinde olduğu gibi İslâmî kesimin de kendi kavramlarıyla konuşma konusunda özgürleştirilmesi ve İslâmın bireysel ve toplumsal hayatla ilgili hükümlerini yayma çalışmaları konusunda baskıların kaldırılması. Biliyoruz ki insanların düşüncelerini açıklamasını engellemek için 312. madde giyotin gibi kullanıldı. Partiler dernekler kapatıldı. İnsanlar İslâmî kimliklerinin öngördüğü tapleplerde bulunmakta imtina eder hale geldiler. Çocuklarımız eğitim hayatına ‘ant’la başlıyor ve eğitim sürecinde resmî görüşün dayatmalarına maruz kalıyor.
Sivil dikta tartışmalarının yapıldığı şu son dönemde “İleride askerî vesayet kalktığında Müslümanların vesayetiyle mi karışlaşacağız” diyen bazı toplum kesimlerine ne söylemek istersiniz?
İnsanların inançlarını, hayat tarzlarını belirleme noktasında özgür olması gerektiğine inanıyoruz. Bu noktada bir dayatmanın ilahlık iddiası olduğunu düşünüyoruz. Müslümanların cumhuriyetin kuruluşundan bu yana maruz kaldığı baskıların dile getirilmesi bazı çevreler tarafından manipülasyon aracı olarak kullanılabiliyor. Benim görünürlülüğümden başkasının baskı hissetmesinin mantığı yok. İleride baskı yapacaklar diye Müslümanların özgürlüklerinin kısıtlanması Amerika’nın Irak’a karşı vahşi saldırıya önleyici vuruş ismini vermesine benziyor. Müslümanlar içinden bazı insanlar güç ellerine geçtiklerinde başkalarına baskı yapmaya kalkabilirler, ancak hukuk da bunun için vardır.
Siyasal İslâm sizce farklı kesimlerin bir arada yaşaması noktasında korku verici olabilir mi?
Olabilir. Maalesef yürütülen politikalar neticesinde İslâm bazı toplum kesimlerince öcü ve baskı aracı olarak algılatıldı. İslâmî kimlik başkalarına adil ve eşit davranmayı öngören bir dindir. İslâmın doğru anlatıldığında insanların benimsemese bile karşı çıkacağını düşünmüyorum.
“Bunca yıldır onlar bizi fişledi, sıra bizde” diyen milletvekilleri çıktı. Sizce rövanşist bir tavır gelişiyor mu?
Somut olaylar üzerinden hareket etmek gerekir. Bazı kesimler açısından duygusal mânâda böyle bir şey olabilir, ancak Rablerine hesap vereceklerine inanan insanların adil davranma eğiliminde olduğunu düşünüyorum. Bugün hukuk dışı yapılanmalara karşı tavır almayı rövanşizm olarak lanse etmek tamamen propagandadır.
“İslâmî görüş yaygın olursa laikliğin kazanımları geri döndürülür” açıklaması hakkındaki kanaatiniz nedir?
Öncelikle Türkiye’deki laiklik anlayışının evrensel standartlara uymadığını söylemek gerekir. Türkiye’de uygulanan laiklik İslâmın toplumsal hatta bireysel hayattan dışlanmasına yöneliktir. Bizim kanaatimize gelince İslâmın bireysel ve toplumsal hayatta sözü vardır. Tarihsel tecrübeler İslâmın bir dayatma içinde olmadığını göstermiş, Yezidiler bile özgürce ibadetlerini yerine getirmiştir. “Laiklik olmazsa din özgürlüğü olmaz” gibi bir anlayışın doğru olmadığını düşünüyoruz. İslâmın sahip olduğu hoşgörü ve farklı inanıştaki insanları kuşatıcı anlayışı bugünkü özgürlük ortamına kıyasla daha özgürlükçü olacağı kesin.
Dindar kitlenin iktidarı yeterince eleştirmediği savına katılıyor musunuz?
Haklı olduğu boyutlar var. Bunun daha çok toplumun devlete itiraz kültüründeki eksiklikle alâkalı olduğunu düşünüyorum. İktidar o kadar yoğun baskı ve kuşatma altında ki hergün darbe planları ortaya çıkıyor “Biz de yıpratmayalım” mantığıyla hareket ediliyor. Yargı hukuku takmayan karar aldığı için toplum kendisine yakın iktidarın yıpranmaması için bir takım haklarından vazgeçebiliyor. Biz iktidarın yanlışlarının dile getirilmesinden yanayız. Onur Öymen, Dersim konusunda CHP’yi zora sokacak bir açıklama yapıyor, ancak kendilerinden biri konuştuğu için susuyorlar. Kim olursa olsun takım tutar gibi hareket etmesi ve yanlışların üstünü örtmesi yanlış. Meselâ biz hükümetin Tekel konusundaki tavrına rağmen Tekel çadırını ziyaret ettik.
Vaz mı geçiyor yoksa erteliyor mu?
Yedi sene bir talebinizi ertelerseniz vazgeçmişsiniz anlamına gelir.
Demin söylediğiniz gibi yargısal bir direnç de söz konusu…
İnsanların kimliklerini özgürce ortaya koyabileceği anayasal zeminden eksik bir ülke burası. Herkes Kemalist olmak zorunda. Bu müthiş bir dogmatizm. Ben Müslüman biri olarak Rabbimin gönderdiği vahyi kimseye dayatamam. Kemalizm ise çağlar ötesi bir dogmatizmle değişmez maddeler dayatıyor. Benim dedem anayasanın bazı maddeleri üzerinde mutabık kalmış olabilir, ancak ben ona uymak zorunda mıyım? Belki toplum bunları değiştirmek isteyecek. Her değişime karşı tehditler ve darbeler var. Bu kadar darbelere maruz kalmış bir toplumun hükümetiyle sağlıklı bir ilişkiye girmesi, yeterince eleştirmesi beklenemez.
Sizce bu yapının kırılması nasıl olabilir?
Toplum çok edilgen bir durumda. Topluma öncülük etmek durumunda olan aydınlar, basın, STK’lar, partiler toplumun ataletinin kırılması noktasında çaba sarf etmeliler. Üst yapıdaki değişim kanunun değişiklikleriyle sağlanabilir ancak toplumsal yapının kırılması daha zahmetlidir. Bununla birlikte mevcut oligarşik yapıyı besleyen anayasanın değiştirilmesi gerekir. Hâlâ bu kadar darbe planlarının ortaya çıktığı bir yerde Genelkurmay çıkıp “Bize güvenin” teminatı veriyor. Genelkurmayın teminat verdiği bir ülkenin sisteminin çok sağlıksız olduğunu düşünüyorum. Genelkurmay Başkanı geçmişteki darbeleri açık bir dille lânetlemedikten sonra bunu bir anlayışa dönüştürmedikten sonra bu tür açıklamaların bir değeri yoktur. Çünkü bütün darbeler demokrasiyi korumak adına yapılmıştır!
İktidarın daha önce eleştirdiği kurumsal yapıyı kendi adamlarını başına getirdikten sonra değiştirmediği yönündeki görüşlere ne dersiniz? Meselâ YÖK…
12 Eylül, YÖK’ü üniversiteleri zapt-u rapt altına almak için düşünmüştür. Kemal Gürüz döneminde ise giyotin gibi çalışmıştır. Bugün ise YÖK’ün üniversitelere baskı yapmadığını görüyoruz. Bugün YÖK’ün olmaması bazı üniversitelerin derebeylik gibi ortaya çıkmasını beraberinde getirebilir. Burada önemli olan hukuka uygun hareket ediyor mu etmiyor mu? Ona bakmak lâzım. Hükümetin Emasya Protokolünü kaldırmak için yedi sene beklemesi kabul edilebilir bir durum değil. Hâlâ MGSB’de iç tehdit tanımının kaldırılması noktasında adımlar atmaktan kaçındığı, çekindiği ve kendine yararı olan noktalarda geri durduğunu görüyoruz ve eleştiriyoruz. Hükümeti eleştirenlerin öncelikle vesayetçi devlet yapısını ve anayasasını eleştirmesi gerekir, ancak o zaman bu eleştirilere katılabiliriz. Askerî vesayeti devam ettirmek için sivil dikta tartışmaları manipülasyon aracı olarak kullanılmamalı. Hükümetler seçimle gelir giderler, ancak askerler seçimle gelmiyorlar, tankla geliyorlar ve istedikleri zaman gidiyorlar. Bu iki durumu eşitlemek mantıklı değil.
Özgür-Der olarak “Kapitalizm ve Cemaatler” konulu bir semineriniz oldu. Sizce kapitalizm cemaatlere nasıl etki ediyor?
Kapitalizmin çok boyutlu ve kuşatıcı yapısına karşı güçlü bir hayat felsefesi ortaya konulmadığı sürece dönüştürme sürecinin olduğunu görüyoruz. Türkiye’de kapitalizm, sistemin anti-İslâmî geleneğiyle örtüştüğü için daha etkili oluyor. İnsanlar İslâmî kimliklerini açıkça ifade edemedikleri için farklı kimliklere yönelebiliyor, kendilerini başka şekilde sunma noktasına gelebiliyorlar. Başörtüsünün kabul edilmediği bir ortamda siz başörtüsünü ciple örtüp daha kabul edilir bir noktaya taşıyabilirsiniz. Bunun yanında eğer kendinizi camide ifade edemiyorsanız iftarlarınızı lüks bir otelde yaparak daha meşrû bir görüntü verebilirsiniz. Bu noktada Türkiye’de sürecin hızla devam ettiğini görüyoruz.
Yani İslâm kapitalizm karşısında kendi kimliğini kayıp mı ediyor?
Küresel sistem İslâmî kimliği dönüştüremiyor. Onun için de İslâmî tehdit gibi algıladığından Afganistan, Irak, Filistin gibi konularda saldırgan tutumlar izliyor. Avrupa’daki Müslümanların maruz kaldığı hak ihlâlleri kapitalizmin İslâmî içselleştiremediğini gösteriyor. Türkiye’de de tam mânâsıyla bir yutulmuşluk söz konusu değil. Daha çok yutamadığı için doğrudan doğruya baskıya başvuruluyor.
AKP iktidarıyla sekülerleşmenin hız kazandığı yorumlarına katılıyor musunuz?
Belli boyutlarda bunu görmek lâzım. Siz siyasî hayatta kendi kimliğinizle olamazsanız bir müddet sonra bu bireysel pratiklerinizi etkileyebiliyor. Bunu 28 Şubat’ın iftihar tablosu olarak görebiliriz. Kendi kimliğiyle hareket edememek bir müddet sonra birilerinin onayını almak adına farklı kimliklerle, düşüncelerle düşünme ve yaşama pratiklerini beraberinde getiriyor. Türkiye’de başörtülü ve camiye gidenler kalabalıklaşıyor, ancak günlük hayatlarında İslâmî bütüncüllük göremiyoruz. Yozlaşma ibarelerine gelecek durumlar var, ama bu ifade edildiği gibi bütün İslâmî kesimi kuşatmış ve yönlendiren bir süreç değil.
Bu süreçler yaşanırken Bediüzzaman’ın Türkiye üzerindeki etkisinden de biraz bahseder misiniz?
Türkiye’de belli toplumsal gelişim süreçleri var. Farklı zamanlarda farklı isimler buna katkılar yapmışlar. Toplumun dinsizleştirme politikasına maruz kaldığı bir ortamda Said Nursî, Kur’ân’a dikkat çeken çabalarıyla toplumun diniyle olan ilişkisinin kopmaması noktasında hizmet etmiştir. Said Nursî’yi kendine örnek alan insanların yani cemaatlerin toplumda ayakta kalmak için gerekli yapılar olduğunu düşünüyorum. Maalesef resmî ideoloji İslâmî kesimi o kadar eziyor ve mağdur ediyor ki bireysel olarak buna direnme imkânı yok. İnsanlar ancak sosyal dayanışma içine girerek bu sistemin baskısı karşısında ayakta kalabiliyorlar. Bu çabalara kaynaklık eden mecralardan biri Said Nursî. Cumhuriyetin yaptığı baskılara baktığımızda sistemin ne kadar yok edici, tasfiye edici olduğunu görmek mümkün. Bunların şu an yaşanmıyor olması geçmişte bunların yapılmadığı anlamına gelmez. Hakeza eline fırsat geçtiğinde “Erzincan örneği”nde olduğu gibi neler yapmayı planladıkları ortada.
|
H.Hüseyin KEMAL 17.03.2010 |