Lahika |
Hadis-i Şerif Meâli
Ümmetim hakkında ençok korktuğum şey nefsin isteklerine uymak ve ölümsüzlük hayâlidir.
Câmiü's-Sağîr, No: 176 |
08.11.2009 |
Herkesi korkutan ölümün yüzüne baktım
SEKİZİNCİ RİCA htiyarlığın alâmeti olan beyaz kıllar saçıma düştüğü bir zamanda, gençliğin derin uykusunu daha ziyade kalınlaştıran Harb-i Umumînin dağdağaları ve esaretimin keşmekeşlikleri ve sonra İstanbul’a geldiğim vakit, ehemmiyetli bir şan ve şeref vaziyeti, hattâ Halifeden, Şeyhülislâmdan, Başkumandandan tut, tâ medrese talebelerine kadar, haddimden çok ziyade bir hüsn-ü teveccüh ve iltifat gösterdikleri cihetle, gençlik sarhoşluğu ve o vaziyetin verdiği hâlet-i ruhiye, o uykuyu o derece kalınlaştırmıştı ki, adeta dünyayı daimî, kendimi de lâyemûtâne dünyaya yapışmış bir vaziyet-i acibede görüyordum. İşte o zamanda, İstanbul’un Bayezid cami-i mübarekine, Ramazan-ı Şerif’te ihlâslı hafızları dinlemeye gittim. Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan, semâvî yüksek hitabıyla beşerin fenâsını ve zîhayatın vefatını haber veren gayet kuvvetli bir sûrette “Her nefis ölümü tadıcıdır.” (Âl-i İmrân Sûresi, 3:185.) fermanını, hafızların lisanıyla ilân etti. Kulağıma girip, tâ kalbimin içine yerleşip, o pek kalın gaflet ve uyku ve sarhoşluk tabakalarını parça parça etti. Camiden çıktım. Daha çoktan beri başımda yerleşen o eski uykunun sersemliğiyle birkaç gün başımda bir fırtına, dumanlı bir ateş ve pusulasını şaşırmış gemi gibi kendimi gördüm. Aynada saçıma baktıkça, beyaz kıllar bana diyorlar: “Dikkat et!” İşte o beyaz kılların ihtarıyla vaziyet tavazzuh etti. Baktım ki, çok güvendiğim ve ezvâkına meftun olduğum gençlik elveda diyor. Ve muhabbetiyle pek çok alâkadar olduğum hayat-ı dünyeviye sönmeye başlıyor ve pek çok alâkadar ve adeta âşık olduğum dünya bana uğurlar olsun deyip, misafirhaneden gideceğimi ihtar ediyor. Kendisi de Allahaısmarladık deyip, o da gitmeye hazırlanıyor. Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan “Her nefis ölümü tadıcıdır” (Âl-i İmrân Sûresi, 3:185) âyetinin külliyetinde, “Nev-î insanî bir nefistir; dirilmek üzere ölecek. Ve küre-i arz dahi bir nefistir; bâki bir sûrete girmek için o da ölecek. Dünya dahi bir nefistir; âhiret sûretine girmek için o da ölecek” mânâsı, âyetin işaretinden kalbe açılıyordu. İşte bu hâlette vaziyetime baktım ki, medar-ı ezvak olan gençlik gidiyor; menşe-i ahzân olan ihtiyarlık, yerine geliyor. Ve gayet parlak ve nuranî hayat gidiyor; zâhirî karanlıklı, dehşetli ölüm, yerine gelmeye hazırlanıyor. Ve o çok sevimli ve daimî zannedilen ve gafillerin mâşukası olan dünya, pek süratle zevâle kavuşuyor gördüm. Kendi kendimi aldatmak ve yine başımı gaflete sokmak için, İstanbul’da haddimden çok fazla gördüğüm makam-ı içtimaînin ezvâkına baktım, hiçbir faydası olmadı. Bütün onların teveccühü, iltifatı, tesellileri, yakınımda olan kabir kapısına kadar gelebilir, orada söner. Ve şöhretperestlerin bir gaye-i hayali olan şan ve şerefin süslü perdesi altında sakîl bir riyâ, soğuk bir hodfuruşluk, muvakkat bir sersemlik suretinde gördüğümden, anladım ki, beni şimdiye kadar aldatan bu işler, hiçbir teselli veremez ve onlarda hiçbir nur yok. Yine tam uyanmak için, Kur’ân’ın semâvî dersini işitmek üzere, yine Bayezid Camiindeki hafızları dinlemeye başladım. O vakit, o semâvî dersten “İman edenleri ve güzel işler yapanları müjdele...” (Bakara Sûresi: 25) (ilâ âhir) nev'înden kudsî fermanlarla müjdeler işittim. Kur’ân’dan aldığım feyizle hariçten tesellî aramak değil, belki dehşet ve vahşet ve meyusiyet aldığım noktalar içinde teselliyi, ricayı, nuru aradım. Cenâb-ı Hakka yüz bin şükür olsun ki, ayn-ı dert içinde dermanı buldum. Ayn-ı zulmet içinde nuru buldum. Ayn-ı dehşet içinde teselliyi buldum. En evvel, herkesi korkutan, en korkunç tevehhüm edilen ölümün yüzüne baktım. Nur-u Kur’ân ile gördüm ki, ölümün peçesi gerçi karanlık, siyah, çirkin ise de, fakat mü’min için asıl siması nuranîdir, güzeldir gördüm. Ve çok risâlelerde bu hakikati katî bir surette ispat etmişiz.
Lem’alar, s. 231, (yeni tanzim, s. 517)
LÜGATÇE:
lâyemûtâne: Ölmeyecekmişçesine. medar-ı ezvak: Zevklerin kaynağı. menşe-i ahzân: Hüzünlerin kaynağı. firak: Ayrılık. mebde’: Evvel, başlangıç. tebdîl-i mekân: Yer değiştirme. rabıta-i mevt: Ölüm bağı, ölümünü düşünerek dünyanın fani olduğunu mülâhaza etmekle nefsin desiselerinden kurtulma.halâskâr-ı iman: İman kurtarıcısı. merdut: Reddolunmuş, kovulmuş. istihkar: Hakir görme |
08.11.2009 |
Sevdiğimizi vatan-ı aslîsine uğurladık
Vakıfta yaptığımız mutat sabah dersimizde Çarşamba günü 20. Mektub’u okumaya başladık. Ölümün mahiyetinin anlatıldığı müjdelerle, o gün haberdar olacağımız sevdiğimiz Şaban Döğen Ağabeyimizin terhis haberinin acısını hafifletmek için bu tevafukla adeta hazırlandık. Sevilen insanların arkasından taziye ile ilgili yazı yazmak zor görünse de, ömrü yoğun hizmetle yoğrulmuş olanlarda, çok derslerin çıkartılacağı büyük himmetlerle dolu hayatlarından bazı kesitlerin bilinmesi bir vefa borcudur diye düşünüyorum. 1975 yılında Bursalı Nur hizmetkârlarının düzenlediği ve rahmetli Muzaffer Aslan Ağabeyin de katıldığı Uludağ pikniğindeki dersinde tanışmıştık Şaban Döğen Hocamızla. O dönemde Kars Sarıkamış’ta vaiz olarak görevli olduğunu ve orada bir mahallî gazetede yazı yazdığını söylemişti. Kendisinin İstanbul’a geldiğinde Yeni Asya gazetesinde çalışan yazarlarımızla tanışmasının hizmetimiz için yararlı olacağı konuşulmuştu. Bu kalbî arzu ve istek bir duâ gibi tesirli oldu ki uzun yıllar aralıksız okuyucularıyla gazetemizdeki köşesinde buluştu. Ve her gün aranılan bir yazarı oldu. İstanbul’da görev yaptığı dönemlerde kendisiyle daha sık görüşme imkânımız oldu. Hemen her yıl Ramazan ayında Gölcük Çağrı Vakfı’nın seminer veya konferansların da misafirimiz olurdu. Gençlik Yayınlarını kurduktan sonra neşrettiği kitaplardan getirir, imzadan sonra kendi sermayesini alır, diğer kârını hizmete bırakacak kadar ferâgat gösterirdi. Amacı imkânları ölçüsünde insanların imanlarının kurtulmasına hizmet etmekti. Şahit olduğum bir hatıramı da bu vesile ile yâd etmek isterim. Gazetemizin Güneşli’deki binasının yapıldığı günlerde azımsanmayacak bir miktar desteği vererek numune-i imtisâl olmuştu. 1999 Marmara depreminde bu konu ile ilgili kitap hazırlıkları için Kocaeli çevresini gezerken Gölcük’teki depremzedeleri birlikte ziyaret ettik. O bölgede yaşanan olağanüstü olayları araştırmak için yaşayan şahitleri bulup tahkik ederek birebir ilk ağızdan tesbit etmeye çalıştık. İhsaniye beldesi Denizevler mahallesinde geniş bir alan iki metre kadar çökmüş ve deniz suyu bu alandaki meyve bahçelerine yayılmıştı. Bu kısmı gezerken bahçenin birinde eylül ayında olgunlaşmış meyve ile birlikte yeni açmış çiçeklerin olduğunu gördük. Yanımızda fotoğraf makinası yoktu. Görüntü alamadık fakat çıkacak kitabın ismini bu manzara ilham etmişti. Kendisi orada bu kitabın ismi “Deprem Çiçekleri” olsun diye karar verdi. Ben harâbe haline gelen Gölcük’te bir tane kalan fotoğrafçıyı alıp bu ilginç manzarayı tesbit ederek kendisine ulaştırdım. O da bu nadir yaşanan manzarayı kitabına kapak yaptı. 2004 yılında Marmara bölgesini gezerken Tekirdağ Malkara’ya kendisi ve oğlu Nurullah Beyle birlikte giderken, sohbetimizde Risâle-i Nur’la intibaha gelip İslâmiyeti yaşamaya başlayan bir ağabeyimizin hatırasını anlatmıştım. Arabada not alma imkânı olmadığı halde birkaç gün sonraki yazısında bunu şevke sebep olması için yazmıştı. Hizmete dair en ufak gayreti de, himmetin bineği olan şevkin arttırılması için değerlendirirdi. Bunun için olsa gerek, bir kitabını, “Şevk var, Yeis yok” ismiyle yayınlamıştı. Bu gezimizde kendi yayınlarından yüzün üzerinde kitabı Malkaralı gençlere dağıtılmak için bıraktı. Halim selim olan karakteriyle herkese örnek olabilecek özellikleri olan Şaban Hocamız, her zaman hizmetin gelişmesini kendisine dert edinmişti. Yeni Asya Vakfı’nın merkezine uğradığında sur içinde geniş bir hizmet merkezimizin olmasını arzu eder, böyle bir çalışmanın yapılmasında arkadaşlarımızın buna bütün güçleriyle sahip çıkacaklarını dile getirir ve somut projelerin destek bulacağına inanırdı. Belki Şekerci Han’daki gelişmeye en çok sevinenlerden biridir diye düşünüyorum. Her zaman bıkmadan usanmadan hizmetin her türlü faaliyetine yetişmeye çalışmış, bir çok işte vazife almış ve başarıyla devam ettirmiştir. Eğitim merkezimizin en uzun süreli hizmetkârlarından biridir. Yeri ve boşluğu zor doldurulacak olan hocamızın yerine aynı azim ve kararlılıkta nice istidatları bu hizmetimize ihsan etmesini Rabbimizden niyaz eder, berzah âleminde sevdikleriyle beraber olmasını ve vefatından bir gün önceki Salı günü yolda giderken dinlediğimiz Bizim Radyo’daki programında hesabının kolay olacağını belirttiği nebiler, şehitler, âlimler ve sadık Nur Talebeleri gibi kendisinin de “Bu suâl kolaydır, başka müşkül bir meseleyi benden sorunuz” diyebilen bahtiyarlardan olmasını temenni ederiz. Kabri nur, mekânı Cennet olsun. |
TALİP ÇİÇEK 08.11.2009 |
ŞABAN AĞABEY
Mütebessim çehresi yüzünde açan güldü, Güllerin andelibi, şakıyan bir bülbüldü.
Güllerin hepsi soldu, andelibi lâl oldu, Bulutların gözyaşı, aktı da derya oldu.
Hüsn-i şehadet kıldı tüm tanıyan dostları, Hepsi helâllık sundu, uzak ve yakınları.
Çok kişiye nasîhat, sözleri, yazıları, Genç yaşında ayrıldı, sevdiği kuzuları.
Bir an bile etmedi, âh ü enîn îtiraz, Benden çok O sevene, edilir mi hiçbir naz.
Ölüme hep aşina, severek bahs ederdi, O korkulan ölüme hep gülerek giderdi.
Bu dünyaya öldü de, doğdu öbür âleme, Esas mekân orası, mel’abe-gâh burası.
Geçici bir ayrılık burdaki eşden-dosttan, Onlar da gelecekler hiç kaçış yok bu kasd’dan.
Sevdikleri bekliyor kabrin öbür yanında, Kucak açmış Resûlüm (asm) o alî makamında.
O’nu hep medh eyleyen Şaban-ı Şerif geldi, Şefâatin kıl ona, O Seni çok severdi.
Nurlara hep pervane, her sözünde o vardı, Eserleri Nurların mesajını sunardı.
Aziz Üstad yanında değeri pek yücedir, Şimdi O’nun yanında halceğizi nicedir.
Güle güle git ağabey, hicranın bize kalsın, Allah rahmet eylesin, rızaya nâil kılsın.
EYÜP OTMAN |
08.11.2009 |