Sağlık |
En çok vermek kabul etmektir |
en büyük cömertlik nedir? Karşımızdaki kişiye verebileceğimiz en değerli duygu nedir? Ya da hayatımız boyunca yaşadığımız bütün ilişkilerde aslında hep ihtiyacımız olan, hep aradığımız şey? İnsanlar arasındaki ilişkiler, bilinenin aksine çok daha farklı temellere dayanır. Gerçekten neye ihtiyacımız olduğunu ya da aslında neyi almak için uğraştığımızı ancak yıllar sonra anlarız. Duygusal ihtiyaçlarımız biz fark etmeden davranışlarımızı yönlendirir. Ailedeki ilk ilişkiler, kaçıncı çocuk olduğumuz, sevilip sevilmediğimiz hayatımız boyunca adeta peşimizi bırakmayan bir sır gibi takip eder bizi. Adını, yurdunu bilmediğimiz, varlığını; içimizdeki garip duygudan fark ettiğimiz bir yabancı gibi bilinçaltımıza yerleşir. Her ne zaman içimizdeki boşluk ağrımaya başlasa, onu dindirmeye, susturmaya ve doyurmaya çalışırız bir şekilde… Bu boşlukların en büyüğü de olduğu gibi kabul edilmemenin verdiği acıdır. Yaratılışındaki farklılıklar ve mizacındaki sana özel olanların fark edilmeyip, kabul edilmeyip, değiştirilmeye çalışılması insanı yorar ve üzer. Yaşama hevesini kırar. Bütün hayatını bu kaybı bulmakla geçirirsin. Çocukken verilmemiş değerli olma duygusu ileriki yaşlarda kendini pahalıya satar. Önce içindeki kocaman boşluğun adını bulmaya çalışırsın. Sonra da ilâcını ararsın. Sevilmiş ve kabul edilerek büyütülmüş insanların bakışları bile farklıdır. Nezaketli bir özgüvenin sahibi olurlar. Değer verilmiş ve sevilmiş olmanın artılarıyla başlarlar hayata. Karşılaştıkları engellerden ve düştükleri kuyulardan daha kolay çıkarlar, daha az yara alırlar. İnsanoğlu çoğunlukla sevgi konusunda bencildir. Olduğu gibi sevmek riskini yaşamak istemez… “İstediğim, hayal ettiğim gibi olursan severim” şartlı refleksini dayatır karşısındakine… “Bana benim istediğim gibi davranırsan ve istediğimi verirsen seni severim” bedelinde bir sevmektir bu… Sen olduğun, öyle olduğun için değil… Özellikle narsist benlikler adeta kutsanmak ister, istediğini verirsen belki bir tutam sevgi alabilirsin karşılığında… Bedelli sevmektir bu aslında. Sevgi ise şartlı yaşanmaz. Sevgide sebep aranmaz. Bir sebebi olmaz sevginin… Karşımızdaki kişiyi olduğu gibi, tam da öyle olduğu için severiz. Bizi inciten taraflarını değiştirmenin en iyi yolu onu önce kabul etmektir. Onaylamak değildir, kabul etmek. Bütün savunmalarını, bütün silâhlarını bırakıp kendini görmesi için, iyi bir ayna olmak demektir. İnsan yargılanmaktan, eleştirilmekten korktuğu için kendini saklar, göstermek istemez. Kabul edilen insanın yüreği çözülür, bırakır kendini güvenli sulara… Değişmek için daha çok çaba gösterir. Karşısındakini daha çok görmeye çalışır. Birden fazla çocuğu olan insanlar bilirler, her doğan çocuğun ne kadar farklı olduğunu. Aynı anne, babadan ve aynı evde büyüdükleri halde mizaçları çok farklıdır. Kimisi heyecanlıdır, kimi soğukkanlı… Kimi dokunularak, kimi güzel bir sözle sevilmeyi ister. Birbirleriyle kıyaslanmak aralarındaki bağı zayıflatır. Sevgilerine gölge düşürür, öfkelerini büyütür. Rekabete sokmak ise kardeşliğin yaratılışına uymaz. Kendi olduğu için, farklı olduğu için sevilen, kabul edilen bir çocuk, kendinden hoşnut, kaderden razı olur. Çocuklarımızın mizacındaki sivri tarafları şefkatle törpülemek anne-baba olarak vazifemiz tabi ki, fakat farklı yapıda olmalarını birbirleriyle kıyas konusu etmek ise hata olur. Her birinin özel ve güzel, yetenekli taraflarına öncelikle vurgu yapmak, farkında ve memnun olduğumuzu belli etmek gerekir. “İyi ki bana gönderilmişsin, iyi ki benim olmuşsun” denen bir çocuktan mutlusu yoktur. Anne babasının yanında verilmiş bir hediye muamelesi görür adeta. Çocuklarımızı öncelikle kendi kişilik özellikleriyle, oldukları gibi kabul edelim. Bizim için çok değerli olduğunu, onun hayatımıza gelmesiyle ne kadar mutlu olduğumuzu anlatalım. Onu ne kadar çok istediğimizi ve beklerken ne kadar merak ettiğimizi söyleyelim. İstenen, beklenilen, kabul edilen, sevilen ve sevildiği ifade edilerek büyütülen çocuklara ne mutlu…. |
BANU YAŞAR Psikolog&Psikoterap 21.08.2009 |